Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Baba, Derya ve ölüm...

Turgut Samancı, matematik öğretmeniydi.. 1980 darbesinden sonra "sol görüşlü" olması gerekçe gösterilerek "Milli Eğitim"den uzaklaştırıldı.. Ve 27 yıl sonra, onu çok sevdiği mesleğine layık görmeyen "Milli Eğitim"in bir öğretmeni, 22 yaşındaki kızı Derya’nın canını aldı..

Kafanız karıştıysa, en baştan başlayayım..

Derya Samancı, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiydi..

2003'te tanıştığı, çok kısa bir süre arkadaşlık ettikten sonra ayrıldığı Ersen’in tehditlerinden iyice bunalmıştı. Bir ilkokul öğretmeniydi Ersen.. Anadolu'ya tayini çıkmasına rağmen, anlaşmalı bir evlilik yaparak İstanbul'a dönmüştü. Çünkü, neredeyse üç yıldır adım adım takip ettiği Derya'nın peşini bırakmaya niyeti yoktu.

Dans kursundan çıkarken yolunu kesen ve "Benimle olmazsan seni öldürürüm" diyen Ersen'den korkuyordu artık Derya...

Tehditler yüzünden evden bile çıkamaz olmuştu.. Ersen'in "devlet memurluğu"nu yakmak istemiyordu ama yapacağı başka bir şey kalmamıştı.. En çok "inandığı" kurumun kapısını çaldı genç avukat adayı. Adliyeye suç duyurusunda bulundu. Arkadaşları onun için tanıklık yaptı.. Defalarca karakolu arayarak, Ersen'in kapısına dayandığını ve tehditler savurduğunu ihbar etti..

Fakat, bir türlü sonuç alamadı Derya..

5 Aralık 2006’da bir kez daha devletin kapısını çaldı. Stajyer avukat olan arkadaşı Cevriye’yle beraber Üsküdar Adliyesi’ndeydi.. Ersen, bir kez daha cep telefonundan aradı genç kızı.. Cevriye, “Adliye güvenli. Çağır buraya gelsin” dedi. Oturup konuşmak için güvenlik kamerasının tam karşısını seçtiler. Ersen geldiğinde Cevriye onları yalnız bıraktı. Bir süre sonra baro odasına gelen Derya sinirliydi, Cevriye'ye: “Sadece güldü durdu. Konuşarak halledemeyiz bu işi” dedi. Arkadaşı da, “Bu konuyu artık babana anlatmalısın. Sen aramazsan, ben ararım” dedi biraz da kızgın bir ifadeyle.. Yıllardır Derya'ya bir şey olmasın diye çırpınıyordu arkadaşları... Ama artık onlarda korkuyordu..

Derya, bir an durdu..

Belki, üç yıl önce geçirdiği beyin kanamasından sonra bir türlü toparlanamayan annesini düşündü.. Belki, babasının öfkelenerek başını derde sokacağından korktu.. Önce aramak istemedi..

Ama Cevriye ısrar edince, babasının numarasını çevirdi..

Turgut Bey, havaalanına girmek üzereydi.. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu kızı. "Ankara'ya gidiyorum, cuma günü döneceğim canım" dedi. "Baba sana bir şey söyleyecektim. Ama döndüğünde karşılıklı oturup, konuşuruz" deyince babayı bir merak sardı. Israr ettiyse de öğrenemedi. Kızı telefonu kapatınca paraya ihtiyacı olduğunu ama bana söyleyemediğini düşündü baba. Tekrar aradım kızını, “Para mı lazım kızım? Kış da geldi, giyecek bir şeyler alacaksan hemen göndereyim” dedi. "Babacığım, paraya falan ihtiyacım yok" dedi genç kız. Babasının telaşını dindirmek istiyordu: "Sana bir sürprizim var, dönünce söylerim" deyiverdi.

Baba, "uluslararası hukuk" eğitimi alması için kızını yurtdışına göndermek istiyordu. Derya’nın aklına yatan bir program bulduğunu ya da kalan derslerini verdiğini düşündü, rahatladı.

Babası gibi matematik öğretmeni olan ablası Özlem aradı Derya’yı.. Olan bitenden haberdardı.. Ersen, çalıştığı dershaneyi arayarak onu da rahatsız ediyordu.. Kardeşi için endişeleniyordu..

“Seni almaya geliyorum” dedi…

Derya, o gece evde kalmayacağını söyledi ve ekledi: “Eşyalarımı toparlamam lazım. Yarın gelir alırsın beni..”

O gece, Derya yoktu ama ev arkadaşı Güneş korku dolu saatler geçirdi. Ersen üç kez kapıya dayandı. Küfürler, hakaretler savurdu, Derya’nın içeride olduğunu düşünüyordu ve onu görmek istiyordu. Nişanlısı yanındaydı ama Güneş yine de tedirgindi.. Saat 01.00’de birlikte karakola gidip bir kez daha şikayetçi oldular. Polisler, “Hala hallolmadı bu mesele?” diye sorunca sinirlendi Güneş.. Ağlayarak Derya’yı aradı..

