Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ayşe teyze, Ahmet amca, mahalleden...

Ayşe teyze, Ahmet amca, mahalleden...
 

Birinci bölüm...

Hani içinizin daraldığı, çıkış aradığınız anlarda sıkılırda bir şeyler arar o an için geçiştireceğine inandığınız şey neyse adeta saldırırcasına harekete geçersiniz...

Bazen bir sigara, bazen bir kadeh şarap, bazen bir duble içki derken, kimyasal katkılarla rahatlama yolunu tercih edersiniz...

Bir bardak çay, bir Türk kahvesi bol telvelisinden, bir neskafe, bir capucino, ging seng çayı derken ama bitkisel ama kafeinli/kafeinsiz, bazen şekerli, bazen şekersiz yada diet için bir tıp atsana diyene güler ikram edersiniz...

Abur cubur, çikolata, kakao, tatlı, sakız, şekerleme, çekirdek çıtlatmak derken olmadı çek bir porsiyon İskender yoğurtlu, tereyağı bol olsun, arkasından sabırsızlıkla bekler, gelince de afiyetle yersiniz...

Belki biraz kilo alır, diet uygular verirsiniz..!

Sigarayı bırakmak için, dernek dernek dolaşır tüm modelleri denersiniz, alkol de üstüne kilitli ise beraberinde nasıl çözerim diye toplam çözüm arayışına yönelirsiniz...

Sigara yok, içki yok, abur cubur yok, lezzetli yemek yok, o yok bu yok, ot muyuz biz kardeşim, boş ver bunları deyip, söylenenleri de geçiştiriyor olabilirsiniz...

Avrupa’da, Amerika’da, Uzak doğu’ da insanları esir almış durumda olan anti depresanlar ve zorunlu tavsiyesini yapan psikologlara düzenli seanslar halinde gidip, amfetaminimi artırsam, passiflorayımı çoğaltsam diye sorar, belki de süper bir jenerik ilaç tavsiyesi ile ayrılıp, yeni mutluluk aracınızla gevşeyip de geçiştiriyor olabilirsiniz...

Bir aşama daha ileriye geçip uyuşturucu uyarıcı özelliği olan kimyasalları kullanıp artık geçiştirecek hiçbir şeyin sizi ilgilendirmediği bir yaşam tarzına düşüp, düşüşün aslında dibe vuruş olduğunu bilseniz de geriye dönüş konusunda attığınız her adımda, yeniden yenilenmiş temiz bir hayata yöneldiğinizde, karşılaştıklarınızı mazeret yapıp, geçiştirip, içi geçmiş bir hayatı tercih ediyor da olabilirsiniz...

Yüzeysel de olsa, detaya inilmiş başlıklar halinde belirtilmiş olmasa da, ama ülkemizde ama dünyada, insanların genelini kapsar bir geçiştirme, atlatma için seçilenlere yeterli örneklerdir verdiklerim...

Özel de bunların hiçbirisi sizin için geçerli olmayabilir. Genellemeye baktığınızda kendinizi geçiştirmeden azami uzak tutmayı başarabilmiş bir profiliniz olduğunu düşünüyor da olabilirsiniz.

Peki, bu sizin o genellemedeki çoğunluğun içinde birlikte yaşadığınız gerçeğini değiştirir mi..?

Şöyle de açabilirim; iyi bir eğitim aldınız, aileniz de iyi eğitim almış bireylerden, bireysel birikim oluşturmuş seçkin, konusunda etkin-yetkin karakterler olabilir. Bu alt yapının sizin üstünüzde oluşturduğu azami olumlu yansıma son derece pozitif bir insan olmanıza da sebep oldu diyelim.

Başarıya>giden yolda emin adımlarla ilerleyebilecek her türlü donanım var, imkan da sunuldu, hedefe doğru emin adımlarla ilerliyorsunuz, hatta takdir görüyorsunuz.

Üstüne üstlük birde ruh ikizinizi yakalayıp evlendiniz, eviniz, arabanız, işiniz, kulüp üyeliğiniz, sosyal hayatınız, kültürel etkileşim alanlarına katılımınız, takdir itibara, itibarda talebe dönüşmüş bir halde yükselen bir grafik sergiliyorsunuz, üstelik tüm aile...

Peki, siz yaşadığınız dünyanın, nüfus genellemesine bakarak, 6.5 milyar insanda kaçta kaça tekabül edensiniz..?

