Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '11

 
Kategori
Kitap
 

Azalmış sözün duruluğu

Azalmış sözün duruluğu
 

Murathan Mungan’ın kısa öykülerden oluşan yeni kitabı “Kibrit Çöpleri”, şu içinde bulunduğumuz yılın en kısa ayında yayımlandı. Çok iyi yazar olmasının yanında, muhteşem bir tesbit ustası da olan Mungan’ın bu son eseri, an’lardan oluşuyor, an’lara odaklanıyor…

Önce kitabın adı: “Kibrit Çöpleri”…  Bu ad, hikâyelerin kısalığını belirtmekle birlikte, tükenmişliğini de gösterir. Yanmış, bitmiştir… Okunulduğunda görülecektir; bazı hikâyeler, ‘roman da olabilirmiş’ hissi veriyorlar. Sanki uzun anlatılar için taslak olarak hazırlanmışlar. Ama hayır… Başlangıçta, yola çıkışta öyle tasavvur edilmiş olsalar da,  yolda fark edilmiştir: Onların (an’ların) kaderi, yaşamı, kibrit çöplerinin ömrü kadardır. Vazifelerini eksiksiz yerine getirmişlerdir; çünkü, “Başlangıçsızlığın Hikâyesi”nde dediği gibi, “Uzun cümleler ağırlığında, tok bir sözcük” niteliğindedir, bu kısa öyküler…  (Mungan, ocak ayında neşredilen “Stüdyo Kayıtları”ndaki “Yeniden Bulmak Dili” denemesinde, yukarıda , “ Başlangıçta, yola çıkışta öyle tasavvur edilmiş olsalar da,  yolda fark edilmiştir: Onların (an’ların) kaderi, yaşamı, kibrit çöplerinin ömrü kadardır.” cümlesiyle, metnin kendi kaderini tâyin ettiğini anlatmaya çalıştığım durumu, açıklığa kavuşturmuş: “İlle de şiir yazayım, artık oyun yazmanın sırası geldi, şimdi bu da öykü olsun, diye karar vermiyorum; malzemenin kendisi söylüyor bana ne olacağını, neye uygun olduğunu; en iyi hangi biçimde anlam ve hayat bulacağını.” Sayfa 214.)
 
Yazar, kitabın ilk öyküsü olan “Duman İşaretleri”nde, “Sizden tek isteğim, hız yapmayın okurken. Göze az görünenler, hızda çabuk kaybedilirler.” diyerek; benim gibi, kitabı ilk gördüğünde şöyle bir karıştırıp, ‘Bu ne ya, bir saatlik işi var bu öykülerin’ diye düşünen okuru, haklı olarak uyarıyor… Asuman Kafaoğlu-Büke’nin yerinde tanımlamasıyla “şiir-öykü”lerden mürekkep bu metinler; fiziken kısa, fakat mânâ yönünden (ya da mânen) uzun ve yorucu hikâyeler… Örneğin, “Başlamaması İçin” öyküsündeki “Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında.” ve  “Aynı sorunu yaşıyor, aynı tedirginliği paylaşıyor olmamız, birbirimize yardımcı olmamıza yetmiyordu;  “Konuşamadıklarımıza”da, “En ilgisiz konulardan bile art arda söz açıyorduk sırf susmamak için; susarsak o sessizliğin göstereceği şeyi görmemek için.”;  “Müfide”de, “İnsan, içi azaldıkça geçmişe sığınır”;  “Köpekle Hatırlanan”da, “Bazı erkeklerin hikâyesini anmak bile yorucudur”;  “Ardıç”ta, “Evdekiler bir şey bilmez. Bilselerdi, evde olmazlardı.”;  “Ağaç Zamanı”nda, “Biz kendimizde neyin kabuk bağladığını bile artık hatırlamazken”;  “Cümleler”de, “Üzerinde, yaşamadığı bir hayatın yorgunluğu”;  “”İştah, Mide”de “Senin hikâyen başlamak için, her seferinde aynı yere dönüyor.”;  “Oyuncakların Gözleri”nde, “…birdenbire içinde bir yerin kilidinin kendiliğinden açılıverdiğini hissetti.” ve “Hayat bazen istemediğimiz kadar büyütürdü bizi.”;  “Aile Yaraları”nda, “Dünyanın bütün hikâyeleri, aile yaralarıdır.” ve “Yaranın çıplağına vurulmaz.”;  “An”daki, “Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. ‘Bütün yaşamımız’ dediğimiz de, o birkaç âna bakar aslında.” cümlelerini okuyanlar, öyle kolaylıkla, bir diğerine geçemezler… Bu cümleler, okuyucunun içindeki bir yerlerin kilidini açıverirler… 
 
