Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Ayrışma mı, bir arada yaşama mı?

Ayrışma mı, bir arada yaşama mı?
 

Ertuğrul Özkök, Türkler ve Kürtlerin ayrışmayı tatışabilmesini önerdi


“Türkiye’de tartışılmayacak bir şey varsa, bu ülkenin birliği ve bütünlüğüdür. Kürtler Türkiye’den asla hiçbir yerde, hiçbir şekilde ayrılmak istemiyor. Birlikte, onurlu, eşit, özgür bir yurttaş olarak yaşamak istiyorlar. “Türkiye Türklerindir” yazan bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapmış önemli bir şahsın “Türkiye ve Kürtler ayrılmayı konuşmalıdır” demesi bu halka, bin yıllık tarihimize, Çanakkale’deki şehitlerimize, Dumlupınar’da yan yana yatan şehitlerimize yapılacak en büyük saygısızlık, hakaret, vefasızlıktır. Bu Hitler’in Yahudilere uyguladığı ırkçı soykırım tezleri ile aynı derecede gördüğüm, son derece tehlikeli bir yaklaşım. Türkiye’de tartışılmayacak bir şey varsa, bu ülkenin birliği ve bütünlüğüdür. Türkler ve Kürtlerin ayrışmasını tartışmak bu ülkede hiç kimsenin haddi değildir. Bunu düşünce, ifade özgürlüğü kapsamında da görmüyoruz. Kaç milyon insanımızın Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Arnavut’la evlendiğini görürüz. Onları nasıl ayıracak? Ben Kürt’üm, eşim Türk. Benim çocuklarımı Sn. Özkök nasıl ayıracak? Kimi nereye koyacak? Yoksa iki çocuğumu da alıp birini Şırnak’a birini Kırklareli’ne mi bırakacak? Böyle bir yaklaşım olabilir mi?”

Sizce bu sözler kime ait? Bilenler zaten biliyor, bilmeyenler düşünedursun, biz Ertuğrul Özkök’ün 6 Temmuz tarihli malum yazısına bir göz atalım. “…Türkiye, tarihinde ilk defa Kürt meselesini en çarpıcı ve en gerçekçi biçimde tartışıyor.

Diyorum ki, artık zamanı gelmiştir. Şarkı söylemenin zamanı da gelmiştir, farklı söylemenin zamanı da... Kaderin cilvesine bakın ki, farklı şeyi söyleme cesaretini bugün, Türkiye'de üniter devletin en muhkem kalelerinden biri olan “Cumhuriyet” Gazetesi'nin bir yazarı buldu:

Orhan Bursalı bakın ne diyor:

“Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir.” Cumhuriyet Gazetesi'nin yazarı açık açık, “Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım” diyor.

“Cumhuriyet” Gazetesi'nin bir yazarı bunu söyleyebiliyorsa, bütün Türkiye söyleyebilir. Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:

“Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?”

Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur. Ama yaşayamayacaksak?

Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım. Bakın Özal 20 yıl önce “Federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” dediğinde yer yerinden oynamıştı. Şimdi bu soruyu soruyoruz, yer yerinden oynamıyor, yaprak bile kımıldamıyor. Demek ki, 20 yılda mesafe kat etmişiz.”

Şimdi bir noktalı virgül koyalım… Ve “ayrılık” ile “birleşme” mücadelesi veren farklı üç örneğe bir bakalım…

1.5 MİLYON KATALAN DAHA FAZLA ÖZGÜRLÜK İÇİN MEYDANLARDA!

Bu tartışma sürerken, Dünya Kupası finalinin yapıldığı ve İspanya’nın şampiyon olduğu gün Barcelona meydanlarını dolduran 1.5 milyon insan, İspanyol Anayasa Mahkemesi’nin Katalan’lara verilen özerkliği sınırlandıran kararını protesto ediyordu.

Geçen yıl Barcelona ve Madrid sokaklarında gezerken İspanya’nın bu iki kenti arasında iki ayrı ülke kadar büyük bir fark görmüştüm. Barcelona’da neredeyse hiçbir İspanyol sembolüne rastlamazken, Madrid fazlasıyla İspanyol’du. Barcelona’da İspanyolca konuşana neredeyse rastlamak mümkün değildi. Katalan gururu, kentin her yerinde yükseltiliyordu.

İspanyolların endişesi, Katalan’ların ayrılması halinde ülkenin ekonomik olarak çökeceği yönünde. “Katalanlara ihtiyacımız var” diyor İspanyollar. Buna karşılık Katalanlar Franco döneminden sonra neredeyse yeniden inşa ettikleri “ülkelerinde” artık İspanyol gölgesi istemiyorlar.

