Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Avrupa sevdası

Avrupa sevdası
 

Yıllardır bir Avrupalılık rüzgarıdır esiyor. Arkadaşlar, biz Avrupalı mıyız? Siz kendinizi Avrupalı olarak kabul ediyor musunuz?

Ama dürüst olun; çağdaş mısınız, uygar mısınız demiyorum; Avrupalılarla aranızda bir kültür, bir düzey farkı olup olmadığını da sormuyorum. Ben size Avrupalı olup olmadığınızı soruyorum.

Başka bir açıdan bakalım: Avrupalı deyince akla kim gelebilir? Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar vs …

Sizce onlara, Türkler Avrupalı mıdır diye sorulsa, kaçta kaçı “Türkler Avrupalıdır” der?

Yok arkadaşlar, bırakalım bu kompleksi bir kenara. Biz Avrupalı değiliz.

Viyana’ yı iki kere kuşatmış olmak bizi Avrupalı yapmaz, olsa olsa Avrupa ile savaşmış yapar.

Balkanlarda 5 asır at koşturmuş ve hatta bir kısmımızın birkaç asır Balkanlarda yaşamış olması da bizi Avrupalı yapmaz. Balkan halkları zaten Avrupalıların karakteristik özelliklerini taşımıyor, kaldı ki biz Balkanlarda da barınamadık ki.

Ama Avrupalı olmamakta üzülecek bir şey yok! Ne Avrupalı olmak bizi yüceltir, ne de olmamak alçaltır.

Ben kendimi Avrupalı olarak görmüyorum ve bu halimden de hiç şikayetçi değilim. Kendime başka bir coğrafi-kültürel kimlik de aramıyorum. Ortadoğulu hiç değilim. Türkiye Coğrafi olarak Avrupa’dan çok Ortadoğu’da ama Ortadoğu kültürü çok fazla Arap etkisi taşıyor ve kendi adıma Arap kültürüyle aramda pek fazla ortak bir şey göremiyorum. Onlarla dinimizi bile farklı şekilde yaşıyoruz. Onlara da sorsan bizi pek kendilerinden saymayacaklardır zaten.

Öyle görünüyor ki biz Ortadoğu ile Avrupa arasına sıkışmış durumdayız biraz.

Velhasıl, bu Avrupalılık gerçeğiyle yüzleşmekten çok fazla hoşlanmadığımız bir gerçek ve Avrupalı sayılmamaktan dolayı alınganlık gösterenlerimiz dahi bir hayli çoktur.

Peki, biz Avrupa Birliği kapılarında ne arıyoruz?

Bu soruyu lütfen ciddiye alın. Gezintiye çıkıp AB’ye kahve içmeye uğramadık.

Ulusal egemenliğimizden vaz geçmekten ve bunu AB ile paylaşmaktan söz ediyorum.

Ulusal egemenliğimiz bize yük mü oluyor? Onu neden birilerine devretmeye veya birileriyle paylaşmaya çalışıyoruz?

Gelin gerçeklerle yüzleşelim, ulusal egemenliğimizi Avrupa’ya devretmeye bile hazırız, çünkü Avrupa zengin. Onlara katılırsak otomatikman zengin olacağımızı sanıyoruz.

Ne asil bir davranış değil mi? Fırsatçılık ve hak etmeden köşe dönme fikri öylesine yerleşmiş ki içimize başka hiçbir şey yok gözümüzde

Ulusal egemenliğimizi devrediyoruz, çünkü laik cumhuriyet felsefesini özümseyememiş muhafazakar iktidar sahipleri, bir türlü gerçekleştiremedikleri “sağlam dini eğitim almış nesiller yetiştirme” hayalini daha geniş dinsel hoşgörüye sahip olduğunu düşündükleri AB içinde gerçekleştireceklerini sanıyorlar.

AİHM’nin türban konusunda verdiği kararlar bu konuda onlarda bazı kuşkular oluşturmuş olabilir ama bu kuşkular henüz onların dış politikalarına yansımadı.

Ulusal egemenliğimizi devrediyoruz, çünkü ana muhalefet partisinin yöneticileri “çağdaş uygarlık düzeyine erişmek” ile “çağdaş uygarlık düzeyine erişenlerle birleşmek” kavramlarını birbirinden ayırt etmekten aciz durumda.

Ulusal egemenliğimizi devrediyoruz, çünkü Askerler, farklı yönlerden gelse de aynı yöne doğru esen bu rüzgarın karşısında durmayı göze alamıyorlar. Bunun bir nedeni de AB bürokratlarının uyum pazarlıklarında Türk bürokratlarına dayattığı “siyasette Ordu’nun etkisinin azaltılması” talebi. Muhafazakar İktidarın da ekmeğine yağ süren bu politika başarılı oldu ve sonuçta askerler pasifize olmuş gözüküyor.

Ulusal Egemenliğimizi bir kere Brüksel’e (AB’nin Başkenti) devrettik mi artık geriye dönüş yoktur. Bu bir oyun değil. “Ben artık oynanıyorum” diye küsüp gidemezsiniz. Bu nedenle şimdi zaman “Ulusal egemenlik nedir? Neden ona dört elle sarılmalıyız” konularını tartışmanın zamanı.

Bir kere AB konusu, halkın önünde enine boyuna tartışılmış değil. Halk, Avrupa’ya katılmanın işine geldiğini sanıyor ve yöneticilerde gözlemlediği Avrupacı tavır karşısında kendi seçiminden kuşkulanıp sorgulama gereği dahi duymuyor.

