Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '08

 
Kategori
Fotoğraf
 

Ayrılmak yaşatmaktır...

Mahçubiyetin "Merhaba" sı küçük olur.Onunda öyle oldu. Dilinin ardında yüreğini sıkan kaç kelime vardı bilmiyorum ama; en utangaç olanlarını paylaştı benimle.

İstemiyorsam onunla konuşmamaya da haklı bir nedenim varmış.Arkadaşlığımın yere çalındığı o gün kırgındım ama zaman yüreğimin defterinde silik bir cümle izi gibi bırakmıştı bu kırgınlığı.

Sene başından beri Bingöl’’ün Solhan ilçesindeymiş, tayini oraya çıkmış. "Diyarbakır’’da mısın?" dedi.Lİmburg’’da olduğumu söyledim.Ama kısa zaman sonra Diyarbakır’’a döneceğimi belirttim.Şaşırdı.O an neler düşündü acaba.Niçin ayrılmıştım Türkiye’’den? Sebep o olamazdı çünkü benimle hiçbirşeyi paylaşmamıştı.Elimde birkaç mektup ve birkaç fotoğrafından başka birşeyde yoktu.İnsan mektuplarla ısınıp, elini tutmadığı, alnının ateşini dudağında hissetmediği bir kızı sevip, ruhsuz bir fotoğrafa aşık olabilir miydi? Oldum.Konuşulan ve konuşulamayan herşeyi internetin soğukluğunda paylaştık.

Bu kısa sohbet sonrası yine karıştım, zihnim bulandı.Planladığım tarihten daha önce döndüm Türkiye’’ye.Önce İstanbul sonra Diyarbakır’’daki dostlarla paylaştım yalancı gülüşleri.Peki şimdi ne olacaktı!Onu aramalı mıydım, arasam görüşmeli miydim, görüşsem sarılmalı mı? O beni karşısında görünce ne olacaktı? Mahçubiyeti yine "merhaba" sını küçültür müydü, yoksa sevinci daha gürdaha yuvarlak cümleler mi kurdururdu ona?

Kafayı yastığa gömüp yatmayı istedim, olmadı.O gece uyuyamadım, ondan sonraki gecede üçüncü gün sesini duymaya cesaret edebildim.Bingöl merkezde görüşme kararı aldık.Minibüs koltuğuna kurulunca yolun bozuk olmasından mı, iç heyecanımın çok fazla olmasından mı bilmiyorum ama tüm vücudum sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu.30 yaşındaydım Bingöl’’e üç kez gitmişliğim yoktu.Sohbete ona Limburg’’dan getirdiğim fotoğraf makinasını hediye edip ve fotoğraf karelerini konu edinerek başlamayacaktım.Bingöl’’e vardığımda sırt çantam, fotoğraf makinam ve birkaç eşyamın eksildiğini gördüm.Araba bagajına gelişigüzel atılmış kıyafetlerim vardım sadece.Açlığın insanı düşürdüğü bu küçük örneği Fransız soylusu gibi ayıp sayıp o insanı yadırgamadım.Aç insanın inancını bile yediğini görmüşüzdür birçoğumuz.Neyse...

Elimde elbiselerim çarşıda önüme çıkan ilk dükkandan yeni bir sırt çantası satın alıp 45 dakikalık gecikmeyle Öğretmenevi’’ne vardım.İçerde hemen girişe bırakılmış koltukların birinde oturuyordu.Düz mavi kot pantlonu, gözleri nemli kahve, Ay beyazı parmağında ucuz yüzükler.Dar tişörtünün içinde memeleri mermer yumurtalar.Buza konmuş şeftali.Yanakları ateş buğusu, hoş kız, sıcaklık saçıyor...

Bir erkekle öpüşür gibi oldu öpüşmemiz daha doğrusu yanaklarımızı biribirine değdirdik sadece.Eşyalarımızı odalarımıza bıraktıktan sonra yemek için lokantaların birinde oturduk, Yemek yedik, çay içtik sinemaya gittik.

Zor bir ayrılık yaşamış ama bitirmiş yine kafasında, şimdi bir başkası varmış, çocukluk aşkıymış, onu çok seviyormuş ve mutlaka onunla evlenecekmiş.O konuştukça iki taşın arasında kalmış ezilmiş bir çiçek gibi kanıyordum.Sonra ürkek kelimelerde gizlediğim duygularım onu da düşünceye sevketti biliyorum.Sustu.Karşılıksız sevmelerin gönül acısını bir kez daha onunla yaşadım hem de bu ilk buluşmada."Karşılıksız sevmelerimin sonuncusu olacak" bu güçlü ihtimale rağmen yine de onu sevmeyi seçtim.

