Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '09

 
Kategori
İstanbul
 

Ayasofya'da büyülenmek

Ayasofya'da büyülenmek
 

Ayasofya!
O görkemli kilisenin içerisinde, yüzyılların havasını teneffüs etmek sanırım yaşamın en güzel tatlarından birisi olsa gerek.

Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş.

Yanlış okumadınız.
M.S. 532-537 yılları arasında inşa edilmiş Ayasofya Kilisesi.
1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından feth edilmesi ile birlikte bu devasa, heybetli ve ihtişamlı yapı camiye dönüştürülmeye çalışılmış.

Yüzyıllardan beri İstanbul’un tarihi yarımadasında yaratmış olduğu o muhteşem silueti akıllara durgunluk verecek düzeyde.
Kuşkusuz insanın aklını karıştıran bir durum var ortada.
İnsan eliyle yapılmış olan bu ihtişamlı yapı, üzerinden onca yıl geçmesine karşın dimdik ayakta duruyor.
Onca depremler görmüş, onca savaşlara tanıklık etmiş ve ardı arkası kesilmeyen felaketler yaşamış olmasına rağmen ihtişamından ve heybetinden hiçbir şey kaybetmemiş Ayasofya.
Bir mabed olarak insanlık tarihine damga vurmuş ve her dönem tartışmaların odak noktası haline gelmiş.

Ayasofya’nın duvarlarındaki süslemeler ve mozaik sanatının çeşitli örnekleri bu günlere kadar itinayla korunmuş ve turistlerin ilgisine sunulmuş.
Her bir noktası insanı büyüleyecek kadar etkileyici olan Ayasofya, Tanrının İstanbul’a bahşettiği en önemli tarihi yapılardan birisidir.

Ayasofya’nın hemen karşısında bulunan Sultan Ahmet Camisi ise iki büyük dinin birbirine meydan okumasının simgeleri haline gelmiş.
Hangisi daha ihtişamlı?
Doğrusu bu konuda herhangi bir şey söylemeye gerek yok ama İstanbul bu yönü ile insanı dolaysız olarak etkisi altına alabiliyor.

Ayasofya’nın içerisinde dolaşırken bir an için Antalya’nın o insanı canından bezdiren sıcakları geldi aklıma.
Ayasofya’nın içerisi buz gibiydi ama dışarıda müthiş bir sıcak vardı.
İnsanlar sıcak yüzünden yürümekte zorlanıyordu ve kendisini o sıcaklarda Ayasofya’nın içerisine atanlar bir anda insanı kendisine getiren serinliğin kucağına düşüyordu.
İçerisi hayli serindi.
Bayezit’ten itibaren yürüdüğümüz o uzun yolun sonunda bir hayli bunalmıştık ve kendimizi zorda olsa Ayasofya’nın içerisine atıvermiştik.
İçeride serinledik.
Yaklaşık bir saatlik inceleme ve gözlem sonrasında Ayasofya’yı yerinde bırakıp yolumuza devam ettik.

Yıllar önce iki kez daha gitmiştim Ayasofya’ya.
Ne varki gündelik yaşamım içerisinde defalarca önünden gelip geçmiştim.
Hemen yanı başındaki bir çimenlik üzerinde, üç arkadaş bira içmiştik ve bir tarafta Sultan Ahmet’e baka kalmıştık ve hemen diğer tarafta Ayasofya’nın o ihtişamlı görüntüsü üzerine çeşitli konuşmalar yapmıştık.
Yıl 1990’dı
O günler geldi aklıma.
Nede güzel günlerdi.

Arkadaşım anlatmıştı.
Onun deyimi ile Cenabi Mustafa Efendi şöyle ifade etmiş.
“Fatih Ayasofya’ya girdiği anda ezan okutmuş ve hemen ardından iki rekât namaz kılmış. Fatih Ayasofya’ya yaya olarak girmiş, oysa Bizanslılar Ayasofya’ya at ile girerlermiş. Fatih Sultan Mehmet’in emri ile üç gün, gece ve gündüz çalışılıp camiye çevrilmiş Ayasofya Kilisesi ve bir de minare inşa edilmiş.”

Ayasofya’da büyülenmek ve havasını teneffüs etmek çok güzeldi.


 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..