1.5 milyarlık ‘aç’ insan arasında değilsiniz!

1.5 milyarlık ‘açlık sınırının hemen altındaki’ insan arasında değilsiniz!

1.5 milyarlık ‘açlık sınırının biraz üstü ama her an sınıra inebilecek’ insan arasında değilsiniz!

1.5 milyarlık ‘sağlıklı ve sürekliliği olan’ insan arasında değilsiniz!

500 milyonluk üst düzey, yani ideal ölçülerde yaşam seviyesini yakalamış gruba dahilsiniz...

Diğerlerine dahil olmak beni daha iyi bir insan mı yapacak, yani..?

Demeyin..!

Bu kaba oranları çok ince hesaplarla bin bir detay tablo ile yansıtmakta mümkün tabi ki ama konunun özüne bir katkı sağlamayacağı için önemi de yok...

Yaşadığımız ülkede son elli yıllık süreçte artan-azalan nüfus yapısını incelediğinizde, uygulanan politikalara, gayri safi milli hasıladan dağılımın adaletini>, terazinin kefesinin hangi yana kaçkın olduğunu üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz zaten ama birde nüfusun % 10 gibi bir kesiminin bu üst düzey ideal ölçülerde yaşam seviyesini yakalamış, bırakmayı bir tarafa bırakın, kaptırmamak adına verdiği savaşı da gün be gün görüyoruz...

Ne yani, herkes özel uçak sahibimi olacak..?!

Yoo, bende özel bir Airbus sahibi olmayı isterdim ama(?) o kadar paran var mı paran..? (Latife olsun diye...)

Yok!

Her insan elindeki imkanlarla neye ulaşabileceğini bilir, fazlası içinde mücadele eder, doğal olanı da budur zaten.

Doğal olmayan, her insanın diğer her insan için, insan gibi yaşama hakkını, onun eksikliği sebebiyle yaşayamadığını düşünmesidir...

Sorun da burada başlıyor, 6.5 milyar insan nüfusu, 500 milyon için ömür tüketiyor...

Ömür tüketiyor diyorum, biraz evvel verdiğim genellemenin tükettiği legal/illegal tüm malzemenin birinci derece pazarı onlar da onun için..!

Üst düzeyde bunların hiçbirini yapmayan, yada yapıp imkanlarıyla geçiştiren, gizleyen, öteleyen hayat tarzı ve çok daha fazlası var...

Değişmeyen şey ise evinizle işiniz arasında da olsa bu genellemeyle iç içesiniz, aynı dünyayı ve doğal/doğal olmayan ortamı bir şekilde paylaşıyorsunuz, paylaşım adildir, adil değildir ayrı konu.

Sizde gayet iyi bilirsiniz ki hayat tarzınız imrenilen hayattır...

Tersinin sizden beklenmesi fazlasıyla hayalcilik ve saflık olacaktır.

Bu yönde bir beklentim mi var..?

Hayır!

O zaman sorun ne?

%10’luk kitlenin, % 90’lık kitleden, sanki kendi hayat gelişim sürecini, tarzını yaşıyormuş gibi davranmalarını beklemelerinin hayalcilik ve saflık olduğunu niçin anlamadıkları..?

Ya da aslında bildikleri halde, biz sizler içinde biz gibi olanı istiyoruz ama şartlar buna izin vermiyorsa elden ne gelir, siz gene de böyle yaşayın, davranın nasıl bir gerçekçiliktir..?

Daha da ötesi bu riyakarlıkla her gün yüzleştikleri halde nasıl mevcut hallerini sürdürmeye devam ettiklerini anlayamıyor oluşumdur, sorun..?

Ya da, hani daraldığımızda, sıkıntı baskın çıktığında, istem dışı alışkanlıklarımızın ön plana geldiği anlarda, ama bir telefon ama yüz yüze ama bir buluşma ama şu ama bu, ilk ağızdan çıkan, dünyada ne kadar kullanılan bir sorgulama sözcüğüdür bilemem ama, deriz ya hani...

Ne var Ne Yok..?

E hadi, bir diyelim bakalım...

Nüfus var!

Göç çarpık kentleşme sosyal doku aile yapısının muhafazasının cemaat ve aşırı uçlara terki, MEB ve sair kamu sivil örgütlerin yetersizliği/yetersiz yaklaşımı var.

