Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aynı dili konuşabilir miyiz?

Aynı dili konuşabilir miyiz?
 

Bilyeler... Uzun yıllar önceydi sokaktan içeri gelmeden bilyelerimle oynadığım zamanlar. Ne kadar da eğlenirdik. Uzun Murat, Sarı Kemal, Ağlak Mustafa ve diğer arkadaşlarım ile zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım. Çamurdan fırın yapıp, evden çaldığımız unla hamur yapardık... Ve o yarı çamur yarı un olan ekmeğin tadı bir başka olurdu. Sonra kız arkadaşlara hava atmanın keyfide de diyecek yoktu... "Kızlar hayatta böyle bir şey yapamazsınız" diyerek hava atmak... Ne güzel zamanlardı onlar...

***

Saçlarım... Kıvırcık ve uzundular. Ne çok açırdı taranırken... Annemin saçlarımı örmesiyle sokağa fırlardım. Şirin Ayşe, Çilli Sevim, Pembe Hatice ve Zeytin Eda ile çiçek toplamaya giderdik evin karşısındaki tarlaya... Sarı, beyaz papatyalar, kırmızı gelincikler, pembe yıldız çiçekleriyle bezenmiş tarlanın içinde gün geçerdi... Bazen tek başına yaşayan Hanım Teyze için toplardık çiçekleri, bazen de komşunun kızı Leyla abla için... Hiç üşenmez, hiç sıkılmazdık... Tarlanın yola bakan kısmında boş olan bir yer vardı. Ne ot ne de çiçek yetişirdi orada... Kıpkırmızı toprak üzerinde çizgi oynardık. Bazen de ip atlardık... Çok uzun seneler önceydi... Çocuktuk... Güzeldik... Masumduk...

***

Uzun Murat, en sevdiğim arkadaşımdı. Okula giderken annem çantama ne koyduysa yarısını Murat'a verirdim. Yanımda o oturmasaydı eğer sınıftan hiç kimseyi istemezdim. Çünkü onun yerini kimse dolduramazdı. Bir defasında ağaçtan düşmüştüm. Koşa koşa gelmişti Murat yanıma ve ben ağlıyorum diye o da başlamıştı ağlamaya... Ne güzel bir dostluğu vardı... Çocukça, çıkarsız ve sevgi dolu...

***

Babamın aldığı bez bebeği sadece Ayşe’ye verirdim. Çünkü o benim sevdiklerime nasıl değer veriyorsam öyle değer verirdi. Bir gün hasta olmuştum. Bez bebeğimin yemeğini ve bakımını Ayşe yapmıştı. Annem hiç anlamıyordu. "O oyuncak" deyip geçiyordu. Oysa ben o bez bebeğe çok güzel bir ruh yüklemiştim. Ayşe buna inanan ve o bebeğin değerini bilen tek arkadaşımdı... Ayşe şirin yüzü ve yardımseverliği, sevgisiyle hep ayrı olmuştu çocukluğumda... Şimdi de öyle ve hep yanımda... Dostluğu, çıkarsız ve kardeşçe…

***

Biliyor musun? Hani küçükken; saklambaç oynarken bez bebeğin kaybolmuştu ya... Hani sen çok ağlamıştın ve Ayşe seni teselli etmeye çalışmıştı ya... Hani Murat'a çok kızıp bir daha konuşmamıştın ya... İşte o zaman o bebeği kaybeden bendim. Ben o basit bebek için bu kadar ağlayıp, üzüleceğini düşünmemiştim. Oysa sen saatlerce ağladın. Murat bana senin için değerini anlatmaya çalışmıştı ama çocuk aklı işte ben düşünememiştim... Hala anlamam o bebek neden bu kadar önemliydi... Saçma bez bir bebeğe bu kadar bağlanmak...

***

Bez bebeğim kaybolduğunda çok ağlamıştım. Murat’ı hiç affetmedim. Hayatımda olup biten her şeyi bebeğim biliyordu. Beni sonuna kadar dinleyip, sırlarımı saklayan bir tek o vardı… O’nu kaybetmek; hayatımdan bir zaman dilimini silip atmak gibiydi… O’nu kaybetmek; ellerine bırakılmış umudun yitip gitmesi gibiydi… O olmadan eksik kalacağını sandı çocuk aklım… Bir sürede eksikliğini hissettim… O benim ruhumun saklı yanıydı… Saygıyı, sevgiyi, hayata gülümseyerek bakmayı öğretendi… O gitti ve eksik kaldı bir yanım…

