Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '17

 
Kategori
Sinema
 

Aynalarla Sevişmek Erotik mi Nevrotik mi?

Aynalarla Sevişmek Erotik mi Nevrotik mi?
 

Kaleydoskoplara bayılırdım çocukken, hani şu iç yüzeyi kırık aynalarla ve renkli camlarla kaplı çiçek dürbünleri… Gözünüzü dayar çevirirdiniz ve dünyanız değişirdi. Işığın yansıdığı yüzeyler, hayal gücünüzü harekete geçirecek farklı biçim ve renklerde yüzlerce mucize kapı açardı önünüze.

          François Ozon, son filmi (L'amant Double) Tutku Oyunu’nda, kadın kahramanı Chloé (Marina Vacth)’i işte böyle bir tür kaleydeskop gibi kullanıyor. Bernardo Bertolucci’nin,  sinema salonları için söylediği:  “zifiri karanlıkta bir boşluk… rahim gibi” benzetmesini, Ozon bir basamak daha öteye taşımış. Filmin daha ilk sahnesinde kadının cinsel organından başlayıp, gözüne, oradan zihnine uzanan fantastik bir kaleydoskopun içine buyur edildiğimiz bir dünyanın içinde buluyoruz kendimizi. Sonunda da zaten o rahme geri döneceğiz.

          Önce bilin ki, erotikten ziyade psikolojik bir filmle karşı karşıyasınız. Gölge klon, ego, süper ego savaşları, sarmal merdivenler, ayna içinde aynalar… Gözünüzün gördüğü yer yanılsamaya neden olacak tuzaklarla dolu. Filmin kedileri, anneleri, çiçekleri, tabloları bile provakatif birer komplocu daha ne olsun? Öyle uzun uzadıya filmi anlatma niyetinde değilim. Anlatılarak, hatta satır aralarına sızmadan, gösterilenin gerisindekileri görmeden anlaşılabilecek basitlikte bir film değil Tutku Oyunu. Biraz Freud psikanalizindeki nevrozları, biraz Lacan’ın “ayna metaforu”nu, azıcık psikanalitik sinema kuramını bilirseniz, sular seller gibi filmdeki sembolleri kare kare analiz edip, yönetmenin seyirci için sergilediği “zihin oyunları”na şapka çıkarabilirsiniz. Yoksa “erotizm dozu fazla kaçmış” bir film izlediğinizi zannıyla ve kafanızda cevabını arayan onlarca soru sinemadan ayrılırsınız.

          Film nasıl başlıyor, sizi nasıl içine alıyor dikkat edin!  Filme nerede başladığınızı unutur, “yok ben kendi yolumdan gideceğim” diye tutturursanız yolunuzu kaybedeceğinizden emin olabilirsiniz. Film boyunca önünüze çıkan bulmacaların, hasta bir zihnin gerçekliği içinde sorulduğunu unutursanız, hiç birine doğru cevap veremezsiniz; “ama adama ateş etmişti, adam ölmedi mi? Yatalak kızı görmeye de evine gitmişti hani?  O kız kimdi ki… ? Ya, kızın annesi… ?” İşte size bu soruları sorduran, seyirci ile oynamaya meraklı yönetmen Ozon’un, hokus pokuslarına aldanıp yoldan çıkan zihninizdir…

          Bir kadın için karın,  rahim, yumurtalıklar, üreme organları dâhil cinselliğe ait pek çok fizyolojik alanı barındıran pandoranın kutusu gibidir. Psikosomatik ağrılar çeken genç, güzel ancak “hasta” Chloé, bir türlü geçmeyen karın ağrılarından kurtulmak için bir psikoloğa gittiğinde, zihninin dehlizlerindeki cinsel psikozlarla da yüzleşecektir. Histerik genç kadınımız, psikoloğu Paul Meyer (Jérémie Renier) ile aynı eve taşınıp bir aşk ilişkisi yaşamaya başladığı sırada, sevgilisinin hiç bahsetmediği, o da psikolog olan gizemli bir ikizi olduğunu öğrenir. Sevgilisi Paul’u, ikiz kardeşi Louis Delord (Jérémie Renier) ile aldatmaya başlayan Chloe için iki aşk arasında hayat iyice içinden çıkılmaz bir labirente dönüşecektir. Hah işte tam burada, geçmişleri sırlarla dolu ikiz erkek kardeşlerin gizemine odaklandığınız zaman,  yönetmenin sizi çekmek istediği tuzağın içine düşebilirsiniz, dikkatli olun.  