Genç nüfusun kendinden önce kentleşmiş nüfusa göçle katıldığındaki sosyal kültürel ekonomik farklılık açmazı var.

Bu ve beraberindeki durumlarla ilgili çözümün aile içine terk edilmesi ve aile çözümsüz kaldığında, tarikat’ i cemaati aşırı marjinal uçların cazibe alanları, örgütler çetelere terki var.

Hem ailelerin hem de aile olma yolunda ilerleyen genç neslin kendisinden önce kentleşmiş nüfusla nüfuz çatışması var.

Eğitim ve sosyal kültürel olanaklardan mahrumiyet duygusu, içten gelen bir öfke ile uzlaşmazlık var.

Bu yapının kentleşmedeki aktif katılımda yarattığı zafiyet, üretimdeki verimsizlik, kadrolardaki kalitesizlik, bütünleşmede yetersizlik oluşturmasının genel hali var.

Var da var.

Yaşlanan-yaşlanacak nüfus ile ilgili 20-40 yıl arası bir projeksiyon içeren senaryo, proje, yaklaşım, bunu destekler fon-sigorta sistem yaklaşımı, emeklilik yapısının yapılandırılması gibi en temel konular var.

Bu konularda aksaklıklar ve yetersiz politikalar sebebiyle kaliteli bir hayatın gereklerini yerine getirmeden yaşlanacak nüfusa hizmet ve yaşam hakkının yine aile içi çözümlere ve günlük yaklaşıma bırakan, anlayışın hakimiyeti var.

Mevcut durumun kronik bir halde 0-70 yaş arasında her kesimden herkesi etkiliyor oluşu, değişimi yönünde sağlıklı bir politika ve kararlılıkla üstüne gitme yönünde bir adım atılmasının beklentisi var.

Bu yetersizliğin hissedildiği her yerde her kesimde, mevcut durumunun, yaşadığı köy, belde, ilçe, il, bölgeden kaynaklı olduğuna, hatta etnik kimliğinden, dini inancı ve inancını uygulayış biçiminden olduğuna inanan, inancına destek veren yada bu yönde inanması için efor sarf eden her gruba kendini kaptıran, destekledikçe destekleneceği varsayımı ile körü körüne sarılan, katılan katkı yapan katılıma çağıran zorlayan cemaat, örgüt, siyasi gruplaşma, ticari rant çeteleri ve sair,

Var da var.

Nüfus artışında gerek siyasi yapının yaklaşım ve politikaları, gerekse halkın yaşam koşulları sebebiyle kendini sınırlaması, durağan-daralan bir yapıya kavuşsa da, genç kitle üstünde yer alan yetişkin, emekli, yaşlanmış ve sair katmanlardaki hane sahibi(kiracısı) halk sayısı, talep ve talep farklılıklarında artış vardır, artacaktır da.

Bu günden geleceğe dönük çözüm düşünülmediğinde, nüfus artış hızı “eksi” de olsa artarak devam edecek sorun yumağı büyüyecektir.

En temel konu alışıla gelmiş söyleniş şekliyle 7’den 77’ye ki o da değişti, 0’dan 77’ye diyelim biz ona, eğitimdir.

0-7 yaş arası ilk adım eğitimi en önemli en tesirli başlangıçtır.

7’den sonrası hayata dair bağlayıcı adımların atıldığı ilk dönem ve çok iyi planlanmalıdır.

8 yıllık kesintisiz eğitim sonrası meslek liseleri açığı yapısı çok iyi etüt edilmiş bir biçimde eğitim-öğretim sistemine kazandırılmalıdır.

8 yıl sonrası meslek-düz lise fark etmez, üniversite-meslek yüksek okulu, getirisi, içeriği öğrenciye düzgün bir psikolojik destekle verilmeli tercih-karar kendisinden beklenmelidir.

Sınav-dershane sistemindeki sakatlık zamana yayılarak mümkünse tümden kalkmalı, öğrenci özgür tercihiyle istediği benimsediği yere müracaat etmeli, başarırsa devam etmeli olmadı kararını yeniden irdeleyip yeni ve belirleyici hareketi kendisi tayin etmelidir. Devletin yaklaşımı bu konuda kendisine olabilecek en iyi sürdürülebilir gelecek projeksiyonunu sunup, sosyal-kültürel politikalarla destekçi ve denetimci olmalıdır.

