Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '11

 
Kategori
İstanbul
 

Ay nerde doğsa oradaydık

Ay nerde doğsa oradaydık
 

İstanbul / Kadıköy


Bazı mekanlar yalnızca Ezgi'nin Günlüğü çalar. En işlek caddelerin hemen alt sokağında, genellikle giriş katlarında, beni zaten , birlikte vazgeçemediğimiz fesleğenleri ile çağıran, demir parmak pencereli, ahşap basamak gıcırtılı mekanlardır bunlar. Çay isterseniz bergamot aromalı gelir. Portakalları kendileri sıkar, keklerini  deneme yanılma ile her hafta çeşitlendirirler. Cd çalar tutukluk yapınca  birkaç kez vurup,  olmadı cd yi çıkarıp kolonyalı mendil ile siler, sokağa yeniden  *mutlu olmak varken şu Dünya da* çalmaya devam ederler. .

2 yıl önceydi, buldum bir tanesini. *kardeşim kadar eski bir sokakta* görüverdim. * bir sabah çıksam kaybolsam* gününde. Kadıköy’de..’’ Menengiç kahvesi’’ dedi, canımı yedi. Her kadının ileride açmayı hayal ettiği küçük pasta / çay evi naifliğinde kekler pişirip çaylar yapıyordu. Hani öyle herkes gelsin derdinde de değil. Kendi halinde. Sakin. Sokağa birazcık da *seni düşünmek güzel şey* salarak. Zaten bunu da O’nu düşünürken  yapıyordu  namussuz. Duvarda sazları vardı, eski tarım aletleri, fotoğraflar, yine böyle bir mekanın duvarında ilk kez rastladığım el örmesi bir patik, toplanılmış ve bereketli hale getirilip duvara asılmış baharatlar…Başlı başına taştan duvarlar..ve bir de *belki de yanlış bir Leyla*. 

Sonradan bir şey öğrendim; bu efsunlu yerin önünden  *Zerdaliler* gelip geçer, selam ederlermiş. Bir daha sevdim. Sonraları tavla pulunun eksik olmasına, bekletilmeye, cebimde yalnızca iki liramın kalmasına hiç kızmadım .

Her gidişimde kaldığımız yerden devam ediyorduk. Ve her gittiğimde ayrı yerine oturuyordum. Susardım. Dinlerdi. ‘’Saçların’’ dedi  bir gün ‘’uzuyorlar’’. ‘’Bu ara sık gelmiyorsun görür görmez farkettim’’  O da biliyordu sevenini, gözlüyordu inceden. Çok sıkıldığı bir muhabbet sırasında,’’ bugün şu gelse‘’ diyordu. En tuhafı da anlıyordu beni. Çaldığı parçalardan anlıyordum ben de. * ah küçücük gemi sulara attın şimdi kendini, delisin* der gibi bakıyordu gözlerim ne zaman dolacak olsa. Ya da O böyle dediğinden doluyordu gözlerim. Bana çıkan bir yol vardı , küçüktüm. Ben de yürümekten korkmuyor ama hiçbir sokağın, sakininin adını bilmiyordum.O semtte bulduğum çocuk parkından farksızdı ilk başlarda benim için. Arada kaçıp dinleniyordum. Ama sonraları; Beni o sokaklara salan Zerdalimi cebimde getirdiğim bir park oluvermişti. Biz de oyun arkadaşı. *Ağladığımız gecelerde şarkılar söyle* yip kurtuluyorduk. İkimiz de oyuncak kırmıştık. Hem paylaşmak istemeyecek kadar ürkek hem adam akıllı bir oyuna hasrettik.

Vakitler ilerledi saatler terledi.. Günler geçti , evler,  sokaklar daha da büyüdü. Yabancılar girip çıktılar. Kış geldi kar yağdı. Bahar geldi bir kez daha açtı Zerdaliler. Her zamankinden güzellerdi. Hep güzel olacaklardı. Sonra ben de büyüdüm. Geçenlerde yine gittim. Hemen tanıdı. Gözlerim hiç değişmemiş. Bir tek onlar değişmezmiş zaten. Sadece başka bakıp şaşırtırlarmış. Gülümsedi, gülümsedim. Bu büyümüş küçüklüğüm ile gideceğim hiçbir parkı sevmeyeceğimi biliyordu. Başka hiçbir park tanımak istemediğimi biliyordum ben de. * Elleri var karanlığın, dokununca korkma sakın* dedi kapıyı çekerken..

Bitti.

 
Toplam blog
: 9
: 1079
Kayıt tarihi
: 11.03.11
 
 

1990 yılında Kastamonu'da doğdu. Bir gitarın -re- teli olarak yaşamına devam etmektedir...