Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Aydın Doğan' ı incittiler

Aydın Doğan' ı incittiler
 

Sevgili blogcular neredesiniz? Yoksa haber mi atlıyorsunuz? İşinize gelenlere eyvallah, diğerlerine almayayım mı diyorsunuz? Hani bir türban, bir Malezya davanız vardı, Türkiye'ye ılımlı İslam gelecekti. Tozu dumana katmıştınız.

Şimdi, gazetecilik adına, demokrasi açısından önemli bir olay var. Bana göre, yukarıda bahsettiğim ve iç siyaset hesaplarına yönelik sizin sanal olaylarınızdan çok daha önemli bir olay gündemimizde. Hani neredesiniz?

Sizin yere göğe sığdıramadığınız ve yine sizin kovulma kelimesi yerine özenle işine son verildi dediğiniz Emin Çölaşan rekor sayılabilecek bir sürede bir kitap yazdı. O, çekinmeden "Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi " dedi...

Bu kitapta öyle şeyler yazıyor ki, rejimi kökünden etkileyecek, sarsacak şeyler;

Düşünebiliyormusunuz, Basın demokrasinin vazgeçilmez unsuru, olmazsa olmazı, dördüncü kuvveti ama, Basınımızın % 50' sine sahip medya grubu bugünkü iktidarın baskısıyla iktidarın güdümüne girmiş, diğer % 50' nin en önemli kısmı TMSF' nin elinde, dolayısıyla o da iktidarın güdümünde, Basının kalan kısmının ise kamu oyunu etkileyecek bir gücü yok.

Bir demokrasi için bundan daha tehlikeli bir fotoğraf olabilir mi? 90' lı yıllarda, neredeyse her gün yeni bir yolsuzuluk ortaya çıkaran özgür basınımıza rağmen, yasal engeller nedeniyle yağmayı engelleyemedik, siyasi sorumluları cezalandıramadık ama, halkımız basının sayesinde öğrendiği siyasi sorumluları seçim sandığına gömdü, onları siyaseten cezalandırdı.

Basına rağmen, göz göre göre yağmalanan Türkiye, bugünkü iktidarın Basını esir almasıyla, yani Basınsız, bugün nasıl yağmalanıyor ve yağmalanacak, düşünebiliyormusunuz? Yağmalanacak ve bizim haberimiz bile olmayacak!

Çok merak ediyorum; Emin Çölaşan bu yazdıklarına, acaba kendisi gerçekten inanıyor mu?

Ben kendisine inanmak istiyorum. Yıllarca Hürriyet gibi bir gazetede köşe yazarlığı yaptı, söyledikleri belki doğrudur diyorum, emin olmak için tekrar tekrar araştırıyorum;

Hürriyet İnternet'e bakıyorum, köşe yazarları o kadar çok ki sayfaya sığmıyor. Hepsini tek tek sırayla okuyorum; bir tane iktidar lehine yazan yok. Bırakın lehe yazmayı, bir çoğu Başbakan'a hakaret sınırlarını çoktan aşmış bile.

Milliyet İnternet'e bakıyorum, onun da Hürriyet'ten geri kalan kısmı yok. Sadece iki yazar iktidarın politikalarına paralel yazı yazıyorlar ama yeri geldiğinde, uyarı ve eleştiride onlar da diğerlerinden geri kalmıyorlar.

Doğan Medya'nın amiral gazeteleri bunlar, diğerlerini incelemeye gerek görmüyorum.

Bu mu iktidar güdümünde gazetecilik? Bu mu "Mütareke Basını" ?

Evet, Basın özgür olmalı. Basın basın için olmalı. Basın ticarete alet, ticaret için bir araç olmamalı. Hatta bana göre, siyaset için de bir araç olmamalı. Sadece ve sadece özlenen demokrasinin amacı olmalı basın.

Ama bir ülkede sistem bozulunca bundan bütün kurumlar nasibini alıyor. Bu nedenle sadece basını suçlamak insafsızlıktır.

Basını kullanarak haksız menfaatler elde etmek isteyenler olduğu gibi, basını yanlış yöne sürükleyen, adeta yanlışa mecbur eden siyasetçiler de vardır. Madalyonun iki yüzünü de okumak zorundayız. Basınla hiç ilgisi olmayan dürüst bir iş adamı haksız rekabete uğrayıp yok olmakla karşı karşıya kalıyor ve kurtuluşu basın sahibi olmakta görüyorsa ve buna mecbur kalıyorsa bu, herhalde sistemin sorunudur. Türkbank olayında yaşananları unutmamalıyız.