Bu yaklaşım yetişen yetişmekte olan nesli geleceğe hazırlamaktaki en önemli adım olacaktır. Bu yapılmadığında unutmamak gereken şey bu günün yetişkinleri yarının emekli ve yaşlanmış nüfusu olacak ve bu gençlerden sıcak bir yaklaşım bekleyecektir.

Biz ne gördük ki, böyle gelmiş böyle gider deme hakkınız olmamalıdır.

Bugünün sorunu hem yetişmekte olan hem de yetişkin sonrası dönemin planlanması ve sağlıklı politikalarla çözüm üretmedeki zorluktur. Bu zorluk ne derece olursa olsun başlanmalı ve neticeye gitmede gereken tüm koşullar zorlanmalıdır. Yapılmadığında bu günün aktif etki-yetki imkanını kullananları ileriye dönük çok ağar sorunlar ve sonuçları beklemektedir.

Sorular sorunlar cevaplar,

var da var.

Bu güne kadarki yaklaşım,

“göç bir sorundur, evet! Her sorun beraberinde bir fırsat getirir” şeklindeydi.

Fırsatçılığın getirdiği yerin ne olduğunu, uzun uzun, yaşayanlarına anlatmaya gerek yok sanırım, durum ortada.

Daha ilginç olanı ise köy-kent ikileminde göç sonrası oluşan sorunların aşılmasında genel bir çözüm sağlanamadığı gibi kentin köyden beslenir, köylünün kenti besler üretir hali de ortadan kalkınca, ithal çözümmüş gibi, fırsatmış gibi sarılındı, eskiden kendi ürettiğimizden tükettiğimizin çöpü sorundu, şimdi üretmediğimizin.

Öyle ya!

Kentlerdeki tüketim düzeyi, tüketim eğilimleri ve sair durumların açılımının tespiti, çöpten toplanan verilerle mümkün değil midir.?

Uzun bir dönem ne ürettik diye değil de ne tükettik diye çöpleri kontrol etmedik mi?

Ne bulduk ?

Tüketilen geleceğin ayak izlerini.

Farkında mısınız bilmiyorum ama halen yapılmakta olanda geleceğin tüketiminden ibaret...

Mesela!

Son 20 yıldır, üretilen elektirik enerjisi ile ne kadar sanayi, ne kadar temel tüketim, ne kadar hizmet faydalanmıştır?

Sağlıklı bir çalışma elde var mıdır bilmiyorum ama en azından ürettiğimiz bir değer oluşundan, ithal girdisi düşük bir yapısı oluşundan yola çıkarak, ne kadar ne için ürettik/tükettik, ne ihraç ettik, (sanayi-hizmet-turizm) geri dönüşü nedir, biliyor muyuz?

Merakım sanayi ile hane halkı arasındaki kullanım oranı farklılıkları.

Mesela, bu durumun il-il/bölge-bölge kesin rakamlarla içeriği ortaya konulsa, bu durumun ulusun ortak kazanım ve sarfına nasıl yansıdığını bir anlasak, sonuçlarını değerlendirip maliyet-kazanç durumlarına bir bakıp hatalı olan uygulamalara dur deyip, nasıl daha etkin daha verimli bir dağılım kullanım üretim tüketim ortamı yaratabiliriz, bir baksak.

Çöpe değil de elektiriğe bir baksak..!

Elektiriğin üstündeki dolaylı vergi yükünün sanayi ve hizmet kaynaklımı yoksa hane halkı kullanım altyapısı ve sair diğer etkenlerle mi oluştuğu, genel çarpık kentleşme, meskenlenme, sanayileşme, lojistik, depolama, ihracat kurgulamasının mevcut sağlıksız yapı ile paralel yürümesinden mi kaynaklandığı bir görsek, bir baksak.

Sanayide, üretimde birinci derece katkısı olan enerjinin maliyetleri içerisinde,

“ithal ara malın”

yarattığı olumsuz baskı hiç mi bulunmaz.

Hizmetin ve bağlısı sektörlerin ürettiğinin de sanayiden farkı olmayışı, nihai maliyetle satış arasında neredeyse fark olmayışı (kur politikası da etken), birde üstüne teşvik vergi iadesi gibi kamuya yük bindiren uygulamaları bir incelesek, ne nedir ne değildir bir görebilsek.

