Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '11

 
Kategori
Siyaset
 

Aynı dili konuşmak

Aynı dili konuşmak
 

Kıbrıs 2 Mart eylemine hazırlanıyor


Türkiye çok hızlı gündem değiştiren bir ülke… 28 Ocak sonrası birkaç gün hararetle tartışılsa da aslında medyanın “en sıkıcı başlık” olarak gördüğü Kıbrıs konusu; Ortadoğu isyanları, Libya’da gerçekleştirilen dev tahliye operasyonu ve iç siyasi konular nedeniyle kısa sürede sıcaklığını yitirdi. Ancak Kıbrıs’taki havaya bakılırsa 2 Mart’ta Ada’da bütün zamanların en görkemli mitingine tanık olacağız ve bu eylem Kıbrıs’ı yeniden gündeme sokacak ister istemez. Dikkatli gözler fark etmiştir; TC Başbakan yardımcısı Ali Babacan, UBP Hükümetini açıkça eleştirerek “Orada şu yanlış! Kendi kendilerine yapmaları gereken bir şey varken, bunun faturasını Türkiye'ye kesmeye çalışmak ya da 'biz bunu yapıyoruz, ama aslında istemiyoruz, Türkiye'nin zoruyla mecburen bunları yapıyoruz' demek de doğru bir politika değil” deyiverdi… Türkiye Kıbrıs’tan yükselen tepkiler karşısında önce Erdoğan’ın kaba çıkışı ve ardından “elçi” restiyle karşılık vererek otorite gösterisi yaptı ama Babacan’ın demeciyle, belli ki artık gerilimi yumuşatma stratejisine yöneldi. Başka türlüsünü de düşünmek mümkün değil. Zira Türkiye, hele ki bölge ateşler içerisindeyken Kıbrıs’ın kuzeyinde dozu giderek artan bir toplumsal öfke ile “istenmeyen işgalci” pozisyonuna düşmek istemez. Kıbrıslı Türkler cephesindeyse durum karışık biraz… Marjinaller, radikal söylemlerle toplumu gaza getirmeye çalışıyor. İşbirlikçi Hükümet ise okların kendisine değil AKP’ye yönelmesinden hoşnut görünüyor.  

Türkiye’nin kaba ve dayatmacı üslubuna karşı öfke tabii ki büyük! Ama aklı başında herkes; ne marjinallerin “kavga ve kopuşma” dilinin ne de işbirlikçilerin bir yandan “evet efendim” derken, öbür yandan toplumu AKP’ye ve Türkiye’ye karşı kışkırtan söyleminin doğru olmadığının da farkında. Gerek UBP Hükümeti, gerek Cumhurbaşkanı Eroğlu yaşanan süreçte sorumlulukları yokmuş gibi davranıp aradan sıyrılmayı tercih ediyorlar. Ama bu doğru değil. 2009’da CTP, kendisine dayatılan ekonomik paketi uygulamayı reddetmiş ve bu paket eğer iddia edildiği gibi bir gereklilik ise, mutlaka toplumun onayına sunulmasının lazım geldiğini söylemişti. CTP bu nedenle 2009’da erken seçime gitti: Halka dayatmamak, halka sormak için! Sn. Eroğlu liderliğinde UBP, sendikalara ve topluma açık ve net biçimde “ekonomik paketin uygulanmayacağına dair” taahhütnameler imzalayarak iktidara geldi. Şimdi her şeyin sorumluluğunu Türkiye’ye yıkarak kurtulmaları anlaşılır gibi değil. Eğer iktidara gelmenizi sağlayan taahhütleriniz bugün tamamen geçersizlik kazandıysa istifa etmek ve ülkeyi seçime götürmek zorundasınız. Seçime gitmiyor ve bu paketi uyguluyorsanız ve “başka da bir seçenek olmadığını söylüyorsanız” o halde 2009 da toplumunuza yalan söylediniz. Yalanlara dayanarak iktidara geldiniz…  

