Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

24 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Ay ışığında ağladım (3)

Ay ışığında ağladım (3)
 

Yorulmak nedir bilmeden birbirimize çelme takıp yere düşürüyor, sonra da çın çın öten bir sesle karnımızı tutup, gözlerimizden yaş gelinceye kadar gülüşüyorduk. Bir ara çığlıklar atıp, tepelere çarparak bize geri dönen yankısını dinledik. Temiz ve duru havada ıslıklarımızı yarıştırdık...

Darılmaca, küsmece yoktu. Yapılan her türlü şakaya ve eğlenceye açıktık. Öylesine coşkuluyduk ki, köye varınca eğlencemiz devam edeceğe benziyordu. Etmeliydi de. Yoruluncaya, kolumuz bacağımız kıpırdayamaz hale gelinceye kadar sürecekti...

Açlık, susuzluk umurumuzda değildi. Oynadıkça ısındık, ısındıkça hızlandık...

Köye yaklaşınca sataşmalar, kızdırmalar arttı. Bir noktadan sonra oyunun ve şakanın dozu kaçmıştı. Bilinçli olarak kızdırılanlar, ağza alınmayacak küfürler savuruyordu. Ama uğultu öylesine yoğundu ki, birçoğu kendisine savrulan küfürleri duymuyordu bile. Duyanlar ise duymamış gibi davranarak, yaptıkları yaramazlıklara devam ediyordu.

Bazı arkadaşlar buzun üstünden geçerek, çayın diğer tarafına ulaşmışlardı. Karşılıklı bağrışmalar, laf yetiştirmeler...

Köyün bir başından girince, evleri yakın olanlar istemeyerek de olsa evlerine yönelmeye başladılar. Ama akılları hala oyundaydı. Yollarını gözleyen anne ve babaları seslenmese, bizimle köyün içine kadar geleceklerdi. Hem gidiyor, hem de anasından ayrılmış kuzular gibi geri dönüp bize bakıyorlardı. Bir işaretimizle yanımıza gelmeye hazırdılar. Ama kimse onları geri çağırmaya cesaret edemedi. Neden yapmadığımızı da tam bilemiyorum. Ya anneleri ve babaları tarafından azarlanmaktan çekindik, ya da üşüdüklerini düşünerek vazgeçtik.

Büyükler bile toprak damlı evlerin üstüne çıkıp bizi seyrediyor, çocukluklarına geri dönüyorlardı. Gülümsediklerini, kıskandıklarını, iç çektiklerini biliyorduk. Bizler bir an önce büyümek için can atarken, onların bizim yaşlarımızda olmak istediklerine emindik, çünkü bunu birçoğundan duymuştuk. Oynadığımız oyunlar bile onların bize öğrettikleri, onlara da büyüklerinden kalan değer biçilmez miraslardı. Bizler de zamanı gelince bizden sonra gelenlere devredecektik. Hem de hiçbir yerini değiştirmeden, kendimizden bir şeyler katmadan.

Güneşin etkisiyle yumuşayan kar, sanki bizi kartopu oynamaya çağırıyordu. Bu fırsatı kaçırmamız düşünülemezdi. Aramızdaki kartopu savaşı yeniden başladı. Hem de ne savaş... Kartopları bağrışmalar arasında havada kuş gibi uçuyor, tepemize yağmur gibi iniyordu. Birinden kurtulsak, değerini savuşturmamız olanaksızdı...

Annemin teyzesi oğlu Sadi derenin öbür tarafından, nereden bulduğuna hayret ettiğimiz taşları, kartopunun içine koyup bize doğru savurmaya devam ediyordu...

Arkadaşıma bağırdım:

"Beyler!.. Bana biraz kartopu hazırla, Sadi beni perişan etti!"

Beyler, benimle alay eden bir ses tonuyla:

"Attıklarından bir tanesini bile değmiyor, " dedi.

Beceriksizliğimi örtmek için bahanem hazırdı:

"Ayağım kayıyor, yamaçta duramıyorum ki!"

"Kısacası vuramıyorum desene!"

"Vurmadığımı nerden biliyorsun?"

"Attıklarından bir tanesinin bile değdiğini görmedim."

Onu mahcup etmek için elimden gelenin en iyisini yapmak istememe karşın, bir türlü başarılı olamadım. Tavşan gibi sağa-sola kaçarak kendini kurtarıyordu.

Tam köprüye yaklaşmıştım ki:

"Ah!... Yandım!.." diye bağırdım.

"N'oldu Umut?"

"Başım!.."

Başımda bir sıcaklık hissedince, elim ister- istemez oraya gitti. Elimi geri çektiğimde, parmaklarıma kan bulaştığını gördüm. O an gözlerim karardı ve yere kapaklandım.

Gerisini anımsamıyorum..

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..