Pazar günü Barcelona’da 1.5 milyon insan yürürken, Dünya Kupası coşkusu yaşayan İspanyolların ne hissettiğini merak ettim doğrusu… İspanya’dan söz etmem öylesine değil elbette. Gururlu Katalanlar, İspanya’dan daha fazla özerklik, hatta bağımsızlık isterken ve muhtemelen Katalanlar ile İspanyollar birbirlerine karşı pek de hoş duygular beslemezken, ETA’nın şiddet eylemlerine karşı Katalan ve İspanyollar birlikte “Hayır” demişlerdi: “Bir arada yaşayıp yaşayamayacağımızı tartışalım… Ama şiddete başvurmaksızın…”

Gelelim ikinci örneğimize…

KIBRISLI TÜRKLER BİRLEŞMEDEN, RUMLAR AYRILIKTAN YANA OY KULLANDI

Kıbrıs’ta on yıllardır süren “çözüm” müzakerelerinin ardında ne yatıyor? Adayı birleştirme isteği… 1960’da İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Yunanistan destekli bir darbeyle anayasal düzen yıkılmış ve ada bölünmüştü. Bölünme, Kıbrıslı Türklerin isteği değildi ama can güvenliği endişesi, ayrılıkçılığı beslemiş ve Kıbrıslı Türkler çekildikleri adanın kuzeyinde kendi “ulusal” yapılarını kurmuşlardı…

Teknik olarak bakıldığında “darbeyi ve darbeyle güçlenen Rum faşistlerin saldırılarını” gerekçe gösteren Kıbrıslı Türk ayrılıkçılığı, halkın can güvenliği endişesini de kullanarak fiili bir bölünmeyi 1963’ten itibaren başlatmış, 1974 deki Türkiye müdahalesi bölünmeyi kalıcılaştırmıştı. Ancak BM ve garantörler, adayı yeniden birleştirme çabasını en azından “görünürde” de olsa bugüne kadar sürdürdüler.

Son olarak 2004 yılında BM Planı doğrultusunda Kıbrıslı Türkler ve Rumların önüne konan “Birleşik Kıbrıs için” Referandumda “yoksul” Kıbrıslı Türkler’in %65’i “birleşmeye EVET”, “zengin ve tanınmış” Rumların %78’i HAYIR oyu kullanmıştı. Uluslar arası alanda Rum tezi, “Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçı” oldukları ve adayı (Kıbrıs Cumhuriyeti’ni) bölmeyi istedikleri yönündeydi. Oysa 2004’te Kıbrıslı Türkler ayrılıktan değil bir arada yaşamaktan yana oy kullandılar…

Bir diğer örneğimiz ise Belçika’dan… Belçika’da zengin Flaman’lar, “yoksul”

ZENGİN FLAMANLAR AYRIŞMA, YOKSUL VALONLAR BİR ARADA YAŞAMAK İSTİYORLAR

Valon’larla artık bir arada yaşamak istemediklerini söylüyorlar. Brüksel’de sohbet etme fırsatını bulduğum Flaman bir hanımefendi, “yoksul ve tembel” olarak nitelediği Valonlar’a öfkesini “biz çalışıp üretiyoruz onlar hem tüketip hem de homurdanıyorlar” sözleriyle dile getirmişti. Flaman’ların bütün ayrışma isteğine rağmen Valon’lar pek oralı görünmüyorlar ve ayrılmanın karşısında tavır alıyorlar.

Şimdi yazımızın başındaki alıntıya dönelim…

“Türkler ve Kürtler ayrışmayı tartışabilmelidir” diyen Ertuğrul Özkök’e en sert yanıt, yukarıdaki sözlerle BDP’li Hasip Kaplan’dan geldi… Bugüne dek düşünülenin aksine, “ayrılıkçı” olduğu varsayılan bir partinin milletvekili, Türkiye’nin üniter yapısının bekçiliğini yapan bir gazetenin eski genel yayın yönetmenine “birlik-beraberlik” dersi veriyor…

Bu ilginç durum, bizi ister istemez yeniden Lenin’in kırmızı kaplı kitaplarından birine, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’na götürüyor.

Lenin, “ezen ulus komünistleri ayrılma hakkını savunmalıdır” görüşünü savunuyor ve buna karşılık, “isterlerse ezilen ulusların bir arada yaşama hakkını savunabileceklerini” ve fakat Rus Sosyal Demokratlarının asla “kültürel özerklik” vb. “sınırlı ve oportünist taleplere” sempatiyle yaklaşmayacağını söylüyor: “Ezen ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi için ayrıcalıklar sağlama yolunda çabalarına destek olmayız.”

