Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

19 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Ay ışığında ağladım (1)

Ay ışığında ağladım (1)
 

(Sevilmek, hatırlanmak ve bazen de şımartılmak isteği, yüreğimizin bir yerinde gizlidir hep. Turgut Erbek)

Karakışın soğuk bir günüydü...

Cemal Öğretmen, sildiği karatahtadan uçuşan tebeşir tozları arasında bir şeyler anlatıyordu. Üşüyen ayak parmaklarımı ısıtma uğraşında olduğumdan, söylediklerinin birçoğunu duymuyordum bile. Tezek sobası söndüğü için içerisi buz gibiydi ve son derste olduğumuzdan yeniden yanmasına da olanak yoktu. Birçoğumuz yaprak gibi titriyorduk. Yerimizde tepinmenin, önlüğümüzün üstüne giydiğimiz kazakların ve yeleklerin de yararı olmuyordu. Tek düşüncemiz çalacak olan zilin sesiyle dışarı fırlayıp, köyümüze doğru koşmaktı. Hareketsiz durduğumuz sürece daha çok üşüyeceğimizin bilincindeydik.

Dakikalar saat gibi geçmek bilmiyordu. Bazı arkadaşlar, sıtma nöbetine tutulmuş gibi titremeye başlamışlardı. Öğretmeninin bakışları üzerimizde fener ışığı gibi dolanıp duruyordu. Kolundaki saate bakıp, anlatacaklarını özetlemeye başlayınca zamanın yaklaşmakta olduğunu anlayıp sevindim. Arada bir burnunu çekip, ellerini ovuşturanların sayısı artmasına karşın, seslerini yükseltip öğretmenin ve onu dinleyen arkadaşların dikkatlerini dağıtmaya cesaretleri yoktu.

Duvardaki ilkbahar ve yaz aylarını gösteren fotoğraflara bakıp hayal kurmadığımı söyleyemem. Resimler içimi ısıtacakmış gibi gözlerim oraya çivilenmişti. Karatahtanın üstüne çiviyle asılan, siyah çerçevenin içinden bakan Atatürk’ün gözlerini üzerimde hissediyordum. Fotoğrafa baktıkça içimin ısındığına yemin edebilirim. Tam o anda öğretmenin, 30 Ekim Kars’ın kurtuluş gününde yaptığı konuşmayı anımsadım. Atatürk’e olan sevgim ve saygım bir kat daha arttı.

Yanılmıyorsam o gün öğretmen aynen şunları söylemişti, “1877-1878 yıllarında yapılan Osmanlı Rus Savaşı’nda, Ardahan ve Batum’la birlikte yenilginin tazminatı olarak şehrimiz de Ruslara verilmişti. 28 Eylül 1920’de Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa Sarıkamış yönünde harekete geçerek, 29 Eylül’de önce Sarıkamış’ı kurtarmış. Daha sonra ise, TBMM Hükümeti’nin 'Doğu Harekatı’nın Kars’a dek uzatılmasını istemesi üzerine; Doğu Cephesi birlikleri 28 Ekim 1920’de yeniden saldırıya geçti ve 9. Kafkas Tümeni 30 Ekim’de Ermenilerin direnişini kırarak Kars’a girdi...”

O an Atatürk’ün çakmak çakmak yanan gözlerine bakarak. “Kırk iki yıl düşman işgalinde kalan kentimizi kurtardığın ve bizlere sunduğun olanaklar için teşekkür etmek her zaman boynumuz borcudur. Hedefimiz, bizlere emanet ettiğin vatana yararlı birer insan olmak ve gösterdiğin yoldan yürümektir, ” dedim içimden Sonra, Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden kaç yıl geçtiğini düşünmeye başladım. Gözlerimi yumup, kafamdan hesaplıyordum ki öğretmenin, “Bu yazdıklarımı defterlerinize not etmelisiniz;” dediğini duyunca kendime geldim.

Üçüncü sınıflar tahtaya yazılanları aceleyle defterlerine geçerken, biz çantalarımızı hazırlamanın telaşına düştük...

Gözlerimiz pencereden görünen pürüzsüz beyazlıkta, kulaklarımız her an çalacak olan zildeydi. Ne açlıktan kurbağa gibi guruldayan midemizi düşünüyorduk, ne de kasıklarımıza kadar bata çıka gideceğimiz uzun, karlı yolu. Biran önce dışarı fırlamak için yerimizde duramaz, yetmiş kişilik dersliğe sığamaz olmuştuk.

Öğretmen son konuşmasını yapıp iyi tatiller dileğinde bulunmadan, biz çantalarımızı çoktan hazırlamıştık bile. Zilin çalmasıyla birlikte, düşmana saldıran askerler gibi kapıya doğru hücuma geçtik.

Bağını koparan deli taylar gibi koşturuyorduk. Biran önce kendimizi dışarı atmak için öylesine acele ediyorduk ki, yere düşenin elinden tutup kaldıran oldu mu, onu bile anımsamıyorum.

Cemal Öğretmen, her zamanki gibi kapının önündeki yerini almıştı. Dirsekleri aşınmış kahverengi ceketinin düğmeleri ilikliydi. Beyaz gömleğinin üstünden giydiği, piramit desenli el örgüsü “V” yaka gri kazağının altından kravatının üçgen düğümü görünüyordu. Arkaya taradığı siyah saçlarının bir tutamı geniş alnına düşmüştü. Üst dudağını tamamen kapatan gür bıyıkları, ağzına dolacakmış gibi görünüyordu.

Yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki sevecen bakışları yine üzerimizdeydi. Bir buçuk günlük tatil bitmeyecekmiş gibi üzüldüğüne emindim. Çünkü o öğrencilerinden ayrı kalmayı sevmeyen biriydi. Öğrencilerini baba şefkatiyle kucaklar, herkesin sorunuyla tek tek ilgilenirdi. Ailesiyle sorun yaşayan bazı çocukların ilk gidecekleri kişi kendisiydi. Öğrencilerini korumak adına, birçok veliyle tartışmış ve istediği sonucu elde edene kadar yılmamıştı. Onca çabalarına karşın başaramadığı tek şey, bizim köydeki kız babalarını ikna edemeyişiydi ve bunu kendine onur meselesi yapıyordu. Her fırsatta bunu dile getirmeyi de ihmal etmiyordu. Bizim köyden kimi görse aynı konuya açıyor, adamları ikna etmek için ellerinden tutup okula sokarak, kız öğrencileri gösteriyordu. Bazen onunla yetinmeyip, okulun ve eğitimin çocuklara kazandıracaklarını, okumanın yararını anlatmaktan da bıkmıyordu. Çabalarının sonuç vermemesinden yılmadığı gibi, kızların bir gün okula kaydolacakları umudunu da yitirmiş değildi.

Önünden geçen çocuğun saçlarını okşayarak:

Not : Devam edecek...

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..