Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '13

 
Kategori
Tarih
 

Ayşe Sultan'ın Oyuncakları

Ayşe Sultan'ın Oyuncakları
 

Londra’da Brookwood mezarlığında annesi Mehisti Kadın Efendi’nin yanında yatan kızı Ayşe Sultan’ın 10 yaşına kadar kullandığı oyuncaklarına bakarken bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçen yaşamında, kendinizi Padişah olmayan ama halifelik unvanını taşıyan son Osmanlı ’nın yaşadığı sarayda buluyorsunuz. Bir an gözlerinizi kapadığınızda, sanki sarayın koridorlarında yankılanan Son Halife'nin çaldığı piyanonun seslerini duyuyorsunuz. Çalan müzik neyi anlatıyor o esnada ? Bir hüznün müziğine benziyor, bir ağıt olmalı bu çalan, çünkü Son Osmanlı halifesi Abdülmecit sarayda dönen entrikalar ve büyük siyasal çalkantılar arasında, romantik kişiliği, sanata ve sanatçılara olan yaklaşımı ile aslında bize  ne kadar güçlü ve derin bir duygu dünyası içinde olduğunu anlatıyor.

Akşam saatlerinde Sarayın içine doğru bir yolculuğa çıkarsanız bu kez, bir başka salonda, haremdeki kadınlardan bir başka orkestra karşılar sizi. Kadınlar toplanmış, Son Osmanlı’nın büyük hanımı keman çalarken, ikinci hanımı viyolonsel, bir başkası piyano, bir diğeri de kontrabas çalıyorlar. Bu müziğin nağmeleri  eşliğinde küçük bir kızın oyuncakları ile oynadığı odasına giriyoruz, gülümsüyor, benimle oynar mısınız? der gibi birazda şaşkın bir edayla bize bakıyor  o tarihte sarayda yaşananlar gerçek olsa da  biz sadece bir hayalden başka bir şey değiliz onun için.

Oyuncaklar aslında sadece oyuncak değildir, sadece ailenizin size aldığı şeyler değildir, onlar aynı zamanda bir çocuğun ait olduğu dünyayı simgeleyen nesnelerdir. Onlar bir ailenin kültürüdür, hayata bakışıdır ve sizi görmek istediği mutluluk diyarını anlatan simgelerdir ama aynı zamanda, bir çocuğun yaşadığı düşlerin dünyasına alır götürür sizi. Belki de orada saklanır çocuklar, kaçarlar görmek istemedikleri, onlara ait olmayan gerçek dünyanın dramatik sahnelerinden.

Dürüşşehvar Ayşe Sultan’ın oyuncakları arasında bebekler, hasırdan oyuncak arabalar, bebek elbiseleri, oyuncak fil, oyuncak mutfak gereçleri, oyuncak mobilyalar, taşlardan yapı seti, dama, domino, puzzle gözümüze çarpıyor ilk bakışta.

10 yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı’nda yaşayan Ayşe Sultan Osmanlı Hanedanı'nın son halifesi Abdülmecit’in biricik kızı ve bir diğer Osmanlı padişahı Abdülaziz’in de torunuydu. Babası ona “Şahlara mahsus inci” anlamına gelen Darüşşehvar adını verirken, bir babanın kızına olan sevgisini bundan daha iyi anlatamazdı. 1914 yılında Üsküdar’da doğan ve güzelliği ile dikkati çeken Ayşe Sultan babasının yaptığı resimlere de konu olmuştu ki babası, daha sonraki sürgün yıllarında 1944 yılına kadar o resimleri satarak geçimini sağlayacaktı. Ayşe Sultan’ın doğduğu yıl olan 1914 yılında ise, Japonya Almanya’ya savaş ilan ederken, Britanya , Fransa ve Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açıyordu. Öte yandan Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand Saray Bosna’da Siyah Eller Örgütü üyesi bir Sırp tarafından öldürülmesi ile Avrupa’da başlayan savaş esnasında Osmanlı Devleti de Almanya ile ittifak yapıyordu.

1914 ve onu takip eden yılları anlatabilseydik eğer, bunu en iyi  anlatabilecek cümleler arasında ünlü yazar Charles Dickens’in İki Şehrin Hikayesi adlı romanının açılış paragrafındaki gibi, ”zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü , akıl çağıydı, aptallığın çağıydı, inanç devriydi, zalimliğin devriydi, aydınlık zamanıydı, karanlığın zamanıydı, umutların baharıydı, umutsuzluğun kışıydı “ diye başlayan ilk cümleler, o dönemleri ve hiç kuşkusuz Ayşe Sultan’ın bundan sonraki  yaşamınındaki sahneleri anlamamıza yardımcı olacak olayların kısa bir özeti olurdu.

1922 Yılında halife olan Abdülmecit, 1924 yılına kadar kızıyla bu sarayda yaşadı, 1924 yılında Hilafet kaldırılınca hanedan üyeleri İsviçre’ye gittiler, orada bir süre yaşadıktan sonra 1939 yılına kadar yaşayacakları Fransa’nın Nice kentine ve buradan da Paris’e geçtiler. Ama öykü bu noktada farkli bir boyutta devam etti.