“Gece Kulübü” öyküsü ise, başlıbaşına bir sıkıntıdır: Binbir Gece Masalları’ın post-modern bir örneği olan bu hikâyede, müşterilerin, ancak sorduğu soruya cevap verirse kulübe girmelerine izin veren biri vardır. Enis Batur’un, “Bu Kalem Un[Ufak]” kitabındaki sorulardan biri olan “Bugüne kadar kaç iz bırakmış olabilirsiniz?”i anımsatan, insanın kendi yaşamına eğilmesini gerekli kılan, kendi adıma, cevap veremediğimi fark ettiğim (ama, daha genç olduğumun bahanesiyle rahatladığım)şu suale, gönül rahatlığıyla cevap verebilecek olan, ne bahtiyardır: ”Anlatacak yedi gecesi var mı hayatının?”
 
Kitaptaki öykülerin birkaçına şöyle bir bakarsak: Prelüdün yapıldığı “Duman İşaretleri” için,  Mungan’ın kısa öykü hakkındaki ‘poetikası’, demek, sanırım yanlış olmaz… “Başlamaması İçin” de, belki aşka cesaretsizliği, ondan kaçışı… Kitaptaki en sevdiğim öykülerden olan “Konuşamadıklarımıza”, gerçeğin o acı yüzünden kaçışı; sözde de olsa mutluluk için, yalanla yaşamayı, bir ilişkiyi yalanla sürüklemeyi, o acınası durumu, ‘içimdeki kilidin’ hareketlendiğini hissederek, hüzünlenerek, ağlayarak duyumsadım… Ayrıca bu hikâyede, Murathan Mungan’ın ayrıntıyı iyi gözleyen ve bunu mükemmel biçimde kaleme getiren usta bir yazar olduğuna, bir kez daha iman ettim… Yine, “Hayat Böyle” hikâyesinde, bir gerçeği dile getiriş şekline hayran kaldım: “Bazı boktan lafların bu kadar gerçek olması ne kadar kötü değil mi? Tıpkı ‘Hayat böyle’ demek gibi. Ama ne yapalım ki hayat böyle!” “Tutukluk”ta, anne ve babamın hayaletlerinin peşimi hiç bırakmayacaklarını, korkuyla kabullendim… Nisan ayında , fantastik romanı “Şairin Romanı”nı yayımlatacak olan Mungan, Kibrit Çöpleri’nde, fantazya ile bilim kurgu çekirdeği olan bir öykü yazmış: “Buluş”… “Arkadaş”ta, ‘bir hikâyem olduğunu’, çok şükür öldükleri için değil, ama ayrıldığımız için fark ettiğim arkadaşlarımı gözden geçirdim… Beden ve gençlik üzerine yazılacak olası bir makale için, “Bedenin Bedenleri” öyküsünden istifade edilmemesi, yazıda bir tamamlanmamışlık duygusu yaratacaktır… Çok düşündüm: “Neden mi Vurdum?”u, kitapevinde bu kitabı ilk açtığımda görüp okuduğum öykü olduğu için mi çok sevdim acaba? Sonra şöyle cevap verdim soruma: Hayır. Bu öyküyü sevdim, çünkü anlatımın özcülüğüne ve yazarın okura bıraktığı alılmama payının cömertliğine hayran oldum… (‘Alımlama payı’ meselesi, bazı yazarların göz ardı ettiği ve bence böyle yapmakla da, okurlarının zekâsına hakaret ettiği bir husustur. Söylemek gereksiz: Okuma zevkini yok eden bir tutumdur bu…)
 
“Çay Bahçesi Şarkıları”, “Sinema ve Aşk”, “Keşke Böyle Olmasaydı”, “Saklı Yas” (ağlayarak okudum!), “Ergen”, “Seks” gibi muhteşem hikâyeleri de ihtivâ eden seksen adet ‘kibrit çöpü’; satır aralarını okumasını bilen pek çok yazar adayına da, yol göstericilik yapıyor. (Özellikle de, “Hatırlamanın Serabı”, “Rüya Ayna”, “Şöyle Olsun Böyle Olsun” ve “Duvargeçenler” öykülerinde…)
 
Görünüşte kısa olan; fakat hemen her hikâyesiyle uzun iç yolculuklarına çıkaran bu kitabı, edebî şölen yaşamak isteyen her okura öneririm…
 
7 Temmuz 2011 Perşembe günü, Cumhuriyet Kitap'ta (sayı 1116) yayımlanan, Murathan Mungan'ın "Kibrit Çöpleri" kitabı hakkındaki yazım.
 
Toplam blog
: 29
: 712
Kayıt tarihi
: 16.10.11
 
 

İstanbul doğumluyum. Kitap okumayı, arada da bir şeyler karalamayı seviyorum. Çeşitli edebiyat de..