Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ayşe Hanım'ın ölümü (2)

Ayşe Hanım'ın Ölümü (2)

Ayşe Hanım sükunet içinde yazgısının bu öte dünyada karşısına neler çıkaracağını beklemeye başladı. Yükseliş halinde, çeşitli kaynaklardan hayatta iken öğrendiği, maddi dünyanın bilinen çehresini bizzat müşahede etmiş ama öyle bir noktaya ulaşmıştı ki artık buradan ötesini tanımlamakta güçlük çekiyordu.

Sağanak yağan yağmurdan sonra dağlardan ovalara akan sel suları, nasıl taşı, toprağı, mili önüne katarak akar sulara oradan göllere, denizlere ulaşır ve bulanık, kirli yapısından arınarak berraklığa kavuşursa belki bu gibi bir duygu yoğunluğu ile açıklanabilecek izlenimler edinmişti. İşte karanlık gecelerin o ürpertici etkisini kırarak yerini sonsuzca huzura bıraktığı dolunay parlaklığında nurani bir dünya uzayıp gidiyordu önünde. Buraya nasıl geldiğini anlayamamıştı. Maddi varlığa ait sınırları aşmış olsa, bu değişimi algılardı muhakkak. Sanki öte dünyanın sınırları bir salınım göstererek maddi boyuta sarkmış ve Ayşe Hanım'ı alarak kendi sınırlarına geri çekilmişti. Ya da lambanın yanışıyla birden aydınlanan karanlık odanın gerçekliğiyle yüzleşmek gibi kendini aniden bu ortamın içinde hazır buluvermişti.

Maddi sınırların nerede, nasıl son bulduğu kendisi için hala esrarını koruyordu. Yaşama ait zaman akışı içinde olabilse önceliği bu konuya verir, durumu anlamaya çalışırdı. Oysa şimdi akıbetinin alacağı şekil kendisi için daha önemliydi. Az ileride nurani ortamın dokusuyla bütünleşmiş, yalnız daha kesif, şeffaf siluetler belirdi. Sabit bir şekilleri yoktu. Sürekli biçim değiştiriyorlardı. Bazen gönüllere sürur veren ılık meltem esintileri gibi titreşerek saf, yoğun ışık halelerine dönüşüyorlar, bazen de kendi sınırları içinde depreşip duran kızıl, ateşten topaçlar halinde dokunduklarını yakıyorlardı.

Bu arada Ayşe Hanım, dikkatinden kaçan önemli bir ayrıntı daha gördü; Bu ortamda yalnız değildi. Birbirlerine göre farklı mesafelerde yer alan sayısız çoklukta insan ruhu, göğe bırakılan uçan balonlar gibi az önce gördüğü şeffaf siluetlere doğru ağır, ağır yükseliyorlardı. Şeffaf siluetlerin aldığı şekillerle bu ruhların görünümleri arasında tuhaf bir ilgi vardı. Kimi ruhlar bu noktaya yaklaşırken yoğunlaşmaya başlıyor, oraya ulaştığında ise son şeklini alarak ışıl, ışıl parlayan, güzel yüzlü hanımefendiler yada beyefendiler olarak beliriyorlardı. Aynı anda bu kesif siluetler, duruma uyarlanarak şefkatle aralarına aldıkları ruhların, esenlik içinde yeni ufuklara açılmalarına izin veriyorlardı. Kimi ruhlarsa yoğunlaştıklarında garip görünümleriyle ucubelere benziyorlardı. Çoğu kez vücutlarını oluşturan uzuvlar, olmaları gereken yerde bulunmuyordu. Ayakları arasında başları bulunanlar mı? Yoksa omuzları üzerinde midesiyle dolaşanlar mı? Türlü, türlü garip oluşumlar... Şeffaf siluetlere yaklaştıklarında ucubelerin görüntüleri daha da iğrenç bir hale dönüşüyor ve sonunda kızıl ateş topaçları arasında yanıp kararıp hızla altlarında beliren karanlıklara çekiliyorlardı. Ruhların bölük, bölük hareket ederek bu girdaba kapıldıklarını görebiliyordu Ayşe Hanım. Ve bu kaçınılmaz nokta ile arasındaki mesafe gittikçe azalıyordu.

