Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '20

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ay'a gittim.

Ay’a Gittim.

 

 

SİZE SÖYLEYECEKLERİM VAR

 

Tane tane yazmak istedim.
Bazen bir arkadaşımın gözyaşı neden oldu hüzünleri aktarmamda,
Bazen güzel bir kızın gözlerindeki hüzün beni duygulandırdı.
Çoğu zaman dinledim.
Dinlemeyi öğrendim.
Dinlediklerim edindiklerim oldu.
Kiminin hayatı acıydı, kimininki çok acı.
Aralarda şaşırdım. Hala dedim yaşamış, hala dedim umutlu, hala dedim gülümsüyor.
Acılar mı terbiye etmişti,
Karanlık geceler korkutmuyor muydu?
Sonra tarih aldı beni benden.
Severdim sevmesine de bu kadar mı tiryakilik olurdu bu bilinmeyen eskilere?
Sonra dedim ki olmazsa olmaz var.
Neydi?
Bu AŞK elbette.
Kimininki bir ömür sürmüştü, kiminde kalmıştı, bazıları aşkın kıymetini aşkı kaybettiğinde anlamıştı.
Bazıları aşkın verdiği acının lezzetine doyamamışlardı…
Bu aşk dedim tarihte nasıldı.
Eyvah eyvahlar olsun.
Aşk o zamanmış
Nasıl diyoruz ya her şey hormonlu sahte, kirli, doğal değil.
Aşk da nasibini almıştı bu yaralayan dokunuşlardan.
Sahteleri çıkmıştı, üstelik artmıştı.
Nerede eski aşklar?
Kim kime sevdalanmıştı?
Olmazları olur hale getirenlerin yürekleri ne de büyük ne de susmak bilmeyen mücadele için derin uykulara dalmayandı. Yine şaşkındım.
Bazı kadınları tanıdım kitaplarımı yazarken; Hay Allah seni bağışlasın dedim, bazılarına beddua etmek geldi içimden.
Bazı erkeklere yazarken kıyamadım, bazıları ölsün yaşamasın istedim.
Soğuklar yaraladı her kitapta beni.
Bazen kardı üşüten, kimi zaman yağmur, talan en çok da vefasızlık üşütmüştü… Ne üşümek ama titremek yetmiyordu ki içimdeki soğuğun bilgisayar tuşlarından ekrana aktarılışına.
Analar tanıdım kitaplarımda, babalarla tanıştım.
Melek anneler, melek babalar.
Cani anneler, cani babalar.
Kıyıyorlardı evlatlarına bazıları da evlat kurbanı olmuşlardı.
Kanlar gördüm, savaşlar yaşadım.
Naftalin kokusunun esans hali bu kadar mı rayiha olurdu?
Ya bitpazarlarına ne demeliydi gerçekten nur mu yağıyordu oralara.
Camilere gittim, nurani yerlerdi.
Padişahlarla tanıştım, Türk büyüklerini gördüm.
Denizleri ülkeleri, kültürleri yaşanmışları yaşadım.
Daha neler gördüm neler.
Daha ne bilinmeyenleri bilir oldum ve daha ne bilmediklerimi Allahım ömür verirse yaşar olacağım.
Eskilerde yaşayanlarla geceler boyu sohbetler ettim.
Onlar anlattı ben yazdım.
Onlar ağladı ben teselli ettim.
Yaralananların yaralarını saranlara bakamadım ama sesimle yaklaştım onlara;
“Geçecek acın ama tarih seni hiç unutmayacak, birileri senden söz edecek, birileri ‘Ey Kahraman Türk Evladı’ diyecek.”
Yabancı diyarlarda dolaştım, ilkel-i de gördüm, çağın pek ilerisinde olanları da.
Hatta bazı dernekler, lobiler korkuttu beni.
Hu çekenler kadar, kilise ayinlerini de izledim, dinledim, inandım, inanmadım, haykırdım, bağırdım, ağladım, güldüm, sevdim, koştum yoruldum…
Belki gözlerim evet.
Belki klavye tuşları ile boğuşan parmaklarım, evet.
Ya ruhum, ya aklım tamam mı dedi.
Hayır. Her şeye rağmen, EVET- ler içindeyim.
Kim böyle güzellikleri yok etmek ister ki,
Kim benim kadar dünya gezgini, insan bileni, bilmeyeni göreni olur ki?
Ben oldum.
Hay maşallah.
Devam o zaman.
TÜRK ZİNCİRİ bitti, yayınlandı. Kitapçılarda, internet sitelerinde ve her yerde…
Şimdi:
Başka alemleri yazıyorum, astral seyahatlerle Göbekli Tepe’de buluşuyor, uzaya çıkıyor, Mısır Piramitlerinde dinleniyor, Türk Piramitlerinde soluklanıyorum. Agarta, Şambala’da olurken, dünyanın yedi halini, yedi buzul çağını, dinozorları yazıyorum ve eyvahları ve Mu Kıtasını vede Atlantis’i. Bitmedi gökyüzüne çıktım, inanın Ay’a gittim. Cosmos, beni benden aldı.

Göbekli Tepe’den eskileri de buluyorum ve yazıyorum da yazıyorum.

Bitti bitecek halde kitabım.

Bilinmeyenler, bilinmeyenler, bilinmeyenler.

Ben kitabımı bitirdiğimde bilinenler olacak, bana inanın.

Nazan Şara Şatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....