          Seanslardan birinde psikolog aşığına, “Senin yanına geldiğimde ötekini özlüyorum” diyen Chloe, ikiz kardeşlerden, biriyle sevgi ve şefkate diğeri ile cinsel şiddet ve gerilime dayanan, bir metronomum iki ucu arasındaymış gibi, zıt duygular arasında gidip gelir. Paul ne kadar doğal anlayışlı ve sevgi dolu ise Louis o kadar hoyrat, züppe ve şiddet eğilimlidir. Filmin başında, ikizlerin giyim stilleri, saçlarını tarama biçimleri, terapi odalarındaki farklı dekorlar, birbirine aslında hiç benzemeyen iki adamla karşı karşıya olduğumuzu gösteren ipuçlarını verir. Yine de kendi kendimize sormadan edemeyiz, “Yoksa hasta olan psikolog mu, çoklu bir hayat mı yaşıyor?” Ancak film ilerledikçe düşman ikizlerle karşı karşıya olduğumuzdan emin oluruz. Sonrasında ikizlerin farklılıklarını daha iyi kavramak için dekordan kostüme yakalayabildiğimiz her detayı karşılaştırmaya başlarız:

Paul ve Louis’de ofislerinde beyaz orkide kullanırlar. Tek farkla biri doğal diğeri yapay orkideyi tercih eder. Orkide, çiçeği kadın cinsel organına, soğanları erkek üreme organına benzetildiği için, “şehvet sembolü” diye bir zamanlar kilise tarafından aforoz edip yasaklanmış  “günahkâr” olarak kabul edilmiş bir çiçektir. Chloe, her iki mekânda da çiçeğin toprağını tırnakları ile yoklayarak gerçekliklerini test eder. Paul’un terapi odası sıcak renkler ve rahat mobilyalarla döşeliyken, Louis’nin terapi odası bolca mermerin kullanıldığı, lüks ama soğuk, yapay bir mekândır. İki psikoloğun odalarındaki en önemli farkı yaratan unsur, gerçeklik algımızı bozmak için yönetmenin her fırsatta gözümüze soktuğu ve bolca kullandığı aynalardır. Kardeşlerin farklılıklarını, bu aynalara yansıyan görüntülerde net biçimde görüyoruz aslında, Louis’nin aynaları dikey, Paul’un aynaları yatay. Filmin bazı sahnelerinde aklınızdan kolay kolay çıkmayacak simetrik tablolar, çok başarılı görüntü yanılsamaları ve geçişler mevcut. Chloe’in yarı zamanlı nöbet tuttuğu müzede sergilenen sanat eserlerine özellikle dikkat etmelisiniz, resimden heykele burada sergilenenler onun bilinçaltına atmaya çalıştığı objelerin resmigeçidi gibi... “Cadılar ve kediler”, klişesini hatırlatmak ister gibi tekinsiz kedilere, pek çok sahnede, hatta hediye bir broşta bile rastlayacaksınız, kedilerden korkmayın. Filmin sevişme sahneleri erotikten çok nevrotik ve son derece doğru kullanılmış gerilim müziği, röntgenci kedigözleri ile birleşince tahrik etmekten çok rahatsızlık verece cinsten. İşin içine bir de “yamyam ikiz” anomalisini, nevrotik bir zihnin halüsinasyonlarını ekleyin bakalım… L’amant Double- Çifte Aşk/Tutku Oyunu’nu, “Twin- twin” sendromu bilerek izlerseniz işiniz nispeten kolaylaşır. Hamilelikle “parazit fetüs” ya da “yamyam fetüs” diye bilinen ikiz kardeşlerden güçlü olanın anne karnında diğer kardeşi kendi içine alması gibi biyolojik bir anomali. İkiz gebeliklerde karşılaşılan bu tatsız durumda bebeklerden biri anne karnında aşırı geliştiği halde, diğer bebek yeterince gelişemiyor, hatta ölebiliyor. Bir kadının rahminde ikiz bebeklerin tespit edilmesinin ardından ikizlerden birinin aniden hiçbir iz kalmadan ortadan kaybolması ile ortaya çıkan bu duruma “Kaybolan ikiz- Wanishing twin” sendromu da deniyor. İkiz bebeklerden güçlü olan zayıfı kendi içine alıp yok ediyor, ya da kendi içine alarak doğduktan sonra da uzun zaman bir tür ur gibi rahatsız biçimde taşıyor.  Eh, sizi yönetmenin tuzaklarından korumak için bu kadar bilgi yeter. Ozon, gerçeklikle başa çıkmak için fantazilere ihtiyaç duyduğumuza inanan bir yönetmen. Filmlerinde karakterlerini en savunmasız en çıplak yanları ile sergilemeyi seviyor.  L’amant Double (Tutku Oyunu), Joyce Carol Oates’in Lives of the Twins (İkizlerin Yaşamı) kitabından senaryolaştırılmış. Psikolojik film severler için bence biçilmiş kaftan. Son not, psikanalistinizle yatağa girmeyin, ya da hastanızla… 

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..