Hepsi bir tarafa bu devam edecekse ne kadar sürdürülebilir olduğunu bir öğrensek...

Öncesinde ucuz iş gücünüz vardı, Çin Hindistan ve sair devreye girince onunda önemi kalktı.

Ürün odaklı sayısal fazlalığa dayalı üretimle tüketen piyasalara lojistik yakınlıkla işi götürüyorduk, önemi kalktı.

Rakip konumdakiler teknoloji yenilediler, sabitlediler, iş gücü zaten korkunç ucuz, enerji üstünde kamu yükü, dolaylı vergi yok iyi bir planlamayla lojistik maliyetler gerilediğinde, ne kalacak?

Şahsi kanaatim Türkiye ortada kalacak!

Bu gün yaşananlar çok farklı bir şey mi ifade ediyor?

Madem ortadasınız, batının ihtiyacı olan enerjinin transferinde ucuz boru hattı bekçiliği, limanlarınızın işletmesi ile bedelsiz iskele miçoluğu şeklinde sizi kullanalım yaklaşımı değil midir, ben başka bir yerde mi yaşıyorum?

Bu duruma son 30 yılın politikaları ve uygulamalarının bizleri getirdiği yanlış mıdır, niye ısrarla reddedilir bu durum?

Tarım dışı istihdam, sanayileşme, kentleşme, 21 yüzyılın gereklerine uygun nesiller dendi köykentler/mega köyler yaratıldı, eğitim sistemi her dönem daha da beter hale geldi, mutsuz kentli, bunalımda çiftçi, uyumsuz , uzlaşmasız gecekondulaşma içinde ne köylü ne kentli durumu ortadayken, yok öyle bir şey, abartılıyor, çekemiyorlar, yalancılar, iftiracılar, falan filan...

Hem var hem yok!

Hane halkı, nüfus artış hızı 50 yıllık süreç içerisinde gerilemiş olsa da mevcut hali farklı bir artışı beraberinde getiriyor. Hane halkı tipinde eski çekirdek tip aile anlayışı terk edildi-ediliyor-edilecek yaklaşımı hakim.

Büyük anne-büyük baba- ebeveynler- çocuklar şekli giderek farklılaşıyor, değişiyor.

Büyük anne- büyük baba köyde, ayrı evde, yazlıkta, yaşlılar yurdu evlerinde.

Anne baba ayrı evde çocuklarla.

Çocukların bir kısmı evlenmeden ayrı bir yaşam alanı oluşturarak farklılaşmakta.

Hepimizin iyi bildiği 3 oda salon tiplemesi eski bilinirliği ve talebi ortadan yavaş yavaş kalkmakta.

Konut ihtiyacı tipi olanakları ve sair tek hedeften farklı yapıda oluşan aile birey tipleriyle çeşitleniyor, ihtiyaç artıyor, arz artıyor, tüketim artıyor.

Üretken bir toplumda kaynaklar sağlıklı kullanıldığında sorun yok.

Ama evi yap okul sonra gelir yolu sonra bağlar olmadı duble yaparız, hastane olmasa da poliklinik yapar işi bağlar, olmadı özele teşvik verir topu vatandaşın üstüne atar, biraz da sen oyna der kaçarız şeklinde yaklaşım getirmedi mi bizi bu günlere?

Planlama yok, bu günden geleceğin yapılanmasına hazırlık ve önlem yok, her şey fırsat beklentisi üzerine kurulu, plansız, günün koşullarına göre kolay para kazanmaya odaklanmış toplu bir anlayış...

Son elli yılda genel nüfus artış hızı 1’e 3’ten biraz yukarıda, kentsel-il-ilçe artışı 1’e 10’dan biraz az, kırsal alanda 1’e 1.50’den biraz fazla şeklinde olmuş.

Kaba, rakamsal bir yaklaşımla bakarsak, genelde ve kırsaldaki durumun kentsel oluşumdaki sağlıksız yapıdan nasıl etkilendiği, bundan biri/birilerinin son 30 yılı hangi oranda kazanarak, ne şekilde servet edindiklerini anlamamıza da faydası olabilir.

Ya da son 50 yılda uygulanan tüm politikaların ülke genelinde nasıl bir fakirlik, nasıl bir zenginlik, gelişmişlik ve sair tüm durumumuzun röntgeni olduğu görülebilir.

Var mıydı yok muydu...?

