Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '12

 
Kategori
Aile
 

Babama mektup...

Babama mektup...
 

BABAMA                                                             

18 OCAK 2012

Sekiz yıl önce bugün... bir pazar günüydü, akşamüstüydü… çalan telefonu açtığımda… annemin hıçkırıklarıyla, oğlum baban ölüyor, baban gidiyor sözleriyle sarsıldım kaldım… sekiz yıl önce bugün… sen hakkın rahmetine kavuşurken yanında değildim, değildim ama telefonun diğer ucundaydım... annemin kardeşimin ağlayışları, hıçkırıkları... ve o sessizlik… bende ölmüştüm telefonun diğer ucunda…

Oysa daha sabah görüşmüştük … Cuma günü okullar sömestre tatiline girecek ve ben izin alıp ailece İğneada ya gelecektik... öyle istemiştin .. Murat’ı, Sena’yı özledim demiştin. Son görüşün olacaktı bu torunlarını... ne kadar söyleyemesekte ikimizde biliyorduk... ben sözümü tutacaktım ama, sen sözünü tutmadın, tutamadın… ne ben görebildim seni son kez, ne sen torunlarını….

Ablam vermişti  acı haberi ağlayarak... Efkan babam kanser olmuş… o an ben de içimde hissetmiştim o illetin sızısını... gözlerimden damlamasada, ciğerimden kopmuştu iki damla yaş… Ağustos'u çıkarmaz diyordu doktorun… akciğer kanseri olmuşsun ve küçük hücreliymiş üstüne üstlük çok ilerlemiş lenf bezlerine bulaşmış… işte biz daha o gün ölmüştük senden önce….

Ölümden korktuğunu biliyorduk… Nasıl söyleyecek nasıl anlatacaktık ... söylediğimiz takdir de ölmeden mezara koymuş olacaktık seni... Ölümü, ölmeyi konduramıyorduk sana... herşeye rağmen yine de bir ümit filizi yeşertiyorduk yüreğimizde ... Allah tan ümit kesilmezdi. Bize neyim varmış, doktor ne dedi diye sorduğunda ;ablam, Zona olmuşsun deyiverdi... şaşırmıştık... Zona nedir, nasıl bir hastalıktır hiçbir bilgimiz yoktu... seninde yoktu… yalan yanlış bir şeyler anlattı ablam... büyük bir yük atmıştık omuzlarımızdan… biliyorduk bilmesine... içimizde ümit tohumları, yüzümüzde sahte gülümsemeler…

Biyopsi için İstanbul'a,Süreyya paşa hastanesine göndermişlerdi hani seni…Annemle gelmiştiniz…. kaldığınız odada bir karı koca daha vardı sizin yaşlarınızda... adını hatırlayamadım şimdi o amcanın, ama senden daha dinç görünüyordu…arkadaş olmuştunuz.... ikinizden de aynı gün parça alınmıştı... sonuçları bekliyordunuz heyecanla... biz biliyorduk en başından ama bilmemezlikten geliyorduk… o amcanın eşi nerden öğrendiyse öğrenmiş bir akşamüstü kocasının tahlil sonucunu… odaya bir hışımla girip ağlamaya başlamış ve eşine kanser olmuşsun demiş… senin içine bir kurt düşmüş, korkmuşsun, bir anda çökmüşsün... annemin telefondaki sesi her şeyi anlatıyordu zaten … sonra sen almıştın telefonu… korkulu ve bir o kadar da cesaretli bir ses tonuyla... oğlum yarın sabah erken gel tahlil sonuçları açıklanacakmış… doktarla konuş…. eğer ben de kansersem, öleceksem benden saklama demiştin.