Kıbrıslı Türkler, tepkilerini AKP ve Türkiye’den önce, kendisine “dayatılan” ekonomik paketi sorgusuz sualsiz uygulayan ve tüm sorumluluğu AKP ve Türkiye’ye yıkmaya kalkışan UBP Hükümetine karşı göstermeliler. Sonuçta ortada bir protokol var ve altında da UBP’nin imzası var! Ekonomik paketin şu veya bu biçimde “haklı gerekçeleri” olduğunu var saysak bile kendi toplumunu bu ekonomik önlemler konusunda ikna edemeyen, toplumun desteğini alamayan bir Hükümetin meşruiyetinden söz edilebilir mi? Toplumun tüm kesimlerinin HAYIR dediği bir ekonomik programı ısrarla yürütmeye çalışan bir hükümet meşruiyetini yitirmiştir ve seçimlere gidip bu meşruiyeti yeniden kazanmak zorundadır. 2009’dan bu yana sergilediği performansla, hele ki şu an sergilediği işbirlikçi tavırla bugün seçime gitse, UBP yeniden iktidar olabilir mi? Sorulması gereken bir diğer soru da herhalde bu ekonomik programın karşısında kimin nasıl bir alternatif ürettiğidir… 

Kıbrıs’taki partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları sadece bu program uygulanmasın diyerek toplumun karşısına çıkamazlar. Alternatif programı da ortaya koymak durumundadırlar… Türkiye’nin ve topu Türkiye’ye atarak kurtulmaya çalışan UBP’nin “çare yok, bu program uygulanacak” derken eksik ve yanlış bıraktığı çok şey var. “Türkiye bu yıl 850 milyon TL yardım yapıyor, daha ne yapsın” denirken de çarpıtılan çok şey var. Her şeyden önce nüfus sorunu masaya yatırılmalıdır. Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyinde kaç kişinin yaşadığını, devletin sunduğu imkânlardan kaç kişinin yararlandığını, Türkiye’nin ikide bir kafalara vurduğu şu meşhur “yardımların” aslında kaç kişiyi, kimleri finanse ettiğini öğrenmek istiyorlar haklı olarak… Kıbrıslı Türkler, her şeyden önce “yahu ben nüfusumu bilmiyorum” diyen bir hükümet istemiyorlar! Sn. Cemil Çiçek “siz nüfusunuzu dahi bilmiyorsunuz” mu demişti? Sn. Çiçek’e bu sorusunun yanıtı verilmelidir acilen. Verildikten sonra da, “gel bakalım Sn. Çiçek, işte sorunun yanıtı, bunun şu kadarı benim nüfusum, kalanı da senin aktardığın nüfus. Ne yapacaksın şimdi? Aktardığın nüfusu mu geri çekeceksin yoksa artık bana gönderdiğin paranın diyetini istemekten mi vazgeçeceksin?” denebilmelidir…  

Türkiye hem “kendi kendinize yetecek bir ekonomi yaratın” deyip hem de oradaki nüfusun kayıt altına alınmasına karşı çıkarak işi yokuşa sürmemelidir artık. Balık hafızamızdan kimse yararlanmaya kalkmasın. Arşivler orada duruyor. 2005 yılında CTP Hükümeti adanın kuzeyinde kaçak olarak çalışan, yaşayan Türkiyelileri kayıt altına almaya çalıştığında ilk olarak işbirlikçiler ve Türkiye tepki göstermişti. Ne yapmıştı CTP Hükümeti? Kaçak olarak çalışan ve yaşayanların kayıt altına alınmayı reddettikleri noktada Türkiye’ye gönderilebilmelerini sağlayan bir yasa çıkartmış ve bu yasayı kararlılıkla uygulamaya çalışmıştı. Bu kapsamda 10 bin Türkiyeli kaçak geri gönderilmiş ve kıyamet kopmuştu… 2005 Temmuz ayının gazetelerine şöyle bir bakarsanız, ekonomiyi kayıt altına almanın, öz kaynaklarla ülke çekip çevirmenin adımlarını ve o adımlara karşı verilen tepkileri o arşivlerde bulabilirsiniz.  

Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile ilişkilerde dik duruşunu gösteren, kendi kendisine yeter bir ekonomik yapının oluşturulması için en gerekli ilk adımları atan bir hükümet, Türkiye’deki malum çevreler ve adadaki işbirlikçileri eliyle derdest edilmişti. Şimdi “bize yazılı taahhüt vermiştiniz” diye ortalığı yıkanların da bir durup düşünme zamanıdır… 30 yıl işbirlikçiliği tescilli bir parti ve kadronun sözüne güvenerek iktidara gelmesine “yardımcı olduğunuzu bizzat kendinizin ikrar ettiği” hükümet ve icraatları işte budur! Artık geleceğe bakalım: Türkiye, adanın kuzeyindeki nüfusun uluslar arası kurallara uygun biçimde sayılmasını ve KKTC’de “kayıt dışı olarak yaşayan, çalışan” onbinlerce Türkiyelinin kayıt altına alınmasını kabul edecek mi? Türkiye, her yıl milyonlarca liralık yardım yapıyorum diye şişinmekten vazgeçip, aslında bu paraların çok büyük bir bölümünün oradaki askeri varlığına harcandığını, çok büyük bir bölümünün de oradaki Türkiyelilerin ihtiyaçları için kullanıldığını kabul edecek mi? Türkiye, “kendi kendinize yeten bir ekonomi oluşturun, ben artık sizi beslemek istemiyorum” demek yerine “ada nüfusunu değiştirme politikamdan vazgeçiyor ve KKTC hükümetlerinin her türlü ekonomik-sosyal tedbirine de saygı göstereceğim” diyebilecek mi? Artık geleceğe bakalım: Kıbrıslı Türkler, AKP’ye ve Türkiye’ye homurdanmak yerine ilk iş olarak işbirlikçi hükümeti ve kadrolarını işbaşından uzaklaştıracak bir erken seçimi zorlayacak mı? Siyasi partiler, her problemi “çözümden sonraya” ötelemek yerine bugünden yarına kapsamlı ve gerçekçi bir ekonomik-sosyal programla Kıbrıslı Türklerin karşısına çıkabilecek mi? 

Kıbrıslı Türkler, kavga ve çatışma dili yerine Türkiye kamuoyuna anlaşılır biçimde “bakın ey sevgili Türkiyeliler, sizin devletinizin bize yardım falan ettiği yok, Anadolu’dan Kıbrıs’a akan başıboş, denetimsiz, işsiz güçsüz binlerce insanın ihtiyaçlarını ve resmi rakamlara göre 50 bin civarındaki askerin ihtiyaçlarını karşılamaya ancak yetiyor bu para” diyecek mi? Bence 2 Mart ve sonrasındaki süreç bütün bu gerçeklerin konuşulması için uygun tartışma iklimini yaratacak. Öfke ve tepkiselliğe, slogancılığa sığınmadan, herkesin eteğindeki taşları dökmesiyle mümkün olacak bu… 2 Mart eğer provokasyonlara, kavgaya, çatışmaya kurban edilmezse böyle bir sürecin ilerlemesine yardımcı olacak. Israrla söylüyorum. Eylemler iyi, güzel ve gerekli… Ama Kıbrıs’taki siyasi partiler, ekonomik-sosyal ve siyasal çözüm önerilerini öncelikle kendi toplumlarına ve ardından Türkiye kamuoyuna derli toplu biçimde anlatmayı denemelidirler. İşbirlikçi hükümeti ve Türkiye’nin haksız ve yanlış uygulamalarını “savunma psikolojisiyle ya da öfkeyle değil” güçlü argümanlarla anlatmak gerekiyor. Çünkü Kıbrıslı Türkler haklıdır. Haklı olanların da ne savunma diline ne de öfke diline ihtiyacı yoktur. Kıbrıslı Türklerin 2 Mart’ı nasıl gördükleri mühim. Bu büyük eylem TC Başbakanının “Beslemeler” çıkışına öfkeli bir yanıta mı “indirgenecek” yoksa Kıbrıs’ın Kuzeyindeki gerçeklerin Türkiye ve dünya kamuoyuna “derli toplu, anlaşılır”, vakur bir “sunumuna” mı “dönüştürülecek?”. Bence 2 Mart’a doğru Kıbrıslı Türklerin enine boyuna düşünmesi gereken konu budur. 

 
Toplam blog
: 24
: 720
Kayıt tarihi
: 19.07.06
 
 

İÜ İletişim Fakültesi'nde lisans ve yüksek lisansımı tamamladım. Milliyet Gazetesi'nde "Varoşlar", "..