Kentsel yaklaşımda uygulanan hatalı politikalar gecekondulaşma-mega köyleşme ne derseniz diyin, göstergeleri sebebiyle bir sonuç olmaktan çıkıp, yüksek rant, beklentilerde ki doymazlık sebebiyle, neden haline gelmiştir.

Aslında kültürel etnik dini ayrımcılık siyasi çıkışta kullanılan bir hal alırken, kent içerisinde hiçbir kültürel etnik dini kriter olmaksızın gelir grubu sarmalında bir araya gelen insanların, kentin diğer insanlarıyla neredeyse hiç yanyana gelmeden oluşturdukları yeni/eski bizim insanımıza yeni bir yaşam tarzı, siteleşme, kentsel uzlaşmayı ortadan kaldırdığı gibi kırsalı da kendinden uzaklaştırıyor.

Bu durum o kadar belirleyici bir hal aldı ki kültürel etnik dini anlamda diğer gelir gruplarında bu düzeyde olmasa da, varoş sonrası alanlarda hızlanarak artıyor.

Bu artış nüfus yoğun kitle ve aynı zamanda ekonomik gelişmişlikte kentsel yaşam gereklerini karşılayamayan kitlelerin, kent hayatına olumlu katkısını kısıtlıyor, kitleler arası diyalog kalkıyor, kentsel kırsal bölgesel ulusal demokrasi işlemez hale geliyor.

Bu durumda, çaresiz kalan, çözümsüzlüğe itilen, aslında uç olan yapıya (cemaat-tarikat-yasa dışı örgüt- yasa dışı gayri ahlaki kazanç sağlayan örgüt- çete v.s) son çare diye bakınca, kendi içinde ve yakın çevresinde oluşan tepkisel yaklaşımın da etkisiyle, çözüm olarak, kendini ifade şekli olarak, burada buralarda gösterebileceğini düşünüyor.

Kentsel oluşum, kentsel nüfus, kentsel yapılanma-sanayi- hizmet tabi ki olmalı ama bu geçiş iyi bir planlama ve rehabilitasyonla yapılmadığında sonuç bu günkü durum gibi oluyor.

Hem tarımsal-kırsal kesimi hem kentsel-sanayi-hizmet kesimini kaybediyorsunuz. Daha doğrusu hem kentten hem kırsaldan uç politikalara şapka çıkartan cemaat-tarikat-yasa dışı örgüt- yasa dışı gayri ahlaki kazanç sağlayan örgüt- çete ve beraberinde siyaset ticaret eklentisi ile kirli ilişki yumağını oluşturuyorsunuz.

Aslında bunun sonuçlarını hiçbir vatandaşın talebi ya da beklentisi yaratmıyor.

Bu durumdan rant sefahat beklentisi olanların kurgusu sebebi ile yaşanan olayların sonuçları, bir dönem sonra nedenini oluşturuyor.

Aslında her bireyin, teker teker sorduğunuzda aradığı şey kentsel-kırsal-ulusal Demokrasi.

Yok muydu var mıydı?

Dünden bu güne farklılaşan değişen çok fazla şey vardır ama değişimi farklılaşmayı reddeden bir o kadarın olduğu da ortadadır.

Apartmanlardaki müstahdemlik bile evrim geçirmiş profesyonel bina yönetimi çerçevesinde tüm hizmet içerisinde bir diğer hizmet olmuştur.

İş hanları ticaret merkezi, bakkallar market, marketler süper market, süperler hiper olmuştur.

Fakat hala ben müstahdem olacağım tamamına bakacağım, bakma işte modaya uyduk adını plaza koyduk, sekretere bir soruverin holding, dahili numarayı biliyorsanız tuşlayın olmadı uyuklayın durumu devam ediyor.

Baştan sona yönetim yönlendirme, işletim işlettirme, hizmet hizmetli kadrosunda fikri sabit yaşam anlayışı ve neticeleri ismi holding içi “morting” yapıları ortaya çıkarıyor.

Uluslar arası bir kriz yada ulusal önlenemeyen olumsuz bir şok yıkım sonucu değil, zamanlı zamansız alakalı-alakasız göçmelerde bundan kaynaklanıyor.

Anadolu kaplanları, yeşil sermaye ve sair yapılanmalarda olduğu gibi...

Göç sadece geldiği yeri değil, terk ettiği yeri de çökertir.

