Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '07

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Ayvalık notları...

Ayvalık notları...
 

Ayvalık’ta her sokağın sonu denize çıkar; Rumlardan miras dar sokaklar, taş döşemeler, sizden öncesini hatırlatan, birer abide gibi dikilirler yolunuzun üstünde ve tabii yüksek tavanlı geniş Rum evleri…

Perşembe pazarı nedeniyle her yer ana baba günü, ön tarafta park edecek tek yer yok, bu vesile beni dede topraklarına doğru götürüyor, iç Ayvalık’a…

Babaannemden ayrıldıktan bir zaman sonra, yedi tepeliden de ayrılan ve son 13 yılını-yazları hariç- yalnız geçirdiği evin önünden geçiyorum… Saçlarını limonlu, gömleğinin iki düğmesi açık, elinden hiç düşmeyen sigarsıyla bizi karşıladığı- uğurladığı, kahverengi kapı orada işte…

Hastalanmadan önceki son yaz benim deniz kum güneş merakımın arttığı yıllardı, yeni arkadaşlar bulup eski arkadaşıma ihanet etmiştim, o da Şırnak’taki evi yapmaya ağırlık verince, görüşemez olmuştuk.( yerel halk belediyenin Ayvalık’ın çatısında kurduğu yeni mahalleye, merkeze uzaklığını anlatmak ve orada oturanlara takılmak maksadıyla “Şırnak” diyor.)

“Beni ihmal ediyorsun, evlat” demişti. Hep “evlat” derdi.

Duruşu, yürüyüşü, her daim boyalı ayakkabılarıyla, hep bir adım önümdeydi, ben “adam” olup kanatlarından ayrılınca da durum değişmedi, o da kalktı daha yukarı uçtu!

Adımlarımı hızlandırıyorum, solda Tansaş, şehrin göbeğine yerleştirdiği klimalı tesisiyle, mahalle bakkallarını daha da kahramanlaştırıyor…

Ve karşısında Avşar Büfe, Kahya’nın kahvesi, nihayetinde deniz…

Ayvalıkta her sokak denize çıkıyor…

Akşam Cunda’ya geçiyoruz, bu ada lokması yemeyi denediğimiz üçüncü gece, ilk gece kendimize hiç muhatap bulamamıştık, dün gece Saki*’yle göz göze gelmeyi başardık, biz gelirken o şalterleri indiriyordu, ortada yenecek tek “lokma” yoktu. Neyse ki bu sefer amacımıza ulaşıyoruz, üzerine biraz da tarçın, tamam…

Sırada Deli Kedi* var! Daha önce ismi Dinazor olan ve bir orkestranın canlı müzik yaptığı yerin ismi Deli Kedi olmuş. Bir adam tek akustik gitarla, tek başına şarkı söylüyor, adı Tamer. Bülent Ortaçgil’den birkaç yaş genç olsa gerek, onun gibi söylüyor, bağırmadan üzerime sürüyor gitarını, “söyle buldun mu?” diyor, “aradığın aşkı söyle, yoksa yalnız mısın sen yine” diyor, “benim gibi boynu bükük, gözü yaşlı, tek başına…” Dün gece rakıyla beceremediğimi, şimdi sıpraytla halledip, sarhoş oluyorum…

Marifet bende mi, gitarda mı, sıpraytta mı? Bilmiyorum!

Bu yıl, uzun aradan sonra maaile tatil yaptığımızdan, Armutçuk’taki ev dolmuş, bana Şırnak yolları gözüküyor…

Ayvalık, Cunda, Altınoluk, tüm körfez ayaklar altında…

İnsan içinde bulunduğundan daha iyi görüyor tepeden bakınca, içindeki güzellikleri, çirkinlikleri…

Buradan bakmayan Ayvalık’ı gerçekten görmüş sayılmaz.

Bugünlerde, "Ölmeden Önce Türkiye’de Yapmanız Gereken 101 Şey" adlı kitaptaki 3 numaralı öğüdü tutarak dede topraklarını ziyaret ediyorum, yaşanmış zamanların izini sürüyorum…

Bir gün hepimiz öleceksek, yukarılarda bir yerde ya da ne biliyim aşağılarda, hepsinden sorumlu olacaksak yaşadıklarımızın…

Demek ki, hatırlıyor olacağız yaşadıklarımızı, yani demek ki ölüm bile elimizden alamayacak, yaşanmış zamanları…

“O zaman, yaşasın yaşanmış zamanlar!”

Ve ölüm, yaptıklarımıza yukarıdan bakma isteği olsa gerek, önce Şırnak’tan sonra biraz daha yukarılardan…

Yaşadığımız müddetçe, bir şeyler yapmaya çalışmalıyız hayatta, yarına kalsın telaşından uzak, yarına kalacak bir şeyler... Hep denize çıkan, yüksek tavanlı geniş taş Rum evleri mesela ve bir müddet sonra çıkıp kuş bakışı izlemeliyiz yaptıklarımızı!

Aynı dedemin yaptığı gibi, önce Şırnak'tan, sonra daha yukarılardan...

Ve haykırmalıyız, gördüklerimiz üzerine, "yaşasın, yaşanmış zamanlar!"


Not: Yazı fotoğrafı yazturzmi.com'dan alınmıştır.
 
Toplam blog
: 25
: 764
Kayıt tarihi
: 30.08.06
 
 

22.09.81 İstanbul doğumluyum. 26 seneye, İstanbul'daki üç semti sığdırdım: önce Kocamustafapaşa, son..