Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '09

 
Kategori
Dünya
 

Avrupa Birliği çözümde rol oynamalı mı?

Avrupa Birliği çözümde rol oynamalı mı?
 

AB 2004'ten sonra, Kıbrıs'ta hayal kırıklığı yarattı...


Cumhurbaşkanı Talat, geçenlerde Atina'da yayınlanan Elefteros Tipos gazetesine verdiği demeçte şu sözleri söylemişti: "AB, üyelerinin çıkarları lehinde hareket ediyor. Bunun için Kıbrıs sorununda olumlu rol oynayamaz. AB'nin bu tutumu ekonomik, siyasal ve günlük yaşama ait tüm alanlarda etkisini hissettiriyor. KKTC'nin tecridi sürüyor ve AB, katıldığı bu tecridin güçlü bir unsurudur. AB'nin bu tecridin gevşetilmesine yönelik vaatleri yerine getirilmedi. AB Komisyonu tarafından yürütüleceği açıklanan programlar, AB mekanizmalarını kullanan Rum tarafınca bir biçimde bloke ediliyor. Kısacası AB çözüm sürecinde olumlu rol oynamıyor ve bu yöndeki çabaları kolaylaştırmıyor. 3 Eylül'de başlayan müzakereler için AB'nin direkt katılımını değil, yalnızca teknik desteğini bekliyoruz."

Sayın Talat'ın bu sözlerine yüzde yüz katılıyoruz. AB'nin geçmişten bugüne Kıbrıs konusuna bakış açısını biraz hatırlatmak suretiyle bu ifadeye biz de katkıda bulunalım. Bu noktada, Güney Kıbrıs'ın uluslararası hukuka aykırı olarak 1990'da AB'ye yaptığı üyelik başvurusunun kabul edilmesinden itibaren başlayan sürecin Rum uzlaşmazlığını cesaretlendirdiğini başlangıçta belirtmek gerek. Oysa AB, 1980'lere dek Türk-Yunan anlaşmazlıkları ve Kıbrıs meselesine taraf olmama yönünde bir tutum izlemişti. Hatta "Yunanistan'ın üyelik başvurusunun Türkiye ile ilişkileri etkilemeyeceği" yönünde kararlar almıştı. Ancak, 1981'de tam üye olan Yunanistan'ın, Türkiye-Avrupa ilişkilerini etkileme imkânını elde etmesi, AB'nin tutum değişikliğinde önemli rol oynadı. Yunanistan, yalnız iki ülke arasındaki uyuşmazlıkları değil Kıbrıs sorununu da AB zeminine çekmeye başladı. AB'nin genişleme stratejisini veto edeceği tehdidiyle Güney Kıbrıs'ın üyeliğini kolaylaştırdı. Zaten başka gerekçelerle de olsa Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan AB ülkeleri için, Kıbrıs konusu, Yunanistan'ın arkasına saklanacakları yeni ve iyi bir bahane oluşturdu. AB, Aralık 1989'da Türkiye'nin 1987'de yaptığı tam üyelik başvurusunu kabul etmeyeceğini ortaya koydu. Haziran 1990'daki Dublin Zirvesi'nde ise, "Kıbrıs sorunu, Türkiye-AB ilişkilerini etkiler" şeklinde karar aldı. Rum tarafı, bu kararın hemen ardından Temmuz 1990'da tüm Ada adına tam üyelik başvurusunda bulundu. Bu tarih-ten itibaren, Kıbrıs konusu Türkiye-AB ilişkilerinde sürekli dikkate alınacak bir faktör haline geldi. AB, Rum başvurusunu 1960 Anlaşmaları'na göre, "Kıbrıs'ın, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları bir ekonomik ve siyasi birliğe katılımının mümkün olmadığı ve Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs Türkleri'ni temsil etme ehliyeti bulunmadığı" gerçeğine rağmen 1993'te işleme koydu. Kopenhag kriterlerini karşılamayan Rum Yönetimi'ni Birliğe dahil ederek, kendi savunduğu demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilke ve değerleri ile de çelişkili bir tutum sergiledi. Ayrıca, 1994'ten itibaren Kıbrıs Türkleri'ne ambargo uygulamakla, başvuru aşamasında sergilediği adil olmayan, hukuk dışı tutumunu sürdürdü. Üyeliğin gerçekleştiği tarihe kadar AB'yle Kıbrıs arasındaki tüm anlaşma ve müzakereler ise yalnızca Kıbrıs Rumları ile yürütüldü. Oysa, Kıbrıs ile Ortaklık Anlaşması'nın 5. maddesi, Ada'daki iki taraf arasında ayrım gözetmeksizin tüm Ada nüfusunu kapsıyordu. AB'nin, Rum başvurusunu kabul etmesi ve Birleşmiş Milletler'in sürekli gündemindeki bir sorunun taraflarından birini üye kabul edeceğini ortaya koymasıyla birlikte, Güney Kıbrıs BM çerçevesinde bir çözüm zemininden uzaklaşmaya başladı. Rum Yönetimi'ne üyelik garantisi verilmesi ve ambargoların kaldırılması başta olmak üzere çözüme teşvik edici hiçbir maliyet yüklenmemesi, Rum tarafının taviz vermez bir tutum izlemesinin temel nedeni oldu. Nitekim, 24 Nisan 2004'te Annan Planı'nı yüzde 76 gibi büyük bir çoğunlukla reddeden Rum tarafı, 1 Mayıs 2004'te AB'ye tam üye olarak kabul edildi.