Göç eden, yeni geldiği yere yetersiz, terk ettiği yere kifayet eden ama terk edendir. Bu durum bir yere kadar uygulanan politikaların sonucu olmuştur. Sonrasında uygulanma nedeni halini almıştır, günlük politikaların hastalıklı yapısının beslenme kaynağı olmuştur.

“Devleti küçültmek”

Bu günkü anlayışla,

“küçültmek”

Devletin,

“işlevselliğini daraltmak”

anlamını taşıyor.

Ulusal dokunun muhafazası için devletin, asgaride kalıcı yatırım ve sonrasında işletimde denetiminin, gerekliğinin, göz ardı edildiği, özelleştirme politikalarında açıkça görülmektedir.

Kaldı mı kalmadı mı?

Ne?

Özelleştirilecek bir şey?

Yok, yoksa var mı..?

Hem tarımsal kesimi kentsel olmaya zorlayacaksın, hem sosyal kültürel ekonomik altyapıyı tamamlamadan göç başlatacaksın, hem kentin yerleşik dokusunu planlamadan tahribatına ses çıkarmayacaksın, hem kitleler arası uyumu rehabilite etmeyeceksin hem de kamusal alt yapı ile beraber temel hak olan sosyal kültürel ekonomik sarftan geri duracaksın.

Bu hizmetin kentsel alanda özele terkinin bedelini zaten en altta bulunan bir kesim nasıl karşılayacak?

Söyleyelim!

Önce belediyelerde konunun aktörlerini başa getirip kamu kaynaklarından ortaklaşa rant sistemi oluşturulacak, sonra hükümet yapıp bunun devamlılığını sağlayacak.

Aldığı 1 torba bulgur, 1 ton kömür, 1 iş, 1 ihale, 1 kamu arsası, 1 gemi...

Devlet işlevselliğini yitirdikçe, özellikle kentlerde, ailelere ve aile ilişkilerine terk edilmiş, alttan gelen her nesil aileden çözüm bulamayınca, dışarıya, dışarıda da cemaat tarikat örgüt siyasi rant merkezleri olmadı televizyon-medya sinema etkileşimi içerisinde hem kendiyle, hem yakın çevresi hem de kentsel ulusal dokuyla uzlaşamaz oluyor yada kendi uzlaşma(çıkara bağlı) anlayışına yakın olana sarılıyor.

Bu belli bir dönem yaşananların sonucu iken sonrasında sonuç nedene dönüşüp söylem halini alıyor.

Tehlikede burada zaten.!

Bu durum ilköğrenimden üniversite sonrası iş hayatı da dahil ailesiyle paralel yürüyen bir sürecide beraberinde getiriyor.

Her dönemde kenti kent insanını ulusu ve dünyayı tanıdıkça gördükçe bulunduğu durumla diğer hayatlar arasındaki farklılıkları uçurumları hazmedemiyor, kabullense de kendini dışlanmış hissediyor, dışladığına inandığı kitle-kitleleri hedef seçip ayrışıyor, marjinalleşiyor...

Genç nüfusun üstüde bir zamanlar gençti ve yetişkin oldular.

Hatta yaşlı nüfusu bile oluştu.

Bu kitle-kitlelerin, kentsel doku deyin, ulusal doku deyin fark etmez son elli yılın yetişkini, yaşlı nüfusu da var bu sorun yumağında.

Takdir edersiniz ki nüfus içerisinde hatırı sayılır bir çoğunluktur bu.

Yok mu dedin?

Kitle/kitlelerin genç yetişkin son aşaması emeklilik ve sonrası yaşlılık dönemini, kentsel yapı içerisinde devletin küçültülen, küçülürken işlevselliği de kaybettirilen yapısı ile sağlıklı bir sonlandırma mümkün görünmemektedir.

Arkadan gelen nesil zaten çözümü kendi için bile yeterli kılamazken üst nesil için mevcut durum hepten çözümsüz kalmaktadır.

Geleneksel değerler bir yere kadar taşımaktadır, ancak bir yere kadar.

Sonrası uzak ara tersine göç.

0-15 yaş arası ne kadar bağımlı nüfussa 65 yaş üstüde o kadar bağımlıdır.

Saygı sevgi ilgi sağlık medeni ihtiyaçlar sosyal kültürel ekonomik bireysel ilişkiler etkileşmeler ...

