Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ayakkabım yok diye üzülüyordum...

Ayakkabım yok diye üzülüyordum...
 

“Ayakkabım yok diye üzülüyordum; ayağı olmayan adamı gördüm.” Sanırım, Fars ya da Arap atasözü. Ve müthiş etkileyici.


Sanki bu oryantal kültür, bugünkü tatminsiz ve vahşi tüketim toplumunun marifetlerini, ta o zamandan görmüş olacak ki asırlar önceden uyarmış insanlığı. Satın aldıkça alan, yine de aldığından mutlu olmayan, moral bozuklukları ve can sıkıntılarını alışveriş yaparak üzerinden atabileceği kandırmacasıyla kandırılmış, sürekli “almaya” endeksli toplumun prototipleri çok yakın çevremizde, belki de içimizde.


Oysa ki biz “vermenin” taltif edildiği, “veren el, alan elden evladır” zihniyetinin, genetik ve kültürel kodlarımıza ilmek ilmek nakşedildiği bir kutlu coğrafyanın ve kadim kültürün içinden yoğrulduk, o maya ile mayalandık geldik, gelmiştik.


Önce, kaynağı belirsiz sözde atasözlerimiz kanımıza girmeye başladı: “almadan vermek Allah’a mahsustur”. İşte kırılma noktası buradadır. “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” zihniyeti.


Vay canına yandığımın vahşi kapitalizmi, vay ocağına incir ağacı dikilesice kan emici emperyalizm ve vay benim iliklerine kadar tahrip edilmiş, medeniyetlere beşiklik etmiş olan kutlu, kültürel iklimim.


Öyle bir zamandayız ki baba oğluna, kız anasına, ağabey kardeşine, bacı ablasına faizle borç verir günlere kaldık. Aile içi şiddet ya da ensest hepimizin dilinde ama aile içi tefeciliğin, kimseyi zerrece ilgilendirmediği apaçık ortada.


Sahip olunan, nohut oda bakla sofa evlerin mutluluk dolu huzurunun yerini; orada burada mantar gibi biten tv dizilerindeki ideal model(?), jakuzili, yüzme havuzlu, sekiz oda beş banyolu, salonunun bir köşesinde barı, barının en görünen yerinde pahalı yabancı içkileri olan mutlu(?) azınlık evleri aldı. Bu evlerde yaşanan aile problemleri, aldatmalar, kan dökmeler, şiddet, cinsel istismar, intiharlar, gerilim, mutsuz insanlar ve entrikalarsa kimsenin umurunda değil. İlla ki jakuzi, illa ki elsidi(lcd).


Çocuklar, çocuklarımız. Yarının bizleri. Yarınsız bugünlerimiz. Bugünsüz dünleriz biz.


Bir dostum; çocuğunun, marketten “alalım” dediği şeyleri, “hayır olmaz, ondan evimizde var zaten yavrum” deyip o anda almadığını ama belki canı çekmiştir diyerek, çocuğuna fark ettirmeden alıp, evde kendisine verdiğini anlatmıştı. Hoşuma gitti ama nereye kadar?


Şu anda, özellikle belirli semtlerin okullarında ve özel eğitim kurumlarının neredeyse tamamında, daha ilkokul çağlarındaki çocukların ellerinde, otuz dört yaşındaki benim bile ihtiyaç duyup almadığım özellikteki cep telefonları, cep bilgisayarları var.


Beş yaşındaki erkek çocuklar, markalı ayakkabı; aynı yaştaki kız yavrularımız ise bilmemne markalı bebek istiyorlar. Hadi bugün tarih oldu diyelim, nostalji yapmanın ne anlamı var kardeşim diye yakınalım; içi kumaş parçası dolu, annelerimizin diktiği bez bebeklere ve top sahasında maç yaptığımız kes ayakkabılarımıza. E o zaman neden bu çocuklar mutsuz? Neden tatminsiz hala bu yavrularımız?


Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındaysa ve hala yüzleri gülmüyorsa; ana-babalar daha ne yapsın kardeşim mi diyeceğiz?


Sevgisizliklerimizi, manevi tatminsizliklerimizi, ayakkabımız yok diye üzülmek yerine ayağı olmayanlarımızı düşünelim baylar ve bayanlar.


Benim, bilinçaltlarının en dip köşelerinde, hala kadim Anadolu kültürel ikliminin zerre kırıntıları kaldığına inandığım kardeşlerim, arkadaşlarım.


İşimiz zor, işimiz hem de çok zor. Karşımızda bir global dev, bir küresel kan emici ve tahrip edici var. Üçüncü ve dördüncü, beşinci dünya savaşları çoktan yaşandı ve yaşanıyor. Kaleler içten fethediliyor. Zehirler, damar damar zerk ediliyor. Ve bizim ruhumuz bile duymuyor. Ilık suya atılıp, sonra ateşe koyularak kaynatılıp ölüme terk edilen sudaki kurbağalar gibiyiz. Ölüyoruz ama işin kötüsü bunun da farkında değiliz.


Bu savaşın galipleri; evlerimize, yatak odalarımıza, yataklarımıza kadar girmeyi başaran ve başta çocuklarımız olmak üzere bizleri sosyal ve kütlesel esaretinin pençeleri altına alan küresel firmalar ve onların arkasındaki global güçlerdir.


Kimse birbirini de, kendini de kandırmasın. Özgürleştik, bireyselleştik, insan hakları, demokratikleşme, sosyal adalet, toplumsal sorumluluk, çevrecilik, şuculuk buculuk masalları ve martavalları da okumasın.


Evdeki on beş çift ayakkabının üzerine, keşke bir de, DG’den süet ayakkabı alabilseydim diye üzülmek bizlere mahsus. Ayağı olmayanların ise “canı cehenneme”(?).

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..