Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '20

 
Kategori
Dünya
 

Ayrılığın Rekabeti

Bir şeyler oluyor da ne olduğu, kime olduğu meçhul. Bakmayın siz meçhul dediğime bal gibi herkes kime ne olduğunu, kime ne olacağını biliyor elbette, itiraz edemeyecek kadar güçsüz olanlar, ellerindekileri birer birer yitirip daha da fakirleşiyorlar olan bu.

Her şeyi doların artışına bağlamak işin başka bir yönü, dolar bir artsa diğer şeyler beş artıyor ve asla bir daha oradan aşağı inmiyor. İnşaat girdileri, mutfak girdileri, ulaşım girdileri kısacası hayata dair tüm girdiler bir anda fırlayıp asıldığı noktada kalakalıyor.

Misal geçen sene yüz bin liraya otomobil alan kişi ikinci el olmasına rağmen otomobilinin yüz altmış, yüz yetmiş bandında olduğunu söylüyor. Yüzde yetmişlik bir artış. Dolar iki seksen iken kırk bin lira olan otomobilin eşdeğeri iki yüz bin lira, dolar üç lira iken üç lira olan elma on lira, dolar üç lira iken üç lira olan bir sigortanın değeri şu anda on dört lira falan.

O halde esasında artış dolarla alakalı değil. Üretimin diğer girdileri de müthiş arttığından tüketicilerin alım gücü her an daha da düşüyor. Ne zamana göre düşüyor? 2015 öncesine göre düşüyor.

Halkın içinde umudu kalanlar, umudu kalmayanlar, fakirleştiklerini görenler, farkında olmayanlar, diğerlerinin fakirleşmesinden zengin olanlar ve diğerleri var. Öte yandan her işletmede en ücra yerde dahi göçmen kaçak çalışan işçiler var. Normalde bu ucuz işgücünün üretimi ucuzlatması gerekiyor ama ne hikmetse tüketici her geçen gün satın alma gücünün düşmesinden şikâyet ediyor. Ücretli çalışanlar şükrediyor, diğer yandansa fakirleşiyor. Bu bir müddet daha böyle devam edecek görünüyor. Şimdilik fakirleşenlerle fakirleşenlerden ötürü zenginleşen en azından bu umudunu muhafaza eden kesimler arasında denge korunuyor.

Denge ne zamana korunur belli değil ancak uzunca bir süre dengenin korunması, taraflar arasında sulhun sağlanamaması çatışmadan kaynaklanan dengeyi muhafaza edebilir. “Üzümünü ye, bağını sorma, Bal tutan parmağını yalar, Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi resmi atasözlerine ilave olarak, “Ver Allah’ın verdiğine, sev Allah’ın sevdiğini, vur Allah’ın vurduğuna” veya “Ağaç buldun dik….” ile başlayan talan kültürüne, “Yemek buldun ye, dayak gördün kaç” gibi uyanıklık kültürünün etkisine “sözde sağ-sözde, sol sözde yol” tutturmuş birbirine kin gütmeyi bir maharet sayan halk kitleleri olduğu sürece; bu verimli topraklarda köşeyi dönmek tüm dünyadan daha kolay hale geliyor. İşini bilen demeyelim de eğer kişinin hedefi para sahibi olmaksa bunu yasal-gayri yasal, ahlaki-gayri ahlaki, helal-haram demeden gayet güzel bir şekilde yapabileceği ortam olduğunu anlayan, bilen kısa sürede gemisini bulursa, “keriz denizinde” yüzdürebiliyor.

Kimsenin şikâyet etmeye bence hakkı yok, herkes kendisine dokununca canı yanıyor, ancak en yakın kardeşinin canı yanarken ona mazeret bulup, ama o da şuydu, o da bucuydu, demekten geri durmuyor. Nasıl bir vaziyettir ki neredeyse herkes birbirinin acısına gülmek için fırsat kolluyor. Bu acı ifadesinden ölüm anlaşılmasın, kastettiğim elbette ölüm değil.

Bir bütünün parçası olduğumuz gerçeği akla gelmiyor da bir çeyreğin parçası olmaktan zevk alıyor, kısa hesaplarla matematikten sınıfta kalıyoruz.

Sıkıntının temel kaynağı ise; internet ve sosyal medya sayesinde her göz her şeyi bir şekilde görüyor, gördüklerini arzulu bir şekilde istiyor... Bunda bir sınır da yok, kimse bulunduğu yerden mevkiden mutlu değil. Nasıl olsun ki? Vücudundan yaşından, görünüşünden, kıyafetinden kısacası her şekilde memnuniyetsizlik artıyor. Bu tüketimin motoru, arzu talep çağında nedeni niçini bilmeden, bilindiği zannedilerek arttıkça artıyor. Herkes en iyiye kendisinin de layık olduğunu düşünüyor. Bizde ise bu sanki daha ben merkezli olmaya doğru gittiğinden insanlar daha fazla şaşırıyor.

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..