Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

Babacan öğretmenler (!)

1989 Yılında, Bayram tatili için ailemin yanına gidiyordum. Çok fazla yolcu olduğundan, otobüslerde yer bulmak hayli güçtü. Bizim otobüs yolun tamamını gece gideceğinden –trafik polisi kaygısı olmasa gerek-arayı da yolcularla doldurmuştu. Yolcular, hallerinden şikayetçi olmak bir yana, memnundular. Çünkü otobüse binebilmişler ve sevdiklerine doğru hareket edebilmişlerdi.

Sabaha kadar sürecek yol, konuşmadan gidilemez ki. Yanımdaki arada oturan genç, "İlkokul öğretmeni olduğunu, Atatürk barajı çevresinde bir köyde görev yaptığını" söyleyince, bir yakınlık başladı aramızda. Koltuğumu yana çektim ve öğretmen arkadaşı aramıza aldık. Ne de olsa, meslekdaş değil miydi? İlköğretim Müfettişi olduğumu söyleyince, hemen bir sorununu dile getirdi öğretmenimiz. Beş sınıfı birleştirilmiş bir ilkokulda görev yaptığını, birleştirilmiş sınıfların yıllık, ünite ve özellikle günlük planlarının nasıl yapılacağını bilmediğini, çünkü okulda kendilerine birleştirilmiş sınıf öğretim planlarının nasıl yapılacağının öğretilmediğini, bu nedenle planları istenilen şekilde yapamadığını ve öğretim yılı ortasına doğru gelen müfettişin planları yeterli bulmayıp hakkında soruşturma açtığını, söyledi. Bu arada, hangi cezaya çarptırılacağını ve adaylığının (stajierliğinin) kaldırılıp kaldırılamayacağını sordu. Yol arkadaşımı her ne kadar teselli etmeye çalıştıysam da, O mutlaka bir ceza alacağının bilincindeydi. Esas korkusu ise, adaylığının kaldırılmamasında düğümleniyordu.

Konuşma sırası tekrar kendisine geldiğinde; "Hatay Eğitim Yüksek Okulu mezunuyum. Otobüs okulun önünden geçerken (Çünkü otobüs okulun önünden geçiyordu.) ineceğim ve Meslek Dersleri öğretmenlerimi bulup –onlardan- hesap soracağım. Bizlere hiçbir şey öğretmeden mezun etmişsiniz, özellikle ‘köy okulları’ ve ‘birleştirilmiş sınıflar’ konusunda, diyeceğim" dedi. Sahi bunu yapar mısın, dediğimde; "Evet yapacağım, çünkü alacağım ceza onların yüzündendir" diye ekledi. Sesi fazla yüksek değildi ama titriyordu. Çok değilse bile, kızgındı. Havadan sudan konuşarak dikkatini dağıtmaya çalıştım. Biraz rahatladıktan sonra, hangi okullarda uygulama yaptıklarını, sordum. Şehir okullarında, dedi. Adlarını söyledi. Bu okulları ben de biliyordum. Şehrin en kökleşmiş okullarıydı. Yani siz hiç köy okulu görmediniz mi, diye sorduğumda, ne gezer hocam, dedi. Karşılık veremedim. Bir süre durakladık. Öğretmenimiz, yerden göğe kadar haklıydı. Çünkü, öğretmenler, normal sınıflara göre, şehir okullarında uygulama yaparak yetiştiriliyor, ama her ne hikmetse birleştirilmiş sınıflı köy ilkokullarında görevlendiriliyordu. Bunları düşünürken, aklımdan büyük ozan C.A. Kansu’nun dizeleri geçti.

" Ah ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze önünüze dikilip duracağım
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden;
Bir gün soracağım bu çocukları soracağım."

Artık sadece Çocuk Hekimi Kansu değil, öğretmenler de hesap soruyordu öğretmenlerinden. Dünya değişiyor galiba.

Öğretmenin bu konuşmasından sonra, olaylar bir film şeridi gibi, zihnimden akmaya başladı: Bir bahar günü Elazığ-Maden civarında, bir dağ köyünün yeni yapılmış ilkokulunda, üç öğretmenle birlikte soba başında ısınıyorduk. Baharda ısınılır mı, demeyin. Buralarda hala kar vardı. Öğretmenlerimiz köyden, köyde yaşamaktan, yalnızlıktan, ilçeye uzaklıktan ve elektriğin olmamasından bir hayli yakınıyorlardı. Elektrik hatları bitmek üzereydi. (İlk çalıştığım görev yerini hatırladım bir an. Okul, köylünün yaptığı dört duvarlı bir toprak damdan oluşuyordu. Biraz fazla yağmur yağdığı zamanlar, suyun tamamı damdan içeri aktığı için, ders yapamazdık. Öğretmen arkadaşlarla biraraya geldiğimizde, köylerimizde devlet yapısı okullarla, araba yolu olup olmadığını konuşurduk. Yine bu günlerde, ilk görev yerimde çalışan öğretmenle karşılaştım. Köyde hala devlet yapısı okulun olmadığını söyledi. Bunları, elektriksizlikten sızlanan öğretmenlere anlatacak değildim herhalde.)

İlk konuşmalar bitmiş, sıra kişisel konuşmalara gelmişti. Hocam, hangi Fakülteden mezun oldunuz, dediler. Gazi Eğitim, deyince, hemen ortak yaşantı alanı oluşturmaya başladı köyüne geldiğimiz öğretmen. Hocam, ... Beyi tanıyor musunuz, dedi. Evet, dersimize girdi, deyince, öğretmenin gözleri ışıldadı. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Sevinçle konuşmaya başladı. "... Bey bizi hiç sıkmazdı. Dersleri çok şen şakrak geçerdi. Derslerde çok az not tuttururdu. O da birkaç sayfayı geçmezdi. Sürekli gençlik duygularımıza hitap ederdi. Hatta bazı arkadaşlarımızın dünürü olup nişanlanmalarına yardım etti" dedi. Buraya kadar, bir buçuk saati sürekli yokuş olmak üzere, yaklaşık üç saat yürümüştük. Uykusuz ve yorgunduk. Daha iki saat kadar da yürüyecektik. Buna rağmen, oluşturduğumuz ortak yaşantı alanından dolayı öğretmeni mutlu görmek, beni de mutlu etmişti. Susuyor ve dinlemeye devam ediyordum. Oysa müfettişler, dinlemeyi sevmez. Öğretmenimiz anlatmaya devam ediyordu. İfade alır gibi değil de, Psikolojik Danışma yapar gibi öğretmeni dinliyordum. ... Bey, müfettişleri, toz, poz ve kıl olmak üzere üçe ayırırdı, deyince, tüm mutluluğum kayboldu bir anda ve yorgunluğumu hissetmeye başladım. Kalp artışlarımız hızlandı. Bir süre konuşulanları hiç duymadım. Ben, bu dağ başında görev yapan aday öğretmenlere nasıl yardımcı olabilirim, diye düşünürken, şimdilerde akademik basamağa gelmiş kişinin müfettişler hakkındaki ‘inci dizileri’ alt üst etmişti tüm sinir sistemimi. Müfettişler hakkında başka inciler de döküldü ortaya. Hiç sesimi çıkarmadım. Öğretmen de, konuştuklarından rahatsız olmalı ki, bir süre sonra konuyu değiştirdi ve "Hocam, bayram dönüşü göreve dokuz gün geç geldim. İlçe Milli Eğitim müdürü hakkımda soruşturma açtı ve savunmamı aldı. Sonuç ne olur, ne kadar ceza alırım?" diye sordu. Doğrusu bu soru karşısında şaşırmıştım. Nasıl olur da, memurların alacakları cezalar hakkında öğretmen adaylarına bilgi verilmezdi? Bilmem, belki 222 sayılı kanun hakkında da bilgi verilmemiştir! Göreve dokuz gün gelmeme konusunda, kayda değer bir özrünün olup olmadığını, sordum. Yok, dedi. O zaman, bir-üç yıl arasında değişen kıdem durdurma (terfi edememe) cezası alacağını söyleyince, yüzündeki ifade birden değişti. Alacağı cezanın ne denli ağır olduğunu anlamıştı. Bir süre daha sustuktan sonra, öğrencileri arasında çok sevilen, köyüne geldiğimiz öğretmenin de çok sevdiği, bizim de dersimize gelmiş olan Öğretim Elemanının hangi derslere geldiğini sordum. Eğitim Dersleri, dedi. Bu kadarını ben de biliyorum, geldiği derslerin adını soruyorum, dedim. İki-üç tane Eğitim dersinin adını söyledi. Bu kadar mı, başka dersleriniz de olmalı, başka dersinize gelmedi mi, deyince, iki-üç dersin adını daha saydı. Saydığı derslerin arasında Eğitim Yönetimi ile ilgili bir ders yoktu. Eğitim Yönetimi ile ilgili bir ders okumadınız mı, deyince, öğretmen, birden durakladı. Gözgöze geldik. Bakışlarımız dondu. Öğretmenin rengi değişti. Bir dakika kadar sessiz kaldık. Bu durum diğer öğretmenlerin de dikkatini çekmiş ve gözlerini üzerimize dikmişlerdi. Ben olduğum gibi durmaya devam ediyordum. Sessizliği bozan öğretmen oldu. Üzüntülü bir sesle, "Şimdi herşeyi anladım hocam" dedi. Durumu kavramıştım. Anladığı şey, memurlarla ilgili yasaların-mevzuatın bu ders içinde ve bu dersi okutan öğretmen tarafından verilmesi gerektiği, idi. Neyi anladın, dedim. "Göreve dokuz gün gelmemenin cezasının ne olduğunu bilmiyordum. Bize öğretilmedi. Eğer bu kadar ağır ceza alacağımı bilseydim, dokuz gün göreve gelmezlik etmezdim" dedi. Diğer öğretmenler, suskun gözlerle bakmaya devam ediyordu bize. Bilmem bir süre önce aramızda geçen suskunluğun nedenini anlayabildiler mi? Sanmam. Bir açıklama yapılmadıktan sonra nasıl anlasınlar ki? Öyle ya, müfettişleri üç gruba ayırmak, öğrencilerin gençlik duygularına hitap etmek, ders yapmamak, öğrencilerin hoşlanacağı notları vermek, birilerine dünür olmak, verilecek kıdem durdurma cezalarını önleyemiyordu. Müfettişlerle ilgili konuşulanlar hakkında kızgınlığımı gizleyebilmiş, soğukkanlılığımı koruyabilmiştim. Artık mesajımı rahatça verebilirdim. Görüyorsunuz ya, insan hiç müfettişle karşılaşmadan da ceza alabiliyor, dedim. Diğer öğretmenler de onayladılar bu yargıyı. Çünkü müfettişler, ne soruşturma açtırmışlar, ne de soruşturma yapmışlardı. Acaba alacağınız cezada, sizlere mevzuatı öğretmeyen hocalarınızın payı yok mu, deyince, gözleriyle, diliyle ve başıyla ‘evet’ dedi öğretmenimiz. Artık diğer öğretmenler de kavramışlardı olayı. Tekrar, Eğitim Yönetimi ile ilgili dersi hangi hocanın okuttuğunu sordum. ... Bey hocam, dedi. Arkasından, "Öğrenciyken çok sevdiğim hocalara karşı artık yargım değişti" diye ilave etti. Bir-iki saat kadar daha kaldık okulda. İlk geldiğimizde güler yüzlü, şen şakrak öğretmenimizin yerini, durgun, düşünceli biri alıverdi. Öğretmenin bu durgun hali hiç değişmedi. Biz ayrılana kadar da hiç konuşmadı. O’nun yerine de, kendi yerlerine de diğer öğretmenler konuştu.

Müfettişleri üç gruba ayıran Öğretim Elemanı bizlerle de ders, hayır hayır sohbet yaptığında, müfettişleri böyle sınıflandıramazdı. Hem nasıl sınıflandırsın ki? Üç saatlik dersin birincisine gelmez, üçüncüsünde "Hava erken kararıyor" diyerek ders yapmadan bizleri bırakır, ikinci derste ise dersle ilgili olmayan şeylerden konuşurdu. Bir yarıyılda üç kredilik dersten tutturduğu not toplam dokuz sayfa olup, bunun bir sayfası şekil çizimiydi. Birazı da başlıklardan oluşuyordu. Bunları da ilk altı haftada, geldiği saatlerde yaptırmıştı. Başka bir deyimle, bir dönemin yarısından fazlasını ders yapmayarak -boş- geçirmişti.

İlk müfettişliğe başladığımdan on yıl sonra, Adana’da bir öğretmeni teftiş ediyordum. Öğretmen yeni mezundu, ama planlarında-uygulamalarında yenilikten eser yoktu. "Milli Eğitim Bakanlığının plan anlayışı değişti ve değişeli yıllar oldu. Sizin bunları bilmeniz ve uygulamanız gerekir" deyince, "Hocalarımdan hesap soracağım, bize hiçbir şey öğretmemişler" cevabını verdi.

Bir gün Dairede birkaç arkadaşla birlikte otururken, bu konuyu açtım ve "Hesap soran öğretmenler"den bahsettim. Arkadaşlar, bizler de "Hesap soran birçok öğretmenle karşılaştık" dediler.

Ey babacan Öğretim Elemanları! Babacanlık, öğretmenleri ne mutlu etmeye yetiyor, ne de başarılı kılmaya. Mezun ettiğiniz öğretmenleri sınıflarında ziyaret ettikten sonra, ‘babacan öğretmenliği’ nizi sürdürüp sürdüremeyeceğinize karar vermelisiniz.

Ne dersiniz?

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..