AB, Güney Kıbrıs'ı tüm Ada adına üye kabul ederek "Kıbrıs Cumhuriyeti iradesini" sadece "Kıbrıs Rumlarının iradesine" indirgedi. KKTC'yi ise "etkin kontrol uygulanmayan Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları" olarak tanımladı ve muktesebatını askıya aldı. Bununla da yetinmeyerek 17 Aralık 2004 Zirvesi'nden itibaren Türkiye'nin önüne, "müzakerelere devam etmek istiyorsan Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanı, liman ve havaalanlarını aç, Ek Protokolü uygula" gibi şartlar koydu. Oysa, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yıkan, Kıbrıs Türklerine toplu katliam uygulayan, 15 Temmuz 1974'te Ada'da darbe yapanların sorumluluklarını hiç dikkate almadan ve hiçbir şart koşmadan 1981'de Yunanistan'a 2004'te Güney Kıbrıs'a Birliğe giriş vizesi veren yine aynı AB'ydi… Yetkilileri 24 Nisan referandumunda Rumların Plan'ı reddetmesinden hayal kırıklığı duyduğunu, kandırılmış hissettiğini açıklayan, ama 26 Nisan 2004'te Kıbrıslı Türklere vaat ettiği Doğrudan Ticaret Tüzüğü'nü unutan yine aynı AB'ydi… 3 Ekim 2005 Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi'ne "Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde ve AB ilkelerine dayalı çözüm" ifadesini dahil edip, Rumların eline yeni bir koz veren de… Kosova'nın bağımsızlığını destekleyen, iş Kıbrıs'a gelince "emsal oluşturmaz" diyen de… Ve Türkiye için sıraladığı Kıbrıs şartlarını 2009 sonuna kadar yerine getirmesini beklediğini bildirerek, Hristofyas'ın kapsamlı müzakereleri oyalayarak 2009 sonbaharını işaret etmesine zemin hazırlayan da…

Kararı siz verin: "AB çözümde rol oynamalı mı?"

(arşivden seçme)

 
Toplam blog
: 40
: 708
Kayıt tarihi
: 08.02.09
 
 

SEFA KARAHASAN, 1997’den beri gazeteci milletinin aktif üyesi. Gazeteciliğe halen Milliyet gazete..