Genç kız, gece yarısı bir taksiye atlayarak, evine döndü.

Güneş olanları anlatırken kendini daha fazla tutamadı ve kustu. İki genç kız da Ersen’in tehditleri yüzünden zor günler geçiriyordu. Kendi korkusu bir yana, arkadaşının hayatını alt üst ettiği için utanç da duyuyordu Derya..

Ersen, bir kez daha aradı.. Derya, “Evdeyim gel, ne söyleyeceksen bana söyle” dedi..

Saat 04.00'e yaklaştığında kapı çaldı.. Gelen Derya’nın Azrail’iydi..

Genç kız kapıyı açar açmaz, sol göğsünün altından bıçaklandı... Neye uğradığını şaşırmıştı Derya. Belki göz göze geldi katiliyle, “Bunu neden yaptın?” der gibi..

Arkadaşları onun çığlığıyla kapıya koşarken, Derya sendeleyerek geri geri gitmeye başladı.. Sonra, yığılıverdi sehpanın üzerine..

Arkadaşları ve komşuları Ersen’i yakalayıp, polise teslim etti..

Yaralan arkadaşıyla birlikte hastaneye kaldırıldı Derya... Ve öğlene doğru.. 22 yaşında sona erdi hayatı.. Bir hiç uğruna..

Oysa Derya, savcılara ve polise “Ölüm korkusuyla yaşadığını ve sokağa bile rahat çıkamadığını” söylemişti defalarca..

Şimdi biz ne söylesek, boş!

* * *

Bir anne baba düşünün.. Beş evlat yetiştirmişler; biri öğretim görevlisi, biri doktor, biri öğretmen, biri hukuk son sınıfta, en küçüğü lise öğrencisi..

Ve kendilerine sürekli şu soruyu soruyorlar şimdi: “Biz nerede hata yaptık?”

Baba Turgut Samancı'nın öfkesi o kadar büyük ki.. Belki de üzüntüsü bile yaşayamıyor... Sesinin tonu hiç düşmüyor konuşurken..

“O cani, benim kızımın sevgilisi falan değil. Bir dönem tanışıklıkları olmuş ama kızım bunun ruh durumunun bozuk olduğunu fark edince uzaklaşmak için her yolu denemiş. Kızım kaçtıkça o kovalamış. O sapığın kızımın sevgilisi olduğunun söylenmesine tahammül edemiyorum. Böyle bir caninin adını sevgi sözcüğüyle yan yana getirmeyin lütfen..” diyerek başlıyor söze!

“Noktasına virgülüne dokunmadan” derler ya bizim meslekte.. İşte Derya’nın babasının söylediklerini böyle sunmak istedim size.. Malum gazetede yer sıkıntımız var.. 22 yaşındaki evladını elleriyle toprağı veren bir baba bakın neler söylüyor?

“İkisi evli beş kızım var. Bir kızım doktor. Bir kızım Ege Üniversitesi'nde TÜBİTAK'ın araştırma görevlisi. Bir kızım matamatik öğretmeni. En küçük kızım lise öğrencisi. Malum Derya da hukuk fakültesi son sınıftaydı, 2 dersi kalmıştı. Şimdi anlıyorum ki, böyle bir sapık ve caniyle karşı karşıya kaldığı için sinirleri bozuktu. Ve sorduğum zaman okulu bitirememenin stresi olduğunu söylüyordu.”

"Derya, Bahçeşehir Lisesi'ni birincilikle bitirdi. 600. sıradan üniversiteye girdi. Çocuklarımla her zaman gurur duymuşumdur. Ama şimdi, 'yanlış bir ülkede insan yetiştirmişim' diye düşünüyorum. Benim çocuğum olmasının ötesinde, bu ülke için başlı başına bir "değer"in böyle ucuz bir olaya kurban gitmesi beni yaralıyor.. Şimdi soruyorum: Bu ülkede Deryalar kolay mı yetişiyor ki, onları böyle kolay heba ediyoruz? Çocuklarımızı kimlere emanet ediyoruz? Bu ülkede benim canımı, malımı, namusumu koruyan kurum kim? Ben öldükten sonra mı çalışacak bu kurum? Ben sadece evladım gitti diye bakmıyorum, çünkü geride kalan dört kızım daha var. Bu toplumsal bir yaradır ve her an herkesin kapısını çalabilir.”

“Eşim 3 yıl önce beyin kanaması geçirdi. Derya'nın sıkıntısını eve yansıtmasının bir nedeni de bu. Benim başımı belaya sokmamak ve annesini üzmemek için kendi kendine bunu halletmeye çalışmış.. Ama onun öldürülmesinde esas sorumlu o caniden çok, kızımı koruyamayanlardır. Korunmaya muhtaç bir gariban, benim şu kapıma gelse, örfümüz, adetimiz, aldığımız terbiye gereği onu korumaya alırız. O cani, kızımı bana ya da kız kardeşlerine zarar vermekle korkutuyor. Ablası bana anlatması için ısrar ettiğinde de, bunu hukuki yollardan çözeceğini söylüyor. Babamın herhangi bir yöntemle bu olaya müdahil olmasını istemiyorum, diyor. Benim haberim olsaydı, ben çocuğumu korurdum. Bu işe gücüm yeterdi. Kızım da biliyor bunu. Ama ne yazık ki, kızım adalete benden daha çok güvendi.”