Sabah erkenden hastaneye geldim… sen yatağında yatıyordun, annem kollarını ovuyordu… yüzün simsiyah olmuştu… telefonda söylediklerini bir kez daha söyledin, söyledin ama ben sana nasıl söyleyecektim… bir şüphe ne hale getirmişti seni, birde gerçeği bilsen… doktorun viziteye çıkmadan doktorunu bulup konuştum... bildiğim gerçekler bir kez daha tokat gibi patladı suratımda... ama doktor hanım dedim... babam ölümden çok korkar bunları ona anlatırsak kendi elimizle öldürmüş gibi oluruz.. Biz ona hastalığının Zona olduğunu söyledik, durumunun ne olduğunu zaten biliyoruz.. Siz de aynı şeyleri söylerseniz çok sevinirim... annemin anlattığına göre doktor vizite için odana girdiğinde aynı şeyleri doktor hanıma da söylemişsin… Doktor hanım .... yok amcacığım kanser falan değilsin senin ki Zona ama fazla ilerlemiş bu yuzden sana kanser hastalarına uyguladığımız tedaviden uygulayacağız ki biran önce iyileş diyerek o da bizim yalan rüzgarlarına kaptırmış kendini… İnandın mı, inanmak mı istedin bilemiyorum ama doktorun ardından rüzgar gibi kalkıp telefon etmeye gittiğini görünce... sana gerçekleri söylememekle nasıl doğru yaptığımızın birkez daha farkına vardım…Nerde ölü gibi, simsiyah yatan adam, nerde şimdi önümden koştura koştura geçen, yüzünden gülücükler saçan adam… Kardeşimi ablamı aradın... müjde verdin kanser değilim diye…

Kırklareli'nde ablamlarda kalıyordunuz…. kemoterapi görmen gerekiyordu... orda ki doktorun kemoterapiye gerek yok… ömrünü birkaç gün, bilemediniz bir iki hafta daha uzatırsınız… boş yere acı çektirirsiniz diyordu. Annem oğlum ne yapalım diye sordu… ne yapacaktık .... biliyorduk kurtuluşun yoktu ama öylede gözgöre göre ölümünü mü bekleyecektik… çıkmayan candan ümit kesilmezdi… Terapiye soktuk....o terapi öyle bir sersemletmişti ki seni bir hafta kendine gelemedin… o halini görünce … bir daha kemoterapiye sokmadık… ablam Kütahya'dan bitkisel tedavi için bir şeyler getirtmiş… annem hergün hazırlayıp veriyordu sana…

Ben devamlı yanında bulunamıyordum… izinlerimi bitirmiştim ama yine de sık sık gelmeye çalışıyordum... Ağustos da geçmişti ve sen hala bizimleydin. Hatırlıyorum kemoterapiye gitmeden önce saçlarını sıfıra vurdutmuştun... seni öyle görünce gözyaşlarımı içime akıtarak sana moral vermeye çalışmıştım… bana bakıyordun ben yıkılacak olsam seni de yıkacaktım.... hep dik durmaya, hiçbirşey yokmuş gibi davranmaya çalıştım. Hatta Süreyya paşa hastanesinde tanıştığın, senden daha dinç görünen arkadaşının bile vefat ettiğini söyleyemedim sana.

Dedim ya Ağustos da geçmişti.... Kırklarelinde ki doktoruna muayeneye gittiğimizde doktor da şaşırıyordu… şimdiye kadar çoktan kas erimesi başlamış olması lazımdı diyordu… o bitkisel tedavi ilerlemeyi yavaşlatmıştı… ama yüzünden kötüye doğru bir gidişin olduğunu görebiliyorduk, ağrıların, acıların yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Doktorun ilerleyen safhalarda neler olacağını bize anlatmıştı. O safhalara geldiğinde korkmayasın diye… bu bitkisel ilaçlar içindeki hastalığı sökecek, ağzından, burnundan kan gelecek ve o pisliği bu şekilde atacak ve iyileşeceksin gibi  yalanlar söylüyorduk sana… gözünün içine baka baka, içimiz kan ağlayarak yalanlar söylüyorduk … hele birgün bu bitkiler işe yaramadı galiba... şu kan gelsede rahatlasam demiştin… o kan geldiğinde ne kadar sona gelmiş olacağını bilmiş  olsan… ister miydin acaba..

Yılbaşı yaklaşıyordu… doktoruna muayeneye gitmiştik… doktor hanım, yılbaşında bir iki kadeh rakı içsem birkaç da sigara demiştin... o da şaşırmıştı .... ne diyecekti ki günleri sayılı biri için … iç amcacığım iç birkaç kadeh rakıdan bir şey olmaz demişti... sanki dünyaları bahşetmişti sana, nasıl da mutlu olmuştun, dışarı çıkar çıkmaz benden bir sigara isteyip yakmıştın son görüşümdü bu gelişim seni…anneme demiştim ki ‘’çok izin kullandım, yapacak bir şey de yok artık ağırlaşınca haber verirsiniz son günlerinde yanında olurum’’Ben istemez miydim son anına kadar hep yanında olayım, sana güç vereyim… ama birde hayatın gerçekleri var, devam eden bir yaşam var.