Halkın AB’ye katılmada birincil nedeni AB’ye girince sosyal güvenlik sorununun otomatikman ortadan kalkacağı beklentisi.


Bu beklenti birkaç yönden yanlış.

Yanlış, çünkü AB’ye girsek bile Türk halkı uzun süre birinci sınıf AB’lilerin sahip olduğu haklara sahip olamayacak. Serbest dolaşım olamayacağına göre serbest çalışma izni de olmayacak demektir. Belli bir süre çalışmadan işsizlik sigortasına ve sosyal güvenlik sistemine dahil olunamaz.

Yanlış, çünkü AB’nin kendi sosyal güvenlik sistemi ortalama yaşam süresinin uzaması ve ailelerin az çocuk yapma eğilimleri nedeniyle zor durumdadır. Bu iki faktör nedeniyle yaşlıların (yani çalışmayıp emekli aylığı alanların) genç nüfusa oranı yükselmiş, böylece sağlık harcamaları ve emekli aylığı giderleri yükselmiştir. Bu durumun görünen çözümü alınan vergileri arttırmak, emeklilik yaşını yükseltmek veya sosyal güvenlik harcamalarını (emekli aylığı, sağlık harcamaları) kısmaktır. Ya da genç nüfusa sahip bir toplumu bünyeye almaktır. Öyle ki, genç Türk nüfus çalışsın ve vergi ödesin, yaşlı Almanların emekli maaşları ödensin.

Bizim genç nüfusumuz zaman içinde Avrupalılaşınca rahat edeceğini sanmayın, AB’nin yasaları o zamana kadar defalarca değişir ve biz de o zamana kadar bu kararlarda oy sahibi haline geldiysek bile nüfusumuza orantılı bile olmayan oy hakkımızla ancak “demokratik” işlevimizi yerine getirmiş oluruz.

Sosyal güvenlikte iyileşme beklentinin tek haklılık payı şudur ki, AB hazırlık sürecinde sosyal güvenliğin en azından yasal altyapısı oluşturulur ve ulusal hükümetler AB kriterlerinin tutturulması için popülist politikalar uygulayamaz. Bu, iyileşme yolunda belli bir yol almak demektir ama bunu gerçekleştirmek için AB’ye katılma mecburiyetimiz yoktur.

Avrupa bir yandan tüm çağdaş evrensel doğruların sahibi ve yaratıcısı edasıyla etrafına yukardan bakarken, biz ise bu üstünlük tafrası altında ezilip, bize uyguladığı kriterleri sorgulamaya bile utanırken, diğer yandan ikinci sınıf Avrupalı yaratma ve bizi buraya dahil etme çabasına girmiştir. Nasıl mı? Şöyle : Avrupa bize nüfusumuz oranında temsil hakkı vermemeyi empoze ediyor. Bu da bizim oyumuzun yarım oy anlamına gelmesi demek

Biz ikinci mevki tren vagonlarını bile yadırgarken, Avrupanın gösterdiği bu ikiyüzlülük ve çifte standardı aklınız alıyor mu? Bu şartlar altında pazarlık yapmanın anlamı var mıdır?

Tüm bunlar bize açıkça gösteriyor ki kaderimizi kendi inisyatifimizle götürüp başkalarına teslim edemeyiz, etmemeliyiz. Bunun adı “ulusal egemenlikten vaz geçmektir, onu başkalarıyla paylaşmaktır”.

Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna ilk giriş başvurusu yaptığı 1963 yılında AB altı kurucu üyeden oluşuyordu. Bu tarih Danimarka, İrlanda ve İngiltere’nin birliğe girişinden on yıl önceydi ve başvurumuz Avrupa’nın böylesine bir siyasi birlik oluşturacağı düşünülerek değil bir ekonomik birlik olarak kalacağı düşünülerek yapılmıştır.

Birliğin kuruluş amacı, Avrupa ülkelerinin kendi ulusal pazarlarını birleştirip ABD ile rekabet edebilecek boyuta getirmekti.

Fakat sonrasında gerçekleşen fantezi büyümeler ve kabule edilen irili ufaklı ortaklar nedeniyle hem bu hedeften uzaklaşıldı, hem de Birlik çok zor karar alabilen hantal bir yapıya büründü.

“Avrupa Ekonomik Topluluğu” olarak başlayan ticari birlik yarım asırda geçirdiği evrim sonucu artık 25 devletli tuhaf bir uluslar arası oluşumdur.

Adı birliktir ve bir seri kurallar ve prensipler manzumesiyle ortak değerler oluşturulmaya çalışılmaktadır ama bu kadar farklı amaç, çıkar ve çelişkinin bir arada çok uzun süre yamayamayacağını söylemek hayalcilik olmaz.

Son söz olarak şunu da vurgulamakta yarar var : AB içinde çıkarları ve hedefleri bizimle benzeşen hiçbir üye yoktur. Bu ise birliğe girsek bile politikalarını kendi çıkarlarımıza uygun olarak etkilememiz çok zordur. Bunun anlamı ise AB politikalarının Türk tarımına, Türk turizmine ve Türk sanayiine uygun politikalar izlemeyeceğidir.

Nedenini merak eden Fransız çiftçilerinin son birkaç yılda yaptığı eylemlere bir baksın.

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..