"Taş olsam dayanmazdım
Toprak idim dayandım..."
Bu dizeyi ister kaçamak bir aşk ilanı, ister yaşadığım yıkıntıların son halkası olarak kabul etsindi.Olsun bedeli yıkım da olsa çok güzel bir duygu sevmek.Ve sanırım anladı da o bunu. Yanımdayken "bana mektup yazmanı istiyorum" dedi. "hem de on sayfa" Gülümsedim.

Şimdi bu kağıda düştüğüm bütün kelimeler ona ait olmakta ısrar edecek.Hayalimdeki onu olduğu gibi düşmüşüm sayfalara.Oysa seninleyken hep dediğim gibi kelimelere sığmıyorsun, benden hep daha fazlasını talep ediyorsun.

Bir sonraki gün beni Solhan’’da görev yaptığı okula götürdü.Ne bana gösterdiği okulu, ne öğretmenevi bahçesinde önüme çay bırakan çocuğu ne de yemek getiren garsonu gördüm.Beni yolcularken anlam çıkarmaya çalıştığım gözlerini kazıdım hafızama.Minibüs onu arkada bıraktığı zaman bir gülün denize düşmesi gibi içime akıttım her yaşı.O küçücük kasabanın, küçücük toprağınakırık bir dal gibi düştüm.

Diyarbakır’’a döndüm.Bir simyacı olmak isterdim o zaman belki ayrılık kederini sevince dönüştürürdüm.Onu düşündükçe kimi zaman balkonumdaki çiçek ile birlikte gülüşünü de buldum kapı eşiğinde.Daha fazla dayanamadım onu da davet ettim Diyarbakır’’a.Geldi.Yine bildik şeylerle oyalandık.Geç saatti eve döndük.Lambayı kapadım.Karanlıkta fısıldadık birkaç kelime.Dilimin ucuna gelen her sözcüğü yuttum o gece.O ise beklediğim hiçbirşeyi konuşmadı.

Sabahın odaya vuran ilk ışığında yüzünü seyre koyuldum.Uykusunda bir öykü gizliyordu sanki.Yüzünün ifadeden yoksun haline dakikalarca baktım.Bir tayinle gelmişti buralara ve yine bir tayinle gidecekti.Nasıl hatırlayacaktı beni, Diyarbakır’’ı? Çünkü biliyordum ki kalınan her yer bölük pörçük anılarla terkediliyor, bütün anılar sağlıksız, köksüz oluşları can sıkıcı.Memurluğun resmi odaların tozu olduğunu biliyor muydu acaba!

Dışarı çıktım binbir düşünceyle, kahvaltılık birşeyler alıp döndüm.O günün akşamıydı Diyarbakır’’dan ayrılışı.5000 yıllık medeniyet başıma geçirilmiş poşet gibi havasız bırakıyordu beni, 82 burcun milyonlarca taşı bela misali başıma yağıyordu.Nefes almaya ihtiyacım vardı.Boğulmak üzereydim.

Sonra birkaç kez daha görüştük.Son kez Bİngöl’’de biraraya geldik.İkimizde biliyorduk bunun son görüşmemiz olacağını.Türkiye’’den ayrılacağımı söyledim.Herzaman ki gibi yüzü ifadesizdi ama bu kez gözleri çok şey anlatır gibiydi.İçimden geçenleri okuduğunu biliyordum.Daha başka şeylerin dile gelmesinin yersizliğini düşünüp sustum.Çünkü hiçbir kelime kullanmadan konuşmayı ondan öğrenmiştim.

Yarım bir sarılmayla koptuk birbirimizden.Kırışmaya başlayan yüzümü aynada unutmamalıyım giderken.Kalemim kederle süslediğim hayatımı yazmaktan bıktığını haykırıyor.Dur biraz dedim kendime, bu kez hüzün biriktirdiğim gecelerimden birini de çantama yerleştirmeliyim.

Balkonun bir köşesinde onun adına ondan habersiz büyütmeye çalıştığım bir erguvan çiçeğim var.Gidip son kez onu da görmeliyim.Biliyorum küskünce karşılayacak beni.Çünkü terkediyorum onu.Götürmek isterdim kendimle ama, o zamanda toprağından ayrı düşmüş olacak.AYRILMAK YAŞATMAKTIR DEMEK Kİ BAZEN...
 
Toplam blog
: 6
: 372
Kayıt tarihi
: 23.04.08
 
 

Turizm ve Otelcilik Bölümü öğrencisi olduğum halde okul için iyi bir öğrenci sayılmam sanırım.. Bila..