Alt nesil kendi hayatını kentsel ortamda inşa etmekle meşgulken hele birde 0-15 yaş bağımlısı varsa, 65 yaş üstüne ne verebilirler bu şartlarda?

İşlevselliği azaltılmış bir devlet, sosyal politikaların gereği ailenin üstüne yıkılmış bir anlayış, devlet ne şekilde fayda yaratabilir böyle bir durumda?

En azından kentsel alanda 65 yaş üstü için kalıcı ve uzun vadeli çözüm konusunda zorluklar varsa boyutu yaratacağı faydayı aşıyorsa, kırsal alanda bu sorunun çözümü adına tersine göçün katlanılabilir bir seviyeye taşınması, kırsaldaki insana da moral güç olarak kalıcı bir etki yaratacaktır.

Bu durum bile, kentsel alanda yaşayan kırsal göç yerleşeni genç yetişkin nesillerde, en zayıf durumda dahi yaşlılığını huzur içerisinde geçirebileceği güvencesini verir ki, marjinal tercihlerin ortadan kalkmasına büyük katkı sağlayacak bir adımdır.

Bazen sondan başlamak iyidir, hepimizin bir sona tabi olduğu gerçeğinden kabulle...

Sosyal bir politikası olmayan yürütmenin, kültürel bir politikası olamayacağı gibi, ekonomik politikaları da ancak bu kadar olur.

Mesela; Peygamberimiz Hazreti Muhammed döneminde, dini inanç gereği beş vakit namaz, cumanın toplu kılınması, Cuma vaazı bir sosyalleşme hareketidir.

İnsanları bir araya toplama, paylaşma, bütünleşme mesajı içerir.

Aynı dönemde, giyim konusundaki gayri medeni duruma çözüm adına ortaya koyduğu bilinçlenme, aynı zamanda sosyalleşme ve asırlar sonra da kültürleşme halini almıştır.

Sosyalleşme var kültürleşme yok!

Ancak ne kendisi ne de uygulamanın içeriği zorbalık, dayatma, baskı, anarşi, terör barındırmamaktadır.

Hiçbir sosyal sosyokültürel olgu bu şekilde hayat bulamaz.

İnsanın doğasına aykırıdır, reddeder.

O dönemin ekonomik politikalarında da ahlak doğruluk hak edilenden, ticari başarıdan, emekten gelen kazanç saygın kabul edilmiştir.

Cemaat tarikat örgüt çete siyaset ilişkisiyle kirli gizli diyaloglarla elde edilen değil...

Sosyalleşme sadece dini inancınız ve ibadet şeklinizden ibaret olamaz, kültürel bir değerdir ama tamamı değildir.

Hayatınızın merkezinde tutarsınız ama çevrenize kör sağır dilsiz kalamazsınız.

Dünyanın merkezi, ben benden olandır, ben biz gibi yaşayanların alanıdır derseniz, çok küçük bir hacimde kainata hakimmiş egosuyla yaşarsınız, o kadar...

Devletin işlevselliğinin önemi burada ortaya çıkar.

Kişilere cemaatlere tarikat’ lere örgütlere siyasi rant çetelerine terk etmediği, sosyal kültürel ekonomik yapıya sahip çıkarak yapar görevini, devlet.

Tabi hala bu anlayışa sahip yürütme görev başındaysa demek istedim.

Öncelik mevcut durumun imkanları dahilinde 0-15 ve 65 yaş üstü olmalıdır.

15-65 arası zaten mevcut durumun şartlarıyla, o şartları geliştirerek daha verimli hale getirmekle mükelleftir.

Her insan iyi bir çocukluk iyi bir yaşlılık dönemini hak eder.

Bu, aradaki neslin ne kadar mahir bir yapıya sahip olduğuyla, onların siyasi-ekonomik-sosyal temsilcilerinin yürütme-yasama-yargı da ki başarılarıyla direkt alakalıdır.

Eğer bahsi geçen bu iki grupta genel bir mutsuzluk hakimse sorun “aradaki neslin yetersizliği”,

sosyal kültürel ekonomik politikalardaki beceriksizliğindendir.

Allah ömür verirse, her kes bir gün Ayşe Teyze Ahmet Amca olacaktır!

Ayşe Teyzem, Ahmet Amcam Ne var Ne yok diye sorduğunda, bunlardan haberdar olduğunu bilmekte fayda var.

Saygılarımla

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..