Yılbaşından sonra anneme Nurten ben sıkıldım artık evimize gidelim demişsin ve apar topar İğneada ya dönmüşsünüz…İğneada ya dönünce şu otlardan da bıktım... bir faydasını görmedim, sökmedi içimdeki hastalığı deyip bitkisel tedaviyi de kesmişsin… annem ben üzülmeyeyim diye bazı şeyleri de anlatmamış, sonradan öğrendim. Ağrı ve acıların gittikçe artmış, o yaşta annem iğne yapmayı öğrenmiş ve ağrıların başladığında sana ağrı kesici iğneleri annem yapıyormuş…

Sekiz yıl önce bugün... sabah uyandığında anneme yarın Efkan'lar gelecek demişsin... sonra bizi aradınız…. çocuklarla konuştun… sonra bana Oğlum benim çok ağrım var…. sağa sola zor dönüyorum… hep Ali ye ağırlık oluyorum sen gel de o da biraz rahatlasın dedin. Ben de ‘’baba, yarın işyerine gideyim izin alayım Salı günü oradayım dedim… telefon görüşmesinden sonra anneme, okullar ne zaman tatile girecek diye sormuşsun, haftaya Cuma günü deyince... o zaman arayıp da söyleyelim Efkan okullar tatil olunca çocukları alıp da gelsin, torunlarımı özledim, hem onları da görürüm demişsin. Bir kez daha arayıp bunları söylediniz ve haftaya görüşmek üzere anlaştık…

Nerden bilebilirdim ki bu son görüşmemiz olacak, sesini son kez duyacağım... bilseydim son görüşmemiz olduğunu …. o güne kadar, ne senin benim yüzüme karşı ne de benim senin yüzüne karşı söyleyemediğimiz ve şimdi yazarken bile sanki utandığım ‘’BABA SENİ ÇOK SEVİYORUM’’ sözünü en azından telefonda söylerdim sana…

Dediğin doğru çıkmıştı’’Efkan'lar yarın gelecek’’ acı haberi alır almaz yola çıktık ve sabaha karşı İğneada da olduk… gelmiştik ama… annem karşıladı güçlü görünmeye çalışarak, ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bile bilemiyorduk... ilk defa en sevdiğimiz birini kaybediyorduk… eve girdiğimde salonda seni gördüm…üstünü beyaz bir örtüyle örtmüşlerdi… annemin bütün ısrarlarına rağmen açıp yüzüne bakamadım uzun bir süre neyle karşılaşacaktım bilemiyordum, ölümü sana konduramıyordum... uzun zamandır öleceğini biliyorduk, kendimizi buna hazırladık zannediyorduk ama hiç de öyle olmuyormuş meğerse hiç hazır değilmişiz seni kaybetmeye… akrabalarımız, eş, dost hep gelmişti … bekliyorduk… gözyaşlarımı içime akıtıyordum.... annem daha da üzülmesin diye sağlam durmaya çalışıyordum.

Bir ara bahçeye çıkmıştım... sela okunmaya başladı.... senin sela’ndı okunan... işte o zaman tutamadım kendimi adın söylenince ve o zaman farkına vardım öldüğünün... seni bir daha göremeyecek olduğumun ... işte o zaman gözyaşlarım süzülüverdi, tutamadım kendimi … toparlandıktan sonra içeri girdim ve yüzünü açıp öylece baka kaldım… hala o halin gözümün önünde dün gibi…

Bugün sekiz yıl oldu seni kara toprağa bırakalı… zaman su gibi akıp geçiyor…biliyorum bu satırları okuyamayacaksın, görmeyeceksin ama ben yine de bir umut sana bu mektubu yazıyorum sanki okuyacakmışsın gibi... yazmak ve  dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyor. En azından şunu bilmeni istiyorum  seni çok özledim ve SENİ ÇOK SEVİYORUM BABA.... NUR İÇİNDE YAT..

 
Toplam blog
: 28
: 475
Kayıt tarihi
: 05.11.10
 
 

Yıllardır içimde yazma arzusu yanar dururdu ve artık burada bu imkanı bulacağımı, yazma konusunda..