- Kategori
- Psikoloji
Babama selam söyle
Yaşamın akıntısına kapılıp doludizgin giderken bu karmaşanın, bu yaşam savaşının arasında kendimizi ne kadar düşünüyoruz acaba? Geçen her saniyenin ve her dakikanın yaşamımızı kısalttığının bilircinde miyiz? Kaçımız sağlıklı bir yaşam sürüyoruz? Aldığımız eşyaların taksitlerini, faturaları, kasabın, manavın parasını, vergileri günü gününe yatıran bizler, acaba sağlığımızı onların yarısı kadar düşünüyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Dişimiz ağrıdığı zaman doktora gitmekten korktuğumuz için, ya çürüyüp diğer dişlere de zarar verdiği zaman gideriz, ya da dayanacak gücümüz kalmadığı zaman. Daha önce bir ilaçla veya basit bir tedaviye iyileşecek olan yaralarımız kangrