Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Babam bugün bir elçi gönderdi

Babam bugün bir elçi gönderdi
 

RESIM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


Bütün geceyi uykusuz, oradan oraya yürüyerek ve uykuya geçememenin huzurluğu ile geçirdim. Çok fena bir geceydi. Grip olduğumdan bu yana böylesi olmamıştı gecelerin. Dualar, meditasyon…Yok, hiçbir şekilde uykuya geçemiyorum. Derken davulcu…Üstüne yağ ve kaymak şeklinde. İnanılmaz bir zulüm oldu. Bir saat kadar uyumuşum. Sabah üzerimden tır geçmiş gibi geldim ofise. 

 

Öğleni bulmak üzereydi zaman, cep telefonum çaldığında. Arayan numara tanıdık değildi. Ben tanımadığım numaraları açmamak konusunda saplantılıyım. Sebebi var tabi, durduk yere olmuyor. Bunu sonraya bırakıp konuya dönüyorum. 

 

Elim titreyerek onay tuşuna basıp gelen çağrıyı kabul ettim. İsmimi söyleyip konuşmaya başlayan çocuğun dediklerini not almaya çalışsam da başarılı olamayacağımı anlayınca, sorarak sağlıklı bilgi almak gayreti içine düştüm. 

 

Bundan altı yıl kadar önce, annem ve babam hacca gittiler. Bu yolculuk dönüşü maalesef bir daha eski sağlığına kavuşamayan babacığımı pankreas kanserinden kaybettik. 

 

Üzüntüsünü atlatmak şöyle dursun ki atlatılmıyor. Kalbimdeki delik hiç kapanmadı, boşluğu her geçen gün ağırlaşıyor. Sığınağımı, yaslandığım dağı yitirdim. Gölgesiz kaldım. Sessiz. Babasız ve yetim. Çok zor be babasız kalmak çok zor. Beteri olmasın diye dua ettim. Bundan beteri olmasın ama bu da çok ağır. 

Çocuklarımı bile kıskandım babaları olduğu için. Babası olanları kıskandım. Hatta benim babamın gitmesi, diğer babaların yaşaması adaletsizlik gibi de geldi bir müddet. Mantık kayboldu, ardından gitmek istedim. Çocuklarıma baktım üzüldüm, Allah’tan korktum. Neyse atlattım bu hesapları. Ama acısı hiç kapanmayan bir çeşme gibi akıyor içime. Soğuk ve derin bir nehre düşmüş dibe çöker gibi çöküyor. Nerede? Ne yapıyor? Sorularının aklımı kemirmediği geceler pek az. Yine de “Ah, babacığım. Keşke yanımda olsaydın” diyorum çoğu zaman. 

 

Tamam arayan çocuğa dönüyorum. İşte bu hac seyahatine çıkarken babam ve annem, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bu çocukla karşılaşmışlar. Babamla sohbet etmiş. Babam, yardıma ihtiyacı olursa kendisini aramasını söylemiş. Aradan geçen onca yılın sonunda yardıma ihtiyacı olan çocuk düşmüş babamın izi peşine. 

Adı Kurtuluş. Yer hizmetlerinde göreve başlayacakmış hava limanında. Yakın zaman sonra. Yatırması gereken ve ödeyemediği harç için babamı arıyor. 

Önce babamın hacca birlikte gittiği bir arkadaşından evimizin adresini alıyor. Babamın camisine gidip babamı soruyor. Aldığı cevapla yıkılıyor. “Hacı amcan öldü” umudunu yitirmek istemiyor. Başka umudu yok. Evimize geliyor. Kötü bir tesadüf ki annem köyde. Evde kimse yok. Üst kat komşumuzla karşılaşıyor ve benim telefonumu alıyor. Benden babamın arkadaşlarından kendisine yardım edebilecek insanlara ulaşmak için yardım istedi. Son kalan harcı yatırmazsa hakkını kaybedip çalışmak istediği pozisyondan olacakmış. 

Kurtuluş’u ofise çağırdım. Benim çıkma şansım yok. O gelene kadar ağladım. 

 

Babam, yardıma muhtaç insanlara koşardım. Onlara yardım etmeyi görev bilmişti. Hasta olanı doktora, aç olanı lokantaya. Evi olmayanı evimize getirirdi. İnsanlara yardım etmekten keyif alırdı. 

 

Bütün gece yaşadığım huzursuzluk ve uykusuzluk üstüne iyice zayıflayan sinirlerim. Üstüne babamın yıllar sonra iyilik yapmak için bana gönderdiği Kurtuluş. Babamın resimlerini açtım. Onu ne kadar çok özlediğimi ve onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyip, böğüre böğüre ağladım. Kurtuluş gelmeden ağlayıp bitirmek niyetindeydim. 

 

Yaklaşık bir saat geçmişti Kurtuluş ile yaptığım telefon görüşmesinin üzerinden. Kapıda onu gördüğümde. Kapıyı açtım, zayıf bir çocuktu. Çekingen haklı olarak. İçeri aldım. İçim içime sığmıyordu. Sanki Kurtuluş babamın yanından geliyordu. Sanki babam bana Kurtuluş’u kendinden bir hediye olarak göndermişti. Kendimi tutamadım. Çocuğa babamı nereden tanıdığını sorup, cevabını anlatmaya başlar başlamaz gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Çocuk mahçup oldu. Onun da gözleri doldu. 

 

Kurtuluş’un da ilginç hikayesi; babasını kaybetmiş. Ağabeyi ve dedesi varmış hayatlarında. Annesine ve kendisine bakan. Ağabeyi askerde şehit olmuş sanırım. Dede, torununun üzüntüsüyle ölmüş. Kalmış annesi ve Kurtuluş. 

 

Hedefi, yer görevlisi olarak işe girip annesini yanına almak. Az bir eksiği kalmıştı. Eksiğini tamamladım şükür. Fazlasını almak istemedi. Önümüzdeki ay çalışmaya başlayacakmış. Bana ödeyeceğini söyledi. 

 

Bırak ödemesini, Kurtuluş babamın adıyla canımı istese verebilecek durumdaydım geldiğinde. Sarılıp öptüm onu ve annesine hayırlı olmasını diledim tüm kalbimle. Allah onu ve annesini birbirine bağışlasın inşallah. 

 

Kurtuluş gitti. Zaten kapıdan çıkarken başlamıştım ben sulanmaya. Yine bir ağıt. 

Kameradan baktım, onun da durumu benden farklı değildi. 

 

Şaşkındı. Bu parayı akşam beşe kadar yatırması gerekiyormuş. Yoksa hakkını kaybedecekmiş. Bu kadar çabuk halletmiş olmaktan şaşkın. Kendisine tanımadığı bir insanın yardım etmesinden mutluydu giderken. Dua ederek gitti. 

 

Kurtuluş bu parayı bulamazsa kazandığı ve çalışarak sahip olduğu meslekten olacaktı. Ben bu parayı ona vererek biraz sıkıntı çekecektim. Düşündüm de ne garip bir düzen. Kurtuluş’un hayatının kurtulması için benim biraz sıkıntı çekmem yetecek. Süpeeer! Keşke, keşke…Eşim çalışıyor olsaydı ve okullar açılmak üzere olmasaydı belki daha çok yardım edebilirdim. Nasip bu kadar oldu. Ama işe yaradı. Teşekkürler babacığım. 

 

Ben, babamın bana Kurtuluş’la iyilik yapmam için fırsat yarattığını düşündüm. Babam, beni nasıl seviyor ki böylesine bir iyilikle beni ödüllendirdi? İnsanlara nasıl da güven vermiş, Kurtuluş onun yardımına koşacağından emin babamın izine düşmüş. 

 

Babamla gurur duydum. Kendimle de. Babamın kızı olduğum için… 

 

 

Sağlıkla ve mutlu kalın 08/08/2011 

 

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..