Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Kitap
 

Ayrılış

Ayrılış
 

Yaşamak bazen tutunamadığımız bir ağacın dalı gibidir. Korkunun ahmaklığa dönüştüğü, o eşsiz delilik labirentinde kaybolduğumuz anlarda, çoğu zaman peynir arayan bir fare edasıyla dolanır dururuz. Bazen de hayatın uzunluğunun, kısalığının, doluluğunun ya da boşluğunun hesabını tutan bir muhasebeci gibiyizdir. Kim bilir; bazen hayatı, bir eteği teyeller gibi yaşarız. Ne zaman kurtuluruz bu geçici dikişlerimizden bilinmez.

Kanımız çekilir bazen canımızdan, kuru, hiç taşmayan bir nehir gibi oluruz. Yağmur yağsa, bir de sel bassa toprağımıza ayağını, yüzse bir kız çocuğu suyumuzda akıntıya karşı, ya da kana kana içse biri suyumuzdan, diye düşünürüz öyle zamanlarda. Yaşamak zahmet verici olur bazen, bir odada, karşımızda bir ayna, aynada kendimiz, kendimize yabancı benliğimiz…


<ı>“Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum. Bir şey sona ermek üzere. Oturmuş sigaranı tüttürürken, içini kemiren, seni tedirgin eden bir şey olduğunu seziyorsun. Gündelik hayatın dertleri mi seni korkutan? Hayır. Seni korkutan içindeki boşluk.”

Her zaman güzel doğmuyor güneş, güzel kokmuyor her zaman toprak ve bazen, ay yüzümüzü aydınlatmıyor. Bazen de insan, çok sesli bir koroda, dudak kıpırdatmak zorunda kalıyor. Yalnız kalıyor insan eninde sonunda…

<ı>“Tek korkusuz kural yalnız, yalnız, yalnız olmaktır. Anladığıma göre ben yalnız kalmayı öğrendiğim zaman olgunlaştım, başkaları ise insanlarla birlikte olma gereğini duydukları zaman”

Bazen kendimizi bu hayata yakıştıramayız. Beynimizin içinde dolanan karmaşık yumağı çözüp, onu öreceğimiz günü, öylece bekleriz. Beklemek, durmakla aynı mıdır? Ya da duraksamakla… Bilemiyorum. Elimizde olmaz işte bazen yaşamak. Acı verir sadece. Her gün uyanmak, her gece uyumak, her an durmak, duraksamak, birden bire durulmak ve zamanın içinde beklemek, anlamsız gelir. Yatağımız bazen bir mezar gibidir; bu algılama sürecinde uyanmak işkence gibi gelir insana. Ve insan düşünmeye başlar, hayata yüklenmiş anlamların nerede olduğunu.

<ı>“Kendini yıkan kişi yalnızlığa dayanamaz.Ama sürekli olarak, bir gün, hiç farkında olmadan, bir şey yaratmak ya da her şeyi düzene koymak tutkusuna kapılacağı korkusuyla yaşar. İşte o zaman durmadan acı çeker, belki de kendini bile öldürür.

<ı>“Yaşamak uzun bir toplama işlemi gibidir, arada bir toplama yanlışı yaparsan, doğru sonucu hiçbir zaman bulamazsın. Bir başka deyişle, zincirleme bir çarkın içinde kalırsın, vb.”

Ve benzeri… Her şey ve herkes “benzeri”. Farklılaşabileceğimiz hatta farklılaştırabileceğimiz bir dünyayı, yeniden keşfedebilir miyiz? Ya da dünyadan vazgeçtim, ampul yerine başka bir aydınlatıcı bulamaz mıyız? Hatta ve hatta aydınlık yerine karanlıkta yaşayabileceğimiz bir dünyada olamaz mıyız? Mantıktan ve hayattan uzaklaştıkça içimize işleyen yaşama bıkkınlığı, daha da büyür. Uzak bir köşede kendisiyle kalan insan için, belki de artık, düşünme vakti gelmiştir.

<ı>“İntiharı düşünen insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine- bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine- yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur.”

<ı>

Sıcak bir yaz gününde, vücudumuzu titreten bir soğuk rüzgâr gibi, kulağımıza çarpar onun adı. Ya da ilkbaharın üstüne abanmış bir kış gibidir o. “ <ı>Artık sayıklamıyorum. Sanatım için yaşayarak kafa dirliğine kavuştum. Öte yandan, ölümden korkar oldum, bedenimin bana bir oyun oynamasından ödüm kopuyor.” Yıllar ilerledikçe, bir makine gibi bozulmaya yüz tutmuş bedenlerimizde gizlenmekte sanki…

<ı>“Ölüm için hiçbir şey avuntu olamaz. Ölümün kaçınılmazlığı, değeri, atılan bu adımın önemi konusunda söylenen bütün sözler onun yanlılığını ve korkunçluğunu artırmaktan ve hükümlü bir insanın acı gülüşü gibi durumun ölçüsüzlüğünü kanıtlamaktan başka bir işe yaramaz.”

<ı>

Sabahları kulaklarımıza çarpan kuşların cıvıltıları bile bunaltmaya başlar bazen ruhunuzu, gözlerimize yerleşen bakışların ardındaki o kirlilik, kör olmaktan beter eder adamı. Yaşamak kolay bir uğraş değildir, insanlarla yaşamak, onları anlamak, onlara kendini anlatmak, onlara karşı sorumlu olmak, onlardan bir şeyler beklemek… İnsansız olamamak zindanıdır yaşamak.

İnsan, hayattan tiksinmeye başladığında, ölümü düşler belki de, terk edildiğinde, aldatıldığında, başına gelen tüm olumsuzluklar karşısında diz çöküp, çekip gitmeyi tercih edecektir insan bir gün. Ne de olsa “<ı>Çok acı çekmenin karşılığı sonradan köpekler gibi ölmektir.” Ve <ı>“ İnsanın ancak tutkuyu aşarak gerçekleştirebileceği tutkulu bir davranıştır intihar.” Ölüme tutkuyla bağlanmaktan ileri gelir intihar etme isteği…

İçinizdeki ses umutsuz, gözünüzün feri sönük, yanaklarınızdaki allıktan eser yok, üstünüzdeki gömlek kirli, ayakkabılarınız tozlu, saçlarınız yağlı… Artık kendi yalnızlığınızın doruklarındasınızdır. “ <ı>Uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.” Tahammül edilmez bir şey yaşamak, sanki kafanız bir tencere, insanlar da aşçı. Düşüncelerinizi doğruyorlar, rendeliyorlar, haşlıyorlar, tuzluyorlar ve üstüne bol acı serpip, ateşe koyuyorlar. “<ı>Gerçek yalnızlık, acı çektiren yalnızlık, öldürme isteğini de birlikte getirir. Ölüm huzurdur, ama ölüm düşüncesi her türlü huzuru ortadan kaldırır.” Geriye çekilirken herkesi öldürmek gibidir bazen yaşamak… Bu hayattaki varlığınızın zerre kadar önemi yoktur, bir yıkıntıya dönüşmek üzereyken, insanların meraklı bakışlarıyla yaralanırsınız önce. İntihar; iyi insanlara yaraşır. Yolun sonunda, bir eflatun ölüm bekler onları.<ı> “Kendini yıkan kişi yalnızlığa dayanamaz. Ama sürekli olarak, bir gün, hiç farkında olmadan, bir şey yaratmak ya da her şeyi düzene koymak tutkusuna kapılacağı korkusuyla yaşar. İşte o zaman durmadan acı çeker, belki de kendini bile öldürür.”

<ı>

Nefret fışkırır gözbebeklerimizden. Bu dünyadan gitmek için, kendinize yazdığınız mektupları postaya verirsiniz. Planlar yapılmıştır, cesaret başköşeye kurulmuştur, korku silinmiştir fikrinizden, kaybedebileceğiniz hiçbir şey kalmamıştır artık, zaten en kıymetli şeyinizi, kendinizi kaybetmişsinizdir. Vazgeçmek zamanıdır atık. Bir sandalye, bir halat, bir de ahizedir artık tek ihtiyacınız olan. Ya da bir kutu ilaçtır, sizi iyileştirecek olan. Sessiz ve derinden bir müzik çalar kulaklarınızda, çocuksu bir sızıdır artık yüreğinizdeki.

<ı>

<ı>“ Gizlice en korkulan şey gerçekleşir en sonunda.

<ı> Yazıyorum: Ey sen, acı. Peki sonra?

<ı> Bütün gerekli olan biraz cesaret.

<ı> Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil.

<ı> Tiksiniyorum bütün bunlardan.

<ı> Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.”

<ı>........................................

Dipnot:<ı> <ı>İtalik yazılar; dışa dönük olamayan ve hep içine dönmek zorunda olan bir yazardan alıntılardır. Cesare Pavese’ nin “Yaşama Uğraşı” adlı eserinden esinlenilmiş bir denemedir bu.

<ı>




 
Toplam blog
: 44
: 1870
Kayıt tarihi
: 27.07.07
 
 

Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, Basın-Yayın Bölümü mezunudur.        ..