Bu toplumsal bir sorun. Sokaklar canilerle, katillerle, sapıklarla doldu. Ama bu ülkede ne bunların önüne geçecek yasalar var, ne de var olan yasaları uygulayanlar var. Şimdi düşünün Derya, hukuk okuduğu için hukuki yöntemlerle sorunu çözmeye çalışıyor. Ve başvurmadığı yer kalmıyor. Savcılığa başvuruyor, polise gidiyor. Arkadaşları tarafından yıllardır korunuyormuş. Ve bu sapık cani onu kaçırmaya dahi yelteniyor. Tüm bunlara rağmen, o ahlaklı olan yolu seçiyor. Ama onun sığındığı hukuk, can güvenliğini koruması için feryat ettiği savcılık onu kovuyor.”

“Savcının gerekçesine bakın, 'delil teşkil edecek herhangi bir şüpheye rastlanmamıştır' diyor. Bu insan kuru sıkı silahını kendisi teslim ediyor. Peki bunu taşıyan adam başka bir silah taşıyor olamaz mı? Bu cani sapıkça amaçlarına ulaşmak için kim bilir başka kimleri böyle tehdit etti? Adana'da bir ailenin başına aynı şekilde musallat olduğunu öğrendik. Bu cani sıradan bir sokak serserisi değil, çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir öğretmen. Bu ruh halindeki bir insan çocuklara ne verebilir? Araştırılması gereken önemli noktalardan biri de budur. Bu caniye öğretmenlik yeterliliğini nasıl verdiler?”

“Ben çocuğuma silah kullanmayı, bıçak kullanmayı, gayri ahlaki yöntemleri öğretmiş olsaydım, benim çocuğum hakkını aramak için bu kadar çırpınmaz, babasına söyleyiverirdi. Bu ülkede insan olmanın bedeli bu mudur? Bu sadece benim feryadım olarak algılanmasın. Bütün yetkili kurum ve kuruluşların feryadımı duymasını istiyorum. Bu olay, gerçekten ele alınacaksa ve başka çocukların canının yanmaması için tedbirler alınacaksa, ben acımı yüreğime gömmeye hazırım.”

“Ben de kızım gibi biliyorum ki, sığınabileceğimiz son nokta hukuk. Benim hukuka saygım sonsuz. Hukuki mercilerde bulunup da görevini yapmayanlaradır isyanım. Bakın kaç tane şikayeti var kızımın. Bir insan feryat ediyor; öleceğini, öldürüleceğini bile bile adalete sığınıyor. Ama sığındığı adalet onu koruyamıyor. Ben onun yurtdışında uluslararası hukuk alanında eğitim görmesini istiyordum. Ama onun hedefi hakim ya da savcı olmaktı. Ama onun yerlerinde olmaya imrendiği savcılar onu korumadılar. Artık hiçbir şey Derya'yı geri getirmez. Fakat umarım onun ölümü bu ülkede garibin, yoksulun, kimsesizlerin adaleti bulmasına vesile olur.”

“Ben adalete olan inancımı korumaya çalışıyorum. Benim çocuğumu koruyamayan da hukukun kendisi değil, görevinde sorumsuz davrananlardır. Bu davanın başka olayların önüne geçmesi için mücadele edeceğim. Bir sapığın, bir caninin alacağı ceza benim yaramı iyileştirmez. Ben kızımın gittiği yoldan gidip, bütün hukuki yöntemleri deneyeceğim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğim. Onun ölümü bu ülkede yaşayan herkesi utandırmalı.”

“Bu ülkede gencecik bir öğretmeni (Serpil Yeşilyurt) annesiyle birlikte kaçırıp katledenler, salıverilmedi mi? Silah tehdidiyle binlerce kızımızın ırzına geçilmedi mi? Nasıl bir toplum yaratıyoruz? Sokaklar kapkaççılarla, yankesicilerle dolu. Kimse kötü doğmaz, bunun sebepleri var... Tüm bunlara halk sesini yükseltmiyor. Ama herkes bilmeli, bu tehlike her an herkesin kapısını çalabilir.”

İşte asıl düşünmemiz gereken bu!!

Bizim kuşağımız siyasal kutuplaşmaları ve sokak kavgalarını yaşamadı..

O yüzden arkamıza bakarak yürümemiştik hiç yollarda!!..

Fakat şimdi peşimiz sıra yürüyen herkesten kuşku duyuyoruz.. Çantamızı bir sağ omzumuza, bir sol omzumuza almaktan yorulduk..

Çok geç olmadan “Bir şey yapmalı...!”

Ama ne?

 
Toplam blog
: 5
: 2295
Kayıt tarihi
: 17.11.06
 
 

Hiçbir şey, kendimi anlatmaya çalışmak kadar yormuyor beni... Anlatılacak şeylerin çokluğundan değil..