Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '09

 
Kategori
Babalar Günü
 

Babalar Günü ve Yaz gündönümü

Babalar Günü ve Yaz gündönümü
 

Babaların hatırlandığı, babalara özel başka bir gün daha var mı? Yok sanırım.

Bu yıl babalar günü astronomik açıdan yine özel bir güne denk geldi.

Bugün yaz gün dönümü…

Yani Kuzey Yarı Küre’nin en uzun günü… 365 günün gün ışığının en çok göreceğimiz tek gün…

Yarınla birlikte günler kısalmaya başlayacak… Bir dakika… İki dakika… Azalacak zaman… Ömür gibi tükenecek… Tıpkı babaların ömrü gibi…

Baba dostum Ali Sefa Kara’nın maille gönderdiği aşağıdaki yazı beni çok duygulandırdı. Paylaşmak istedim:

“Çoğumuz babamız henüz hayattayken onun yüzüne bir kere bile dikkatle bakmayız. Baba ''baba'' sözcüğünü kullanmaya başladığımız günden itibaren sürekli karşımızda duran bir alışkanlıktır. Yıllarca babamızdan değil bir alışkanlıktan bahsederiz:
Annemize ''babam bu gün neden gecikti''diye sorarız; kardeşimize ''babam yine su istiyor''der ve dertleniriz; bazen de ''babama hangi yalanı uydursam ''diye planlar kurarız kafamızda. Baba her seferinde bize biraz uzak biraz yabancı birisidir. Her gün elbiselerini giydirip sokaklara saldığımız o ''biraz'' yabancının zamanın karşısında an be an nasılda eriyip gittiğini fark edemeyiz bile…

Oysa ilkin ve hep onun elbiseleri yaşlanır ilkin ve hep onun saçları ağarır ve hep o öksürür. Bizim bir alışkanlığın perde gerisinden baktığımız o yüzde zaman çizgilerden girintilerden ve çıkıntılardan yeni bir yüz yapar bunu da fark etmeyiz. İçimizden az buçuk dikkat kesilenler bilirler ki baba göz altlarındaki torbalarda yorgunluk biriktiren kederli göçmenidir evimizin.Bir an gelir göz altlarındaki torbaların ağzını gözlerinin feriyle bağlayamaz olur artık.
Bir an gelir o iki bağcık da hiç ummadığımız bir vakitte hiç ummadığımız bir yerde çözülüverir. Çözülüverir ve babamız bizden sakladığı bütün yorgunluklarını orta yerde bırakıp kasketinin altını terk eder. Biliyormuşuz babamız bir gün ilk defa gerçekten ölür!..
Babamız bir gün ilk defa gerçekten ölür ve biz ilk defa o gün anlarız evimizde bir babamız olduğunu. O gün anlarız ki aramızda dolaşan yalnızca alışkın olduğumuz bir gölge değildi; o gün anlarız ki artık annemizle anlaşarak kandıracağımız bir saflık sessiz sedasız çekilip gitmiştir aramızdan; ve o gün anlarız ki ''baba''dan bize kalan bir kelimeden çok öte çok daha ağır bakiyedir. Şeceremizi bir arada tutan en kalın damar ansızın kopmuş şimdiye kadar nasıl durduğunu düşünmediğimiz aile şemsiyemiz yağmur vurdukça su geçirmeye başlamıştır. Daha başka şeyler de olmuştur baba gidince:içimizdeki korku kaybolmuştur artık;sofranın baş köşesinde yaşlı kocaman bir boşluk açılmıştır; akşam haberlerinde esirgenmeden savrulan bir küfür orta yerde sahipsiz kalmıştır; dahası babayla beraber ilgi duymadığımız pek çok memleket haberi de sınırlarımızın ötesine göçmüştür.
Baba ölürken bize bir iyilik yapmış üzerine dertlenilen bir ülkeyi de kendi gövdesiyle beraber ölmüştür...
Artık içimizden hiç kimsenin babanın yerine baba olamayacağını vaktin çıkıp çıkmadığını onun sesiyle soramayacağını anladığımızda çaresiz bir şeyler yaparız:kendimizi babamızın hiç ölmediğine şeceremizin hiç dağılmayacağına inandırmak için onun en sevdiğimiz resmini büyülterek annemizin
ya da en büyük kardeşimizin odasındaki duvarın orta yerine konduruveririz. Konduruveririz ve resme bakarken ilk defa babamızın yüzüyle yüzleşiriz.
Böylelikle ilk kez babamızın gözlerinde bir göç öncesinin alınganlığını görürüz; babamızın saçlarının fazlasıyla beyazlaşmış olduğunu görürüz ilk kez görürüz ki babamızın alnı yaşadığımız coğrafyanın kaderiyle aynıdır: Babamızın alnı sanki savaştan hiç kurtulmamış bir cephe yerine benzetilmektedir; babamızın alnı bizzat hayatın alnıdır! Onu yeniden aramıza çağırmakla onun yüzünü her gün görebileceğimiz bir yerde ağırlamakla bir süreliğine de olsa ölü babamızla ilk kez içtenlikle baba evlat haline geliriz. Konuk ettiğimiz insanlara anlatırız onu onun kim olduğunu soran çocuklara; öyle ki onun kim olduğunu sormayanlara içlendiğimiz bile olur. Duvarda bir yanlarını yeni
yeni hatırladığımız çerçeve içinde bir babamız vardır artık...
Ama mevsimler gün gelir babamızın duvardaki resmini de soldurmaya başlar.Babamızın göz altlarını tutan o incelmiş bağcıklar bir kere daha unutkanlığımız tarafından kopmaya terk edilir. Aramızda heyecanla çağırdığımız sevgili ölümüzü yüzü mahkum olduğu çerçeve içinde tekrardan bir gölgeye tekrardan bir alışkanlığa dönüşür. Bir evden başka bir eve taşınırken eşyalarımızın arasında can çekişir durur; yeni evimize uygun olup olmadığını düşünecek kadar uzaklaşır aramızdan.
Nihayet yeni evlerimiz bu yakışıksız yabancının resmini duvarları için uygunsuz bulmaya başlar.Yeni evlerimizin duvarları su kenarlarını tarlaları yorgun işçi tulumlarını bir memurun çantasını bir askerin kaputunu bir kasketin alınlığını ve bütün o eski alışkanlıkları kabul etmez olur artık.
Bir gün biz yine fark etmeden duvardaki yerinden de devrilir babamız.
BİR GÜN BABAMIZ İKİNCİ KEZ ÖLÜR!”

Babanız yaşıyorsa hala fırsatınız var.

Sarılın ona … Sımsıkı… Hediye de gerekmez! Ellerinden öpün…

“Babacığım seni seviyorum” deyin.

Musa Özcan

NOT: Yazının ve fotoğrafın kaynağına ilişkin bilgisi olanlar ozcan.m@hotmail.com adresine veya buraya yorum yazarlarsa yazıyı derhal güncelleyip eksiği gidermiş oluruz.

 
Toplam blog
: 165
: 3919
Kayıt tarihi
: 25.08.07
 
 

Samsun Terme Şuvayip Köyü'nde doğmuşum. İlk ve ortaokulu Terme'de, lise öğrenimimi Ünye'de tamala..