Kendileri bunun farkında mıdır bilinmez ama, Özkök ve Kaplan’ın karşılıklı söylemleri tam da “Leninist yaklaşıma” uygun bir görüntü veriyor ilk bakışta .

Ezen ulusun bir üyesi, Özkök “ayrışmayı tartışabilmeliyiz” derken, ezilen ulusun bir temsilcisi “ayrışmak mı? Ne münasebet!” diyor. Ancak Özkök’ün Kaplan’a bugün verdiği yanıt, “Türkiye Türklerindir” gazetesinin eski genel yayın yönetmeni açısından, tartışmanın tam da istediği zemine geldiğini gösteriyor…

“Çözüm basit” diyor Özkök, “beni İmralı’ya atın, Apo’yu serbest bırakın”… Ve kendisi için, niyetlerin en iyi ifade edildiği zemine yöneliyor: “Bir arada yaşamaktan mı söz ediyorsunuz Sn. Kaplan?” diyor Özkök, “o halde PKK terörünü gelin birlikte lanetleyelim… O halde gelin, “iki taraf da silah bıraksın” demekten vaz geçelim ve şehit cenazelerinin ardından kol kola devasa bir yürüyüş düzenleyelim…”

Umarım konunun üzeri örtülmez ve daha uzun süre, derinleştirilecek bir tartışma devam eder. İspanya, Kıbrıs ve Belçika’da olup bitenlerden öğrenecek çok şeyimiz var. Biz ne yazık ki bugüne kadar etnik sorunlarımız olmadığına inandırıldığımızdan, dünyanın içinden geçip çözdüğü, çözmeye çalıştığı etnik deneyimlere gözümüzü kulağımızı kapattık… “Başkalarının ve bize uzak” meselelerdi bunlar. Ama artık dünyanın bu meseleyi nasıl ele aldığıyla, ne tür çözümler ürettiği veya tartıştığıyla ilgilenmenin zamanı…

Benim Özkök’ün yazısında, doğru bulduğum bir saptama var: 20 yılda büyük mesafe katettik…

Evet, “Kürt diye bir şey yoktur” dan, “ayrışmayı tartışabiliriz” noktasına geldik 20 yılda… İşte Kürtlerin ve onların sözcülüğüne yönelenlerin değerlendirmesi ve hakkını vermesi gereken nokta budur…

Türkiye, artık geri döndürülemez biçimde Kürt “realitesi” ile yüzleşmekte ve sorunun adını koyup, çözümü tartışmaya hazırlanıyor… Özkök’ün dillendirdiği görüşü henüz yüksek sesle olmasa da “içinden geçiren” çok sayıda “kentli” Türk’ün olduğunu biliyoruz. Buna karşılık, Kaplan’ın tepkisini paylaşan çok sayıda Kürt’ün olduğunu da biliyoruz…

Kürtlere ve özellikle de BDP’ye yönelik yargıların kırılması bir zorunluluk sayılmamalı. Kürtler ve BDP, ne düşünüyorsa onu ifade edebilmeli, ayrılıksa ayrılık, bir arada yaşamaksa bir arada yaşamak… Önemli olan ne düşünüldüğünden çok, oluk oluk kan akan bu ülkede, düşüncelerin neyle ve nasıl ifade edildiği… Ama Kaplan’ın tepkisinin, BDP alerjisinin had safhada olduğu bir dönemde özellikle Türk ulusalcıları tarafından dikkatle değerlendirilmesi, hakkının verilmesi gerekiyor. Siyasal lince kurban edilen ve sesi kesilen Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk dışında ilk kez BDP’nin bir milletvekili, üstelik Öcalan’ın avukatlığını yapmış olan bir Kürt, “bir arada yaşamaya” bu kadar açık ve net sahip çıkıyor. Türk ulusalcıları bu sesi duymalı ve üzerinde düşünmeli…

Bu düşünce ve tartışmalar, bu tepkiler bizi “ortak akla” götürecek bir biçimde… Ayrışma veya bir arada yaşama konusunda kararı Türkler ve Kürtler birlikte verecekler. Tam da bu nokta, silahların susma, insanların konuşma zamanıdır… Zor olacak sakin ve serinkanlı konuşabilmemiz… Birbirimizi anlamamız, olup bitenleri sindirmemiz zaman alacak… Silah seslerinin insan seslerini bastırmasının önüne geçebilirsek, acılarımıza yeni acılar eklemeden birbirimizi duymamız, anlamamız çok daha kolay olacak…

 
Toplam blog
: 24
: 720
Kayıt tarihi
: 19.07.06
 
 

İÜ İletişim Fakültesi'nde lisans ve yüksek lisansımı tamamladım. Milliyet Gazetesi'nde "Varoşlar", "..