Bu anlattıklarım basının genel sorunlarıdır. Çözümü de daha çok şeffaflık, daha çok demokrası getirmek ve hukukun üstünlüğünü hakim kılmaktır.

Özel konumuza dönecek olursak, Emin Çölaşan'ı 17.10.2007 akşamı Kanal Türk'de izlerken gerçekten vicdanım sızladı.

Hukuki ve sosyal olarak arada patron - işçi statüsü olduğu halde, Aydın Doğan bunu hiç hissettirmemiş ve düşünmemiş bile. İşçi çalıştıran işverenler, bir işverenin, kim ve ne olursa olsun, işçisine, "İstanbul'a gel, birlikte tavla oynayalım" demesinin ne anlama geldiğini iyi bilirler. Hiçbir patron bunu demez, diyemez.

Ve Aydın Doğan bu programa telefonla bağlanıyor, kırık bir ses tonuyla;

"Emin, ben sana iktidar aleyhine yazma demedim ki diğer yazarlar olabildiğince eleştiriyorlar, sen de eleştir ama takıntılarını bırak, hakaret etmeden yaz dedim değil mi?" diye sordu.

Aydın Doğan daha da ilerisini söylüyordu;

"Avrupa Birliğine ben karşı değilim ama sen karşı olabilirsin. AB aleyhine yazabilirisin ama AB' yi savunanlara vatan haini deme. "

"Kıbrıs'ta ben barıştan yanayım, sen karşısın. Yine yaz ama barıştan yana olanlara "Kıbrıs'ı satıyorlar" yazma demedim mi?"

Görüldüğü gibi, Aydın Doğan, bırakın Başbakan'ı korumayı, kendisini Çölaşan'a karşı koruyamıyor, savunamıyor, üstelik patron olduğu halde. Aydın Doğan kendini korumanın derdine düşmüş ve bunun mücadelesini vermiş. "Satılmış" ve "Vatan Haini" damgasını yememeye çalışmış.

Aydın Doğan anlatmaya devam ediyor;

"Özelleştirmelerle ilgili bütün dosyalar eşinizin başkanı olduğu Danıştay Daireler Kuruluna gidiyordu. Sen bunlar hakkında acımasızca eleştirilerde bulunuyor, yazılar yazıyordun ama Türkiye'yi uçuruma götüren hortumcu bankacılar hakkında, ısrarlarıma rağmen yazı yazdıramıyordum. "Dosyalar eşimde" mazeretine sığınıyordun ama gerçekte Star Grubundan sana teklif gelmişti, gitmeni ben engelledim..."

Bu arada Çölaşan takır takır maaşını alıp afiyetle yerken, meğer çaktırmadan şirket içinde yaşanan önemli olayları günü gününe not alıyormuş. Kitap bu nedenle rekor sürede yayımlanmış, yani kitap zaten hazırmış sizin anlayacağınız. Bunu Çölaşan övünerek anlatıyor. Oysa bu durum etik olmadığı gibi, kanunlarımız tarafından da korunmamaktadır;

İş Kanunu işyeri sırlarını açığa çıkarmayı, işverene sadakatla bağdaşmayan fiilleri haklı fesih nedeni saymaktadır.

İş toplantıları dönüşü yaşadıklarını hangi amaçla not alıyordu Çölaşan? Yoksa bugünlere ta o zamandan mı hazırlık yapıyordu.

Elinde bu kozlar olduğu için mi Aydın Doğan'ın uyarılarını dikkate almıyor, tam tersine üstüne üstüne gidiyordu?

İş toplantılarında kendisine duyulan güvenle, samimiyetle söylenilen konu dışı, sohbet amaçlı konuşmaların iddialarına mesnet yapılması, en hafif ifadesiyle güvenin kötüye kullanılmasıdır.

Kanal Türk'ün o geceki, siyasi yenilmişliğin müsebbibi olarak Aydın Doğan'ı gösterip onu linç etme programı sadece Emin Çölaşan'ın anlattıklarıyla ve yazdıklarıyla kalmadı, bilahare Fatih Altaylı'yı telefonla programda konuşturarak Aydın Doğan'a ikinci bir ihanet olayı yaşattılar.

Çok merak ediyorum; Turgay Ciner'den o astronomik transfer teklifi gelmeseydi, Fatih Altaylı bugün maaşını kimden alıyor olacaktı acaba?

Daha önce, Kenan Evren için yazdığım bir ibareyi bu defa Aydın Doğan için yazacağım. O kadar aynı ki...

"İnsanı en fazla inciten nankörlük duygusudur. Hayatımda nankörlük duygusunu ben de yaşadım ve bilirim bu nedenle Aydın Doğan'ın yerinde olmayı hiç ama hiç istemem. "


 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..