Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '08

 
Kategori
Aile
 

Baba olabilmek

Baba olabilmek
 

Cocuklar dünyanın en değerli varlıklarıdır.


Geçen ay Umudunu Kaybetme filmini izledik. Vizyondan kalkalı çok oldu. Hatta TV de bile gösterilmiş olabilir, televizyonu pek takip etmediğim için bilemiyorum.

Filmin konusu; bir türlü hayal ettiği satışı yapamadığı için para kazanamayan, geçim derdi olan ve son olarak kız arkadaşı(evli değiller) tarafından da terk edilen bir babanın 5 yaşında oğlu ile yalnız yaşadığı hayat mücadelesini anlatıyor.

Gerçek bir hayat hikâyesi! Başroldeki oyuncular Will Smith ve Jaden Smith süper oynamış. Evet, tahmin ettiğiniz gibi aktör kendi oğlu ile oynamış. Kendimi oğlumla böyle bir filmde oynadığımı hayal bile edemiyorum. Baba, oğul çok güzel oynamışlar. Bu duygu dolu filmi alkışlıyorum.

Bir aydan beri bu konuyu yazmayı düşünüyorum. Nedense hayatta en çok değer verdiğiniz şeyler hakkında yazmak kolay olmuyor. Ama neden yazmayalım? Hepimiz ilk önce bir eş, bir anne, bir baba ya da bu saydıklarıma aday değil miyiz? Hayatımızda her gün birlikte olduğumuz insanlar, bence ilk önce onlar kendilerinin değerli olduğunu hissetmeyi hak ediyorlar. Onlar olmazsa ne önemi var hayatın, nefes almanın...

Üç buçuk yaşındaki oğlum evimize misafir geldiği zaman parmağı ile işaret ediyor beni; ”o babam benim” diyor. Öyle bir söyleyiş tarzı var ki, benimle gurur duyduğunu anlıyorum. Büyüyünce ben de onunla gurur duyacağıma inanıyorum.

Baba adaylarına duyururum. Baba olmak istiyorlarsa bence iyi düşünsünler.

Çünkü bence baba olmak bir meslek! Çocuğunuz sizinle gurur duyuyorsa boşuna değil, bir bedeli var bu mesleğin, saygı duyulması gereken emek var.

Saat akşam yediyi geçince ikinci mesainiz başlıyor. Ufaklığın gözü saatte, eve geç gidince başlıyor bizimki “artık kaanlık oldu, saat yedii geçiyo, eve gelmen lazım.” Eğer geç giderseniz ve aşağıdakilerden birkaçını yapmadan yatma saati gelirse bizimki postayı koyuyor. “Yatmıcaam işte, saat daha dokuza geliyoo” diye... Çünkü aktiviteler eksik kaldı, normal saat on olabilir ama onun saati daha dokuzda kalmış.

Evimize girdiğimiz anda “hani sen gelmedin, saat sekizi geçiyor” dememesi için işlerimi saat yedide evde olacak şekilde ayarlıyorum.

Onun değişiyle; “sen giyincen mi? Hadi giyin ” ile birlikte üstümüzü değiştirerek başlıyoruz.

Bilgisayarda mario, minenin matematik evi, hindi, yazı yazma, resim yapma vb oyunlar oynuyoruz. Sonra birlikte portakal suyu sıkıyor ve içiyoruz (kendi sıkması lazım, kendi sıkmazsa içmiyor.) Sonra “hadi agaba oynalım, ın-ın şeklinde” diyerek arabacılık oynuyoruz. Mutlaka her gün güreş yapıyoruz ki o gün anneanne tarafından yedirilen yemeklerin pazularını ne kadar kuvvetlendirdiğini anlıyoruz. Anneanne “çok yedi” derse bizimki beni çok yeniyor, “az yedi” derse, hep yeniliyor. Yanımıza gelip, sevimlilikle kolunu uzatarak “bugün çok yemek yidim. Baak pazulaım çok şişmiş” demesi bulduğumuz bu yöntemin ne kadar tutuğunu gösteriyor.

Mutlaka meyve yiyoruz. Bugünlerde olan elmayı, armudu, narı çok seviyoruz. Bu arada pazulara destek amacıyla iki kaşık pekmez şurubu da içiyoruz. Sonra, salonda top oynuyoruz. Bazen cenga, bazen legolarla bir şeyler inşa ediyoruz. Bir şeyleri devirmekten, kafasından aşağı boca etmekten büyük keyif alıyor. Sonra eğer bu aktiviteler yapılmışsa yatma saatinde problem çıkmıyor. Birlikte diş fırçalıyoruz. Şurubu ve bünye destekleyici hapı veriliyor. Pijamaları giydiriliyor. Giydirilirken galiba her çocuk gibi büyük bir neşeyle yatakta zıp zıp zıplıyoruz. Gece çok sulu şeyler içmişsek altı bağlanıyor. Sonra masal kitaplarına sıra geliyor. Her gece mutlaka okuduğumuz 3 tane masal kitabı var. İkisi sabit her gece okunuyor. (Pandanın bir günü ve Ali trafik kurallarını öğreniyor). Diğeri ansiklopedi gibi günlük tarihlere göre (eşim almıştı kitabı, akıllı karımın marifeti); çünkü bu sayede oğlumuz ayları ve günleri öğrendi. Masallar okuduktan sonra nedense mutlaka “biraz su iccektim” diyerek suyunu içer ve ışığımızı kapatır gece lambamızı açarız. “Aaa hani dua etcektikk” diyerek kalkar sesli olarak duamızı eder, birbirimizi öperek iyi geceler deriz, sonra mışıl mışıl uykuya dalarız.

Tabiî ki, ben bunların hepsini tek başıma yapmıyorum. Canım hayat arkadaşımla nöbetleşe paylaşıyoruz.

Peki, bizim hiç mi oğlumuz dışında hayatımız yok. Tabiî ki var. Yıllardır hayalimde çalmayı istediğim piyano dersleri alıyorum. Her gece evde piyano çalışmam gerekiyor. Bıdığımız da zaman zaman piyanonun tuşlarına kendince basarak eşlik ediyor. Günlük sporumu yapmam için çatıda yürürken bıdık da biraz bana eşlik ettikten sonra resim kitaplarına bakıyor. Ben müzik dinlerken o da telefonda oyun oynuyor. Onun uyku saatinden sonra bazı geceler film izliyoruz ya da müzik dinlemeye dışarıya çıkıyoruz. Her ay en azından birer kitap bitiriyoruz.


Fenerbahçe’nin maçı varmış. Uyku saati gelmişse uyutulacak. En sevdiğin dizi ya da sinema varmış. Oyun saati ise oyun oynanacak. Öyle her hafta sonu balığa falan gidemezsin. Çünkü bıdıkla beraber hafta sonu mesaisi var. Mecburen olan toplantılar, yemekler, eğitimler vb işler ve iş saatleri dışında geriye kalan zaman onun. Çalamayız.

Gerçekten kolay değil baba olmak. Hastalandığı zaman evin neşesi yok olur. Onun sağlıklı olması için her şeye dikkat edersiniz. Geceleri uyanır üzeri açılmışsa örtersiniz. İki oda uzakta gecenin bir yarısında “babaaa korkuyom” diye seslenmişse koşarsınız. “Oğlum bir şey yok bak ben yanındayım” Yüzünde güven ve rahatlığın ifadesi ile tekrar uykuya dalar. Bir maçı ya da televizyonu tekrar izleyebilirsiniz. Ama çocuğunuzun büyüme macerasını (her dönemi ayrı bir renk) bir defa daha yaşayamazsınız.

Örneğin çocuğunuz banyoda başını yıkatmıyor. Ya da yemek yemeyeceğini söylüyor. Ya da yatmıycam diyor, ya da o kadar şey talep ediyor ki kendinizi patlayacakmışsınız gibi hissediyorsunuz. Burnunuza kadar geldiği, içinizden “patlatsam bir tane” dediğiniz anlar olmuyor değil. Hiç kimse mükemmel değildir. Kızmalar, ara sıra bağrışmalar tabi ki oluyor. Evde efendi kim mücadelesi zaman zaman deneniyor. Ancak “efendi benim” den taviz verdiğiniz an sonunun da gelmeyeceği asla unutulmamalı.

Baba olmak kolay değil ama bence dünyanın en değerli mesleği. Karşılığında koca bir sevgi alıyorsunuz. Sizi parmağıyla işaret ediyor:

“O babam benim” diyor. O size bir şeyler anlatırken onun göz hizasına indiğinizde, gözünün içindeki size olan sevgi taşkınlığını görebiliyorsunuz.

Ve sizi anlatamayacağım sevecenliği ile kendisine öyle bir bağlıyor ki... Size yatakta sokuluşu, onun tabiri ile öpücük makinesinden sizi öpücüklere boğması, o yarım tatlı diliyle şarkı söylemesi, sayı sayması, kendi hayal dünyasından bir şeyler anlatmaya çalışması, her şeyi fotokopi gibi taklit yapması ve öğrenme açlığı.

Eğer anlayabilirseniz hayatınızda bu mutluluğun yerine başka neyi koyabilirsiniz...?

Her gün bu huzur ve mutluluğu yaşatan sevdiklerinizi değerlerinizin birinci sırasına koyuyorsunuz ve bunu bozmaya yönelik her türlü zararlı etmenlere “hayır” diyebiliyorsunuz. Ve bu kutsal anları yaşabildiğinizi anladığınız için her gece şükrediyorsunuz ki pamuk ipliğine bağlı hayatımızda bu mutluluk halkalarından biri kopup gitmesin...

Etrafımda takip ediyorum. Baba olmak isteyip de olamayan adaylarla, nice babalar da var ki evlatlarının değerini bilmeyen, ilgilenmeyen... Bilgisayar masalarından ya da televizyon karşısından kalkmayan ilgi görmeyen çocuklarla, sokaklarda bir şeyler satan çocuklar arasında bir fark var mı sizce? Bence onlar da ilk baba olduklarında çok sevinmişlerdir. Ya sonra, sonrası herşey de olduğu gibi emek gerektiriyor.

Baba olmayı isteyen ve düşünenlere kendimce baba olmayı anlatmak istedim.

Sonra, bence baba olabilmenin kalitesi eğitimle, kitap okumakla geliştiği kadar, insanın içinden de gelmesi gerekiyor

Geçtiğimiz yaz aile ziyareti için Fethiye’ye gittiğimde bir simitçinin kendisinden simit almaya gelen bir adama:

Ağabey çocuğuna kendi çocukluğunu hatırlayarak davranmalısın. Sen çocukken kendine vurulmasını ister miydin? Çocukken hangi duygu ve düşüncede olduğunu hatırlamazsan ona ulaşamazsın, problem yaşarsın. ” diyordu.


İşte empati dedikleri bu değil de nedir?

 
Toplam blog
: 52
: 7250
Kayıt tarihi
: 08.11.07
 
 

1971 Fethiye'de doğdum.  2000 yılından beri evliyim. Büyüğü 29, 17 yaşında, diğeri 12 yaşında ü..