***

Çocuktuk hepimiz… Ama küçüklüğümüzden belliydi nasıl insanlar olacağımız… Murat ve sen hep mantıklı oldunuz… Dünyaya küçükken bile bu kadar gerçekçi bakmak normal gelmiyor. Eee bunu da şimdi söyleyebiliyoruz… İnsan hayatın her dönemini yaşayabilmeli… Çocukken çocuk, gençken ve büyüdüğünde… Hakkını vererek ve her yaşın güzelliğini tadarak nefes almalı… Bir bebeğe ya da bir kişiye, olaya, bir yaşa bağlanıp kalmamalı… Ve giden arkasından çok fazla üzülüp, eksik hissetmemeli… Her gün yeni bir başlangıç olduğu gibi her kaybedişte bir başlangıçtır… Gerçekçi olmalı insan…

***

"İnsan çocukken nasıl saygıyla bakıyorsa dünyaya öyle devam eder" derdi ninem... Çünkü çocuklar daha temiz ve daha güzel bakabildiği için gerçeği her zaman o çağlarında öğrenirlermiş. Yani kişilik tohumlarımızın temelleri o zaman atılırmış... Eğer kendinde insanlara ve sevdiklerine karşı saygıda eksiklik hissediyorsan eğer; sana söyleyeceğim tek şey şudur: Bence en kısa zamanda çocuk ruhuna dön ve dünyaya dürüstçe bakmayı öğren, ayakta durabilmeyi ve sorumluluklarını başkalarına yüklemeden yaşamayı… Küçükken bez bebeğin, biraz büyüyünce futbol topun, biraz büyüyünce dostların ve kocaman bir adam olduğunda benliğini kaybedebilirsin… Bu yüzden çocukça bakmayı yani saf ve gerçek haliyle bakmayı öğrenmelisin… Ve hayatının her döneminden izler taşımalı insan. Sağlam basabilmek için… Asıl gerçekçilik budur… Hayatın boyunca öğrendiklerinle yaşamak ve ilerlemek…

***

Ortak bir dili konuşabiliriz istersek… Ve istersek gerçekçi bakabiliriz dünyaya… Ben her dönemi kendi içinde değerlendirmeyi seçen ve o anın olgunluğuyla bakmak isterim hayata… Çocuk, çocuk gözleriyle bakmalı hayata başka türlü değil… Sen, hep gerçekçi davranmayı, öğrendiklerinle, geçmişin izleriyle yaşamayı; yani bununla olgunlaşmayı seçensin… Ortak paydamız gerçekçilikse eğer ikimizde şu an gerçek haliyle bakıyoruz dünyaya… Öyle değil mi?

***

Hayata gerçek ve saygı çerçevesinde bakmak isteyen biriyim… Dürüstlüğü ön planda tutan ve saygıyla hareket edenedir saygım, sevgim ve hoşgörüm… Yapaylığı ve sahteliğin içinde boğulan, bütün benliğini yalanla besleyenle olmaz hiçbir zaman işim… Gerçek bakma böyledir bende… Dilim sade ve nettir… Lafı dolandırmanın gereği yok… Hayat, hayal âleminde yaşamayı kabul etmez… Dokunduğun, şahit olduğun ve tüm hücrelerinle hissettiğindir gerçek… Ve hayat gerçekliğin gölgesinde doğrudur… Aynı dili konuşabilir miyiz dersin?

Sen ve ben aynı çocukluğu paylaşmış, aynı gerçeğe bakmışız… Aynı dili konuşmak zor olmasa gerek… Ki insan isteği zaman her şeyi yapabilir… Seçtiğimiz gerçek, farklı pencereden bakmak yerine aynı pencereyi kullanmak… Ne dersin aynı dili konuşabilir miyiz?

Ya da;

Sen ve ben aynı dili konuşup, aynı pencereden bakıp, farklı bir dünyayı yaşıyoruz. Anlamıyoruz ve birbirimizi anlamak için çaba sarf etmiyoruz… Yürüdüğümüz yol aynı ama adımlarımıza farklı ayakla başlıyoruz… Ben içe atarken, sen dışa atıyorsun adımlarını… Ben güneşe bakarken, sen karanlığa dönüyorsun… Ben dürüstlük dedikçe, yalanlarla çeviriyorsun etrafını… Baktığın zaman aynı dili konuşuyoruz… Peki, anlaşabiliyor muyuz?

Fotoğraf : http://aldhabi.deviantart.com/art/My-Window-View-2-43483056

 
Toplam blog
: 194
: 1525
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1981 yılında aslında istenmiyor olsam da geç alınan karardan dolayı hayattayım:)) Haritacıyım ve işi..