Ayşe Sultan'ın oynadığı oyuncakların yanında kullandığı bazı araç gereçlerde vardı. Bunlar arasında bazı ölçü kapları, kitaplar, defterler, resim defterleri, boya kalemleri, cetvel, notalar, hikaye kitapları ve haritalar bulunuyor. Simdi bu malzemeler, bir yandan diğer oyuncaklarla birlikte saray depolarından gün ışığına çıkarılırken, başka bir İstanbul akşamında, Beethoven’a tutku ile bağlı Halife Abdülmecit’in bestelediği (elegy) yani ağıt Istanbul Arkeoloji Muzesinde dinleyenleri büyülüyordu. Orkestra  bu ağıtı çalarken Ayşe Sultan’ın hayatının bir başka dönemine yolculuğa çıkarsınız, çünkü orada Dolmabahçe Sarayı'nın bir odasında bu saydığımız oyuncaklarla oynayan, resim defterine boya kalemleri ile resimler çizen, orada bazen gözyaşları ile bazen gülerek hikayelerini okuyan, bebekleri ile kendi yarattığı küçük dünyasında kaybolmuş ama kalbini İstanbul’da bırakmış küçük bir kızın hazin öyküsü karşılar bizleri. İstanbul’da Üsküdar semtinde başlayan bu dramatik olaylar dizisi Paris'te Ayşe Sultan’ın dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad Nizamı’nın oğlu Azam Şah ile 1931 yılında evlenmesi ile Berar Prensesi ünvanı alması ile sonuçlanır.

Ayşe Sultan ya da Berar Prensesinin oyuncakları,bize bir hanedan üyesinin yetiştirilmesinde ne kadar özen gösterildiğini, aynı zamanda Halife olan Abdülmecit’in kızını yetiştirirken ona gösterdiği ilgiyi ve bir bakıma kızına olan engin sevgisini görebilmemizi sağlıyor.

Bir Sultanda olsanız, bir padişah ya da bir hükümdar, ya da sıradan bir vatandaş, bir baba olmak ayrı bir şeydir, küçük kızınızı mutlu etmek için gösterdiğiniz çabalar ya da onun istediği oyuncakları alarak iyi yetişmesi için elinizden geleni yapmak hep aynı içgüdüsel duyguyu barındırır içinde.

Şimdi bu noktada Tevfik Fikret’in şu dizelerine kulak verelim.

Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
Beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
Ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
Bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
Tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
Onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!

İşte bu cümlelerle başlayan ve bugün Tevfik Fikret Müzesi'nde sergilenen kendi tablosunda bu şiiri anlatacak kadar kadar romantizm yüklü son Osmanlı halifesi Abdülmecit’in kızı Ayşe Sultan’a aldığı oyuncaklara arasında, İngiliz yapımı yap-boz oyunu ve ünlü bir Alman çocuk oyuncak firmasının zihin gelişimi için olan taş yapı seti de vardı. Bu oyuncaklarla oynayan küçük kız evlendikten sonra da Hindistan’da kadınlarının eğitimine ve ilköğretime çok büyük önem vermiş, kadınları bilinçlendirmek içinde büyük çaba göstermiş.

Ayşe Sultan’ın hayatının akışına baktığınız zaman şunu görüyoruz. Hayat her zaman haklı olmak değildir, yanlışlarla ve doğrularla da bir haya akıp gider. Üzüntüler ve kederlerin eşlik ettiği bir ömürde, bazen doğrularla yanlışların karıştığı bir karmaşadır hayat ama en güzeli ictenliğidir bir insanın ya da bir babanın. Biz, Abdülmecit Efendi de bunu görüyoruz. Kızına aldığı oyuncaklara bakarken, orada küçük kızının gözyaşlarını görüyoruz, okyanuslar kadar büyük, vadiler kadar derin, birbirine sarılmış ağaçlar kadar yoğun duyguların eşlik ettiği bir dramın izlerini görüyoruz.

7 Şubat 2007 de son halife Abdülmecit’in kızı Darüşşehvar Ayşe Sultan çocuklarının eğitimi için geldiği Londra ‘da hayata veda etti. Arkasında babası ile birlikte yaşadığı sürgün yıllarını, saraydaki anılarını ve oyuncaklarını bırakarak.

Dante’nin şiirindeki gibi, umutlarımızı dışarıda bırakarak girdiğimiz Londra’daki Brookwood Mezarlığında, Ayşe Sultan’ın kabri başında, Tolstoy’un Anna Karenina adlı romanı için yazdığı şu giriş cümlesini hatırlıyoruz.

”Bütün mutlu aileler birbirine benzer”

Tıpkı diğer mutsuz ailelerde yaşanılan her trajedide, duyulan derin üzüntü ve kederin birbirine benzediği gibi.

 

Metın RODOP 

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..