Endişe içinde uzun bir bekleyişten sonra artık sıra kendisinin de bulunduğu gruba gelmişti. Çevresindeki ruhların yoğunlaşmaya başladıklarını gördü. Hemen önünde bulunan adam benzersiz büyüklükte karnı e arkasıyla dikkat çekiyordu. Cevizden iri olmayan başı üzerindeki gözleri dehşetle açılmış, şaşkınlık içinde kararmaya yüz tutmuş vücudunun hatlarını inceliyordu. Hayatında iken iştahı ile arası bir hayli iyi olmalıydı.

Ayşe Hanım, bu arada henüz şekillenmiş olan kendi vücudunu inceliyordu. "evet, her şey yerli yerinde" diye düşündü. Yinede içinde bir eziklik, bir kirlilik duygusu hakimdi. Görünüşü ile bu izlenimi arasında bir tezat vardı. Acaba vücudunun parıltısı diğerlerine göre daha mı sönük kalıyordu? Yoksa kendisini yersiz kuruntulara mı kaptırmıştı? Akıbeti az sonra belli olacaktı. Nihayet, şeffaf siluetlerin hizasına ulaştılar. Az önce gördüğü adamın umutsuz çığlıkları bir kez daha ürpermesine neden oldu. Adamın yanarak kararan vücudu bir paçavra gibi, zeminde beliren alevli çukurlar içine hızla savruldu. Her bir çukur, payına düşeni yalayıp yuttuktan sonra yine ortaya çıktığı şekilde birden gözden kayboluyordu.

Ayşe Hanım, çocukluk yıllarında babaannesine özenir, başını örttüğü eşarpla sessiz küçük adımlar atarak, pencere kenarındaki divanda oturan babaannesinin kucağına atılırdı. O´nun, yer yer damarlarla dolmuş kocaman yaşlı elleriyle başını okşamasını mutluluk içinde izler, salya sümük kalıncaya dek uzun, uzun öperdi bu elleri. Ardından ;- "Haydi büyükanne, dinle bakalım olmuş mu sübhaneke’m?" diye sorarak oturduğu yerden hafız edasıyla öne arkaya ritmik küçük salınımlar yaparak okurdu duasını. Aldığı kocaman bir "aferimin" ardından, soluğu sokakta alır, kaldığı yerden arkadaşlarıyla ip atlama oyununa devam ederdi.Yaşamın zorlu akışı içinde vicdanının sahiplenebileceği pek çok güzelliği yitirmişti belki ama bu tablo ruhunun ta derinliklerine kadar kazınmıştı.

Zaman, zaman yoksul semtlerden bayramlaşmak için gelen çocukları içtenlikle kabul eder, aralarından "subhaneke" duasını en güzel okuyana bayram harçlığını verirken daha cömert davranırdı. Çocukların merdivenlerden sokağa ite kakışa gürültüyle inerken aralarında ; "sana ne kadar verdi?" "dua´yı yanlış okudun be!" şeklindeki konuşmalarını duyduğunda mutluluğu perçinleşirdi. İşte şimdi yaşamına ait bu küçücük ayrıntı kendisinin başlı başına kurtuluş vesilesi oluyordu. İradesi dışında okumaya başladığı dua nedeniyle o şeffaf siluetler, dünyada iken gözlerin asla görmediği güzellikteki ışıldamalarıyla karşılamışlardı kendisini. Huzuru, vücudunun tüm zerrelerine kadar alabildiğince yaşarken, nereden geldiğini anlayamadığı gizli bir el onu, aşılmaz sandığı bu ortamdan kopararak tamamen yabancısı olduğu yeni bir ortama bırakıvermişti.

Ayşe Hanım şaşkındı. Çünkü bulunduğu bu yeni ortam da vücudu, iri bir mersin balığının tabağa boşaltılmış on binlerce küçük kürecikten oluşan ve her birinin içinde yeni bir hayata atılacak canlılık özlerinin bulunduğu havyar yığını gibi garip bir şekil almıştı. Üstelik bu kürecikler tek, tek hayatına ait izlenimleri barındırıyordu bünyesinde. İradesi hangi küreye yönelse orada yaşamının ilgili kesitiyle yüz yüze kalıyordu. Eğer burada yüzünün kızarmasına neden olacak bir izlenimi varsa mağdur ettiği kişi yada kişilerin hayalleri canlanıyor, içinde iyi izlenimlerinin yer aldığı bir diğer küreciği yutuyordu. Böylece, yığın içinden yüzlerce kürecik birer, birer kayboluyor, oluşan boşlukta önce karartılar beliriyor ve ardından bu karartılar dipsiz alevli çukurlara dönüşüyorlardı. Sanki bir veba hastalığı adım, adım vücudunda ilerliyor ve karşılaştığı her bir sağlıklı dokuyu tahrip ederek acı ve ıstıraplara boğuyordu kendisini. Bu kez işinin çok zor olduğunu düşündü. Yaşamının farklı kesitlerinde dost yada düşman, tanıdık veya yabancı, bir şekilde yollarının kesiştiği tüm bu insanlar, en küçük alacakları için dahi insafsızca saldırıyorlar, alıp götürdükleriyle bütünün insicamını bozuyor, korkulan sona; alevli çukurlara doğru tüm direncine rağmen adım, adım yaklaştırıyorlardı kendisini.

Ayşe Hanım ölümle birlikte yaşamın sona ereceğini düşünmüşken şimdi tamamen farklı bir durumla karşı karşıya idi. Hayatı boyunca çözemediği sorunların birer, birer çözümünü buluyordu burada. Öğrenme süreci devam ediyordu. Artık geriye dönerek hatalarını telafi edemese de insan doğasının o harikulade ulvi mekanizması, öğrendikleriyle sonsuz bir haz duyuyordu. Bunun için kendisine kesilecek ilahi faturayı ödemeye hazır gibiydi.

İradesi genç kızlık döneminin en önemli olayının gerçekleştiği ilgili küreciğe yöneldi; O gece evlerine dünürcü gelecekti. Fakir ailenin, üvey anne elinde büyüyen bir kızı için bu gecenin taşıdığı anlam daha bir özeldi. On beşini henüz bulduğu çağda, babasının ağzından çıkacak bir “evet” sözcüğü, onu tanıdık bildik bu atmosferden kopararak gizemli ufuklara açılmasını sağlayacaktı. Anne ve babasının baş başa kaldıkları bir sırada verdikleri kararı kapı arkasından duymuştu. Geleceği için endişelenmediklerini her bir köşesini ezbere bildiği bütün varlığı ile benimsediği bu evden ayrılacak olmasına hayıflanmayacaklarını hissetmişti. Babasının adet yerini bulsun diye sorduğu soruya gözleri kapalı ‘evet’ demişti. Şimdi çevresinde gördüğü insanların asla sahip olmadığı beyaz bir wolkswagene binmiş, Alamanya yollarına düşmüştü. Aradan yıllar ve yıllar geçmiş özgürlüğü doyasıya yudumlamanın sarhoşluğu içinde üstlendiği sorumluluğu ihmal etmiş, kocasına sadık kalamamıştı. Bunun üzerine ayrılmışlardı. Bir süre sonra o üvey ananın tüm uyarılarına, -“ südümü sana helal etmem” tehditlerine rağmen Alaman bir doktorla evlendi. Gerçi keldi ama her güzelin muhakkak bir kusuru bulunurdu. Orta çağdan kalma bir şato ve son model jaguar marka otomobil, analığı dışında herkesi ikna etmişti. Üzüntü ve kahır yaşlı kadının direncini yitirmiş çoktandır yakalandığı amansız hastalığa yenik düşmesine neden olmuştu. Bu ilk kayıp, ailenin üzerine çöreklenen kara bulutların habercisi niteliğindeydi. O, kapı arkasından işittikleriyle kabaran öfkesi yatışmaksızın intikam almanın hırsıyla büyümüş, önüne çıkan ilgili ilgisiz her kesi yakıp yok etmişti.

Böylece uzatıp giden hikaye Ayşe Hanım’ın yüzünün buruşmasına, sayıları giderek azalan kürecikler de kurtuluş ümitlerinin tükenmesine neden oluyordu. Vicdanının derinliklerinde bastırdığı bu gerçeklikle karşılaşmak bir hayli yıpratmıştı kendisini. Hele analığının canlanan hayalinin yakasına yapıştığı o an yok mu? Bütün benliğinin dehşetle sarsıldığını görmüştü. Bereket versin, yaşamının bu kesitini kapsayan küreciğin cidarları çöktü de alevli parmaklardan güç bela kurtulabildi. Benliğini dalga, dalga kuşatan pişmanlığın etkisiyle zeminde beliren, bir ejderha gibi her an kendisini yutmaya hazır dipsiz çukurlara atılabilirdi. İçinden yükselen bir ses, o çukurlara yuvarlanmasıyla birlikte sonsuzca acılara maruz kalacağını fısıldıyordu. Az önce vicdanının bir yönüyle girdiği hesaplaşmada yaşadığı sıkıntılar bunun ip uçlarını fazlasıyla vermişti kendisine. Ne yapıp edip kurtulmalıydı bu girdaptan.
Ötelere doğru yaptığı yolculuğun bu üçüncü etabında, iç içe geçen Rus işi matruşka heykelciklerinde görüldüğü gibi açılan her bir kürecikte, giderek zorlaşan derin vicdan muhasebeleriyle karşılaşıyordu. Yaşamın, ilahi adalet anlayışıyla ne dereceye kadar örtüştüğünün sorgulandığı bir durak olmalıydı burası.

Ayşe Hanım, yolculuğunun bu boyutuna geldiği sırada sayıları on binlerle ölçülen küreciklerden oluşan geniş bir sermayesi olduğunu hatırladı. Oysa şimdi bu birikimi ancak onlarla ifade edilebilecek bir düzeye inmişti. Bu rakam kurtuluşu için yeterli olabilir miydi? Karamsarlığın pençesinde iyice bunalan iradesi bu kez bir başka küreciğe yöneldi. Burada, başını koyduğu yastıkta hıçkırıklar içinde göz yaşı dökerken buldu kendisini. Yaşadığı çağın kültürel motiflerinin zihnine kazıdığı ölçütlerle, vicdanının benimsemediği alışkanlıkları sürdürse de temiz bir yaratılışı vardı. İlk eşinden ayrılması kendi tercihi değildi. Yeteneklerine kişiliğine değer vererek onunla hayatını birleştirmiş olan yabancı eşinin hoş görüsüne çok şey borçluydu. Sırf görünüşü, alışkanlıkları yadırgandığı için önce dışlanan sonra maddi imkanlarından dolayı büyük bir kabul gören bu adam, insanların iki yüzlülüğüne prim vermemiş, destek olmuştu eşine. Üstelik onların inancına duyduğu saygıyı göstermek için vekaleten bir yakınını hacca dahi göndermişti. Samimi, dostça bir ilişki kurma isteği daha nasıl ifade edilebilirdi. Vicdanındaki kriterlerle örtüşmeyen beşeri zaafları onu böylesine endişeye yöneltebildiğine göre demek ki derinlerde bir yerde hala temiz bir yanı bulunmaktaydı.

Yanaklarından süzülen samimiyet dolu göz yaşları bu küreciğin cidarlarını ıslattığında kürecik giderek büyümeye başladı. Büyüdü büyüdü, büyüdü. Sonunda zaman ve mekan ölçülerinin işlemediği bu ortamda devasa büyüklükte bir kara deliğin boyutlarına ulaştı. Kürecik artık billurumsu bir yapı kazanmıştı. Alt ve üst noktaları, genişlemeyle birlikte iç içe geçmiş, boşlukta alabildiğince yayılan uçsuz bucaksız dairevi bir görünüme bürünmüştü. Bu garip şeklin tam merkezinde yine devasa büyüklükte bir helezon oluşuyor ve bu helezonun sonsuzluğa doğru uzanan tepe noktası sarmallar halinde dönüşümler yaparak inceliyor, inceliyor ve bir süre sonra görüş mesafesi dışına çıkıyordu.

Ayşe Hanım’ın yaratılışının bu temiz nüvesi şimdi sıcacık pembemsi bir dumana dönüşmüş ve billurumsu yapı içinde ivmesi giderek hız kazanan turlarına başlamıştı. Döndükçe dönüyor, billurumsu yapıyı pembemsi ışıltılarıyla dolduruyordu. İradesi sonsuz ilahi hakikatlere teslim olmuş, benliğinde geçte olsa bu gerçekliğe ulaşmanın hazzını tadıyordu. Semazenlerin topluca yaptıkları bu ahenkli dönüşler, insan idrakinin pekala hayatta iken de bu ulaşılmaz dünyanın gerçekliklerinden birer pay alabileceğine delil olabilir miydi? Neden olmasın öz aynı özdü.

Ayşe Hanım’ın pembe bir nura dönüşen ruhu sonunda bu garip şeklin tam merkezine, helezonun bulunduğu noktaya ulaştı. Burası artık kendisini dördüncü boyuta taşıyacak olan geçidin başlangıç noktasıydı. Pembemsi dumanın önce küçük bir kısmı karıştı helezonun dönüşüne ve ardından tamamen emilerek çekildi içeri. Dönüşümler içinde ilk anda görülebilen pembelik daha sonra bir ip gibi uzayarak hızla kayboldu derinliklerde. Bu arada henüz bu boyuta yeni gelmiş ruhlardan herhangi birisi, üzerindeki mahmurluğu atmaya fırsat bulamadan bu tabloyu görmüş, ardından vücudunun on binlerce küreciğe dönüşen değişimine dehşetle tanık olmuştu.

Ayşe Hanım tıpkı ikinci boyuta geçtiği sırada yaşadıklarına benzer şeyler hissetmişti. Bir oldu bitti kısalığı içinde bir öncekinden farklı yeni bir boyuta sarkmış, kendini aniden bu yeni dünyanın gerçekliği ile yüz yüze buluvermişti. Üzerindeki şaşkınlığı atmıştı artık. Bu dünyanın kendine özgü bir işleyişi olduğunu önceki deneyimlerinden öğrenmişti. Sorgulanması gerekenin, sürecin nerelerde nasıl başlayıp nerelere doğru nasıl devam ettiği değil, bu engelleri tek, tek aşıp aşamayacağıydı. Şu ana dek kat ettiği tüm aşamalarda yüce yaratıcının lütfuna mazhar olmuş, onca işlediği kusurlara rağmen ummadığı bir mağfiretle karşılanmıştı. Ölmeden önce keşke aklı erebilseydi bu gibi konulara. Yüce Yaratıcının böylesine müşfik kullarına karşı böylesine bağışlayıcı, sevgi dolu olduğunu anlayabilseydi. Kendi katında olanı sevdiği kulları için sınırsızca ikram ettiğini bir bilebilseydi, ömür sermayesini aymazlıkla tüketir miydi hiç? Şuursuzca yaşadığı yıllara bu kez samimiyetle hayıflandı. Azap görecek olması artık gözünü korkutmuyordu. Yüceler yücesi biricik Yaratıcının varlığından gafil olarak yaşadığı yılların uzaklığı zaten farkında olmasa bile sınırsızca elem ve kederi yaşatmıştı kendisine. Bu nedenle yüce Yaratıcının ruhuna ve bedenine vereceği azap, bir anlamda onun önünde secdeye kapanmış olan şu durumuna uygun düşecek, geç gelen teslimiyetin acılarını bir nebze olsun teskin edecekti...

( Devam edecek.)

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..