- Kategori
- Güncel
Aynı tarihli iki yarım yazı
Yaz sıcağında bir şeyler arıyorum dolapların içinde. Aradığımı bulamıyorum. Eski bir bisküvi kutusunun önünde yere oturmuş içindekilere bakıyorum, eski anları hortlatarak gülümsemeyle. Etkileri iyice silinmiş, artık his bile kalmamış yaşanan zamanlara. Sayfalar dolusu elde yazılmış yazılar. Sekiz adet günlük tutulmuş defterler. Taşınırken görmemek için tıkıştırılmış gibi, sırasız ve şekilsiz görüntüler. İlk yazıyı okumaya başlıyorum neden yazmışım diye
Gök, boz bulanık ama koyu gri değil. Dumanın yoğunlaşmadan önceki kararsız görüntüsünde ama neyin kararttığı belli olmayan garip, gizemli bir karanlıkta. Saat 1 suları, sancıların uykuyu bölme çalışmalarına başlama vakitleri. En sevdiğim saatler bu vakitler benim. El etek (bu ne demekse) çekilmiş, rüzgarlı hava, gri olmayan ama karanlık gökyüzüyle öyle bir uyum sağlamış ki bir daha ayrılmamaya karar almak üzereler.
Var olup olmadığından tam emin olmadığım hortlarlar az sonra çıkıvereceklermiş ortaya gibi. Rüzgar kendi sesini duyurmak için bütün sesleri silip süpürmüş. Teypte Sezen Aksu’nun sesi, mutlu olduklarını sananları bile hüzne davet ediyor, zevkle. Niye mutlu olduklarını, neye özlem duyduklarını, neyi istediklerinden emin olmayan herkesi durduruyor yerinde. Hissedebilen her kadını davet ediyor ritmin içine. Neden kadın? Bilmem. Erkekler hissedemez mi diye aptalca soruyorum kendime. Hissemediklerini kaç zaman once öğrendiğimi söylüyorum acıyla.
Hep kırık kanatlı kadınlar gördüm ben. Paralarının içinde, parasızlıkların çaresizliği içinde güzeli, güzel olmayanı, akıllısı-aptalı hepsinin içlerindeki çocuğu boğazlayarak öldürmüş bir erkekleri vardı. Yavaş yavaş, sinsi sinsi girdim içlerine. Öyle yalnızlardı ki, en ketumları bile biraz dokununca dökmeye başlıyordu içlerindeki gözyaşı incilerini avuçlarıma. Sezen Ben Sende Tututlu Kaldım der demez, dokunmadan ağlayanlar, Git-Git Gitme’le gururları zedelenmeden yalvaranlar, İkinci Bahar’la kurumuş bordo gülleri tomurcuklarının yanına uyumla yakıştıranlar. Adı Bende Saklı’yla kimsenin bilmediği, hissettiği ama ahengi bozmamak için ortaya dökmekten çekinenler.
Aynı tarihte gündüz yazılmış ikinci bir yazı var koca sayfanın en üstünde. Okuyorum neden yazdığımı hatırlamadan. Öyle çok ki geçmiş hortlaklarım artık onları bile bağışladığım zamanlardayım. Onlar mıydı beni korkutan yoksa ben zaten korkma yaşlarında mıydım? Al
Bugün nefret ateşimi odunlarla besleme günümdeyim. Kara sacayak alevlerden görünmüyor. Kaynayan kara
Ne zaman gülmek istesem huzurla, kasılıyor dudaklarım umursamamayı öğrendiğim gün gülebilirim kimbilir. Gülebilirim bugün midemi çekilmiş lastik gibi gerenlere. Nefretimi körüklemek zorundayım, sarılacak en güçlü dalım bu benim. İnandıklarımı beslersem biliyorum, en çok korktuğum karanlıkların içine kendi ellerimle gidebilirim. Gidebilirim hiç düşünmeden taa uzaklara dalmış bakışların içine. Dalmış, bakışların geri dönüşü yok, karanlıkların dönüşü yok nefretimi beslemeliyim. İki odunda keyfe keder atıyorum, sigaramı bilerek beslediğim ateşle yakıyorum. Derin bir nefes, ciğerlerimin dumansız hiç bir yeri kalmıyor, huzurluyum huzursuzluğumun içinde.
05.05.1999 da sıraya dizilmiş, sonu bağlanmamış yarım kelimeler. Yazmamı bir şeyler bölmüş ne olduğunu hatırlamıyorum. Yazmaya devam etseydim nasıl sonlanacaktı acaba? Ya da yaşayacağımız depremi bilseydim yaşadıklarım yinede bu kadar acıtır mıydı canımı?