Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '12

 
Kategori
Babalar Günü
 

Babam için (Babasını, Babalar Gününde kaybedenlere )

Babam için (Babasını, Babalar Gününde kaybedenlere )
 

Hayatı boyunca fötr şapka takan ve onunla özdeşleşen babamın föt(ü)rü şimdi öksüz!


Babamı, "Babalar Günü"nün haftasında kaybedeli tam beş yıl oluyor. 20 Haziran 2007 tarihinde, hayata hızlıca selam çakıp tıpkı yaşantısı gibi bir anda aniden kalkıp "haydi" diyerek giden babamın ölüm haberini üç gün sonra öğrenebilmiştim yine ani bir şokla....

Zaman geçiyor, acı da tıpkı doğadaki herşey gibi tazeliğini yavaş yavaş yitiriyor.  Ekmek gibiyse bayatlıyor, meyve- sebze gibiyse çürüyor, bir renkse soluyor. Ama acının özü yerinde durmaya devam ediyor. Çekirdekli meyveler gibi, meyve yeşillenip, tüylenip eprise de çekirdeği olduğu gibi duruyor. Acının çekirdeği içimde , zaman zaman filizlenip dal budak salacak, zaman zaman -mevsimine göre -kuruyacak. İşte haziran geldiğinde, "Babalar Günü" yaklaştığında  dal budak veriyor acı, gözyaşlarıyla sulanıp büyüdükçe büyüyor...

Acı tazeyken  babam için yazdığım ve Fransa'da yayınlanan gazete yazısını bir kez daha tazelenen acılarımdan dolayı paylaşmak istiyorum.

02/02/200

KAYBOLAN SES                                                                                                                     

Şu an çalan kilisenin çanlarından, koca bir ülkede yapayalnız kalmış olmanın notaları süzülüyor adeta. Gürültüye inat sessizlik izdüşümü.  Çın, çın çınlıyor kulaklarım  İmranlı'nın ıssız bahçelerinin sesinden. Evimizin önünü olduğu gibi dolduran babamın sesinin yerine ölü kırlangıçlar düşüyor.  Bir kenarda kalmış içinde baş olmayan fötr şapka sahibini arıyor. Ben de o sahibin peşindeyim. Arıyorum! Geçmişte kıyıya köşeye saklanmış tüm anıları. Çılgın fırtınalar içinde kayboluyorum. Yolumu şaşırıyor, zamanın neresinde olduğumu anlamaya çalışıyorum. Zaman da kendini yitiriyor.  Geçmiş! Ona dokunamıyorum elim yanıyor, şimdiki anın farkında değilim. "Gelecek"çoktan başını alıp gitmiş. Zaman kendini yitirirken mekanlar da anlamını yitiriyor. Günlerdir yerde miyim -gökte miyim  yoksa ulu ateşlerin içinde miyim? Bilmiyorum.  Bu yağmurlar ülkesinin suları, yağmur damlaları çaresiz boynunu büküyor içime düşen ateşten.  Durmadan yağsa da söndüremiyor alevleri.  Başımı alıp gidemiyorum, gideceğim yerler tükenmiş, baba evinin kapısı kapanmış , sanki o kapı tüm dünyaya açılan kapıymış hissi içimde büyüyor. Hep o evden başımı alıp bir yerlere gittim. Gittiğim yerlerden dönemiyor "baba ben geldim" diyemiyorum.  Beni bir yere yolcu ederken veya dönüşte karşılaşırken göz yaşlarına boğulan yüzünü toprak okşuyor şimdi, ağlama sırası bende. Biliyorum görse beni  dayanamayacak :" Uff ağlama be kızım" diyecek. Ahh bir "ses" gelse, "bu kez hatırını saymayacağım baba "diye karşılık vereceğim. Ama yok işte, sesler büyük bir sessizliğe gömülüyor...Çan, çan, çan çağıldıyor özlemin lal olmuş dili, çatlıyor kalbimin kederden camlaşmış hali, sönüyor umudun kandili. "Kalp sözcüğü hayatıma yeni bir anlamla giriyor.Babamın kalbindeki genişleyen damarı çatlıyor. Dönüşümü beklemeden, benden istediği fötr şapkayı(La Foyette Mağazasından görüp beğendiğim) alıp gönderemeden,  ona son kez sarılamadan kalp kriziyle gidiyor o bilin(me)dik diyara, toprağa..Bir kaç dakikanın içinde zengin metinlerden oluşmuş bir hikaye daha bitiyor.  Hikayenin geçtiği mekan da sanki onunla yok oluyor. Bir ilçenin tarihiyle özdeşleşmiş, ilçenin manifaturacısı, gazetecisi, kitapçısı, fotoğrafçısı, konfeksiyoncusu, kuyumcusu..neredeyse o kazanın her şeyi olmuş, eşrafın en önemli ismi Enver Kablan, o anlatıla anlatıla bitirilemeyen maceralarını, ateşli ruhunu, müthiş hafızasını ve kasabanın tarihini alıp ( başını) ansızın hayatımızdan çıkıp gidiyor.

Çan çan çalınıyor ölümün çanları, sesler birikiyor, acının senfonisi başlıyor... Sessizce dinliyorum senfoniyi... 

    

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..