Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Ayarı kaçmış tütsülü siyaset

Ayarı kaçmış tütsülü siyaset
 

Eski zamanlarda bir şehir düşünün

Bir şehir düşününki, kış günü kalabalık geniş caddelerinde, parklarında dolaşan insanların en doğal hakkı olan nefes almanın sınırlarını zorlayan kömür karasının çıkardığı sis nedeniyle ciğerlerinin tıkanmaması için maskeli yada atkı ile dolaşıldığı, Egemen ve doğal bir renk olan beyaz karın bile daha havadayken gri ye dönüştüğü bir yerleşim yeri..

Bir şehir düşünün..

O şehir..

Ankara.

Ankaraydı..

Yıl 1982

12 Eylül 1980 den sadece 1 yıl sonra

Aylardan ocak

İlk kez büyük bir şehri görmenin heyecanı içersindeyim. Henüz gün yeni ağarıyor.

Otobusten inip, gardan taksi kiralayıp Cebeci Tevekküller sokağa götürmesini istiyorum. Şaşkınlık içinde hareket halindeki taksiden yarı karanlık, memur ve öğrenci şehrini ürkek gözlerle izliyorum. Yarım saatlik yolculuk sonrası ( !! ) numarada taksi duruyor.

- Tamam işte burası ( !! ) numara

- Teşekkür ederim.

Aşağı iniyorum. Önümde iki katlı ahşap bir gece kondu. Sokak bom, boş. Etrafta ürketen bir sessizlik var. İnsanlar sıcacık yataklarında hala uykularının en doruk noktasında. Bahçe de akşamdan yağan yarım metre yerde birikmiş olan gri karın üstünde bata, çıka yürüyerek alt katın kapısına geliyorum. Kapıya vuruyorum. vuruyorum, açan yok. Üst kattaki komşu kadın kapı gürültüsünü duymuş olacakki, pijamasından sarkan göğüsleri eliyle tutarak pencereden aşağıya bakıyor..

- Kim o?

- Afadersiniz hanfendi Hürriyet burda mı oturuyor.

- Evet..

- Ben onun dayısının oğluyum. Geleceğimden haberi var. Kapıya vuruyorum ama açan yok.

- Evde yok. 1 hafta önce halasına gitti.

- Hadi yaa.. Eee.. Nolcak ben şimdi kapıda kaldım.

- Kapının üzerindeki kiliti zorlayın açılır.

- Öylemi.. Teşekkür ederim. Sizide rahatsız ettim. Özür dilerim.

Zaten eyrelti duran tahtadan mavi boyalı kapıyı zorluyorum. Kilit açılıyor. İçeri giriyorum. 9 metrekare iki küçük oda. Ağır rutubet kokan gecekondunun nemli, kireci dökülmüş duvarlarına, aşağıya doğru meyil almış tahta tavanlarına göz gezdiriyorum. Köşelerde iki demir ranza ve camın kenarında bir tahta masaya iliştirilmiş 2 tahta sandalye. 18 saatlik yolculuk sonrası yorgunum, uykusuzum ve üşüyorum. Yorganı kaldırıp elbiselerimle öylece yatağın birine giriyorum.

Dalmışım..

Büyük bir gürültü ile kapılar tekmelenerek içeri giren daha gözümün birini bile açmaya fırsat vermeyen başımda iki tane devasa adamla burun buruna geliyoruz...

- Kalk lan çabuk kimliğini çıkar, ellerini yukarı kaldır, dön arkanı, duvara yaslan..

- !!!.

- Ne işin var bu evde senin

- !!.. Ama, ama, ama kadın bana dediki Hürriyet'in evi burası!! Hürriyet'in evi değil mi burası!!?

- Nerden tanıyorsun lan sen Hürriyet'i?

- Niye, ne oldukine..

- Konuşma fazla, soruma cevap ver sen

- Dayısının oğluyum.

- Buraya niye geldin?

- Dersaneye geldim. Kursa gidecem.

- Ne kursu?

- Ünüversiteye hazırlık kursu.

- Nerde o?

- kim nerde?

- Hürriyet

- Bilmiyorum nerde?

- Ulan soruma, soruyla karşılık verme. Gebertirim seni şimdi. Sağcı mısın, solcu musun?

- !!!.

- Söyle laaan, sağcı mısın, solcu mu?

- !!.. Ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum ben, futbolcu.

- Bak bide dalga geçiyor. ?=)(/&%+^’! Soruma cevap ver?

- Abicim ne dalgası, ben gerçekten lisanslı futbolcuyum.

- Şimdi bi çakarım sana öğrenirsin fulbolculuğu. Siyasi fikrin ne, söyle hadi..

- Sağcıyım

- !!.. Nee.. Sağcı mı!!.. Yalan söyleme lan..

- Ağabeycim ne yalan söyleyecem. Sağcıyım işte..

- Ne işin var lan o zaman bu kominist in evinde

- !!.. Bizim Hurriyet kominist mi oldu!!.. Yok abicim bir yanlışınız var. Onun babası imamdır. Bi yanlışınız olmasın.

- Hadi lan. İmamın oğluymuşmuş. İçeri girip çıkan bendim dimi. Sende müftünün oğlumusun.

- Yok, benim babam keresteci..

- Ulan bi çakacam sana şimdi..

- Abicim doğru söylüyorum. Benim babam müftü değil, keresteci..

Diğer adamın "Tamam bırak çocuğu, ondan başka kimse yok, hadi gidelim" demesinden sonra yakamı bırakıyorlar. Etraf dipten, köşeden aranıyor. Sanki hiçbir şey olmamış gibi gidiyorlar. Ben öylece ellerim havada duvarın kenarında kala kalıyorum. “Neydi lan bu, neydi hıı“ diye kendi kendime soruyorum. Bir yandanda yarım kalmış uyku gözümden akıyor. Yatak beni “hadi, hadi gel” diye çağırıyor. “Olm rüya görüyorsun galiba hadi yat uyu” deyip, yatağa, yorgana sarılıp kaldığım yerden devam ediyorum.

Oda kapısının çıkardığı cazırtılı gürültüden irkilerek tekrar uyanıyorum. Hürriyet karşımda.

- Oo.. günaydın, dayıoğlu hoş geldin

- Hoş bulduk. Saat kaç oldu.

- İki

- Hadi ya o kadar oldu mu

- İyi uyumuşsun heralde.

- Hı, hı.. yav sen hapisemi girdin Hürriyet?

- Evet ne oldukine

- Hımm. Demekki rüya değilmiş...

- Hayırdır.

- Boş ver önemli değil.

Sözde hala oğluna canı sıkılmasın, üzülmesin diye yaşadığım ilk olayı hiç ona anlatmadım. Ama gelin görünki ilerleyen zamanda her hafta eve her gelen yabancı birinin ardından düzenli bir polis baskını yedik.

Evde kaldığım 4 ay boyunca Ankara'nın en solcu mühendis olacak öğrenci militanları Bursalı Hamdi ile Beatles dinleyip, hapisten yeni çıkmış Zonguldaklı Sabri ile ellibir oynadık. Kah aç kaldık, kah aramızda para toplayarak akşamları hep birlikte aynı tencereye kaşık salıp, kurufasulyeyi, kelle soğanını ziyafetten sayıp, fıkralarla gülüp eylendik.

Gece geç saatlere kadar, ayarı kaçmış iktidar hırsı olanların sözde hukuku kullanarak, hukuksuz bir şekilde sağcı, solcu, etnik kimlik, bölge ayrımı yapmadan suçları sadece örgütlü ve bilgili toplumu savunan Anayurt un gençlerinin üzerinde vahşice işkence tekniklerinin nasıl denendiğini nasıl bir insanlık suçu işlediklerini, kaçışı mümkün olmayan ceza evlerinde kurulan darağaçların üç ayağının gölgesinde, yağlı urganların boyunlarına ilmek yapıp nasıl dolandırılğını, soğuk zindanların beton duvarlarının derinliklerine gömülen, gencecik yüreklerin inandıkları sevdaları yerine, korku, ölüm ve gözyaşının nasıl aldığını, nice, nice gerçek hikayelerini, yaşayan canlı şahitlerinden dinledim.

Ahlakın ve hukukun temeli olan adalet ibresinin ne yazikki her zaman güçlüden yana olduğunu, "Emperyalizme hayır” diyerek bağımsızlığının ve özgürlüğünün, Türk milletinin en vazgeçilmez unsuru ve olmassa, olmazı olduğunu ben, sağcı olan ben varya o zaman solculardan öğrendim.

İşte o zamanlar birileri onlara solcu, bizede sağcı, dediler.

Bizleri şu üç günlük dünya da birbirimizle kavga ettirdiler.

Akan kanımızı içtiler.

Bu gün onlara laik bana da antilaik diyorlar.

Daha dün sevdiğim ve saygı duyduğum halaoğlu Hürriyet le konuştuk. “Zonguldaklı Sabri ne yapıyor. ondan haber alıyor musun” dedim “Sabri vefat etti” dedi. “Hadi ya çok üzüldüm çok. Daha çok gençti. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet, Peygamberimize komşu olsun inşallah “ dedim.

Ahh.. ahh.. Ankara

Dile gelse de konuşsa şu Ankara..

Ahh.. Ankara ahh..

Ahh.. diyorum çünkü; ayarı kaçmış tütsülü siyaset yapanlara bakıyorumda, blogları ve yorumları okuyorumda “İşkence gördüğümüz için, işkence bir insanlık suçudur“ diyen birinin ardından hala kavga yapmak isteyen ülkemde ne inat insanlar varmış.

Saygılar..

 
Toplam blog
: 97
: 1839
Kayıt tarihi
: 13.03.07
 
 

İnsanım, eşitlikten ve hak’tan yana olan. Hiçbir şeye duyarsız olamadım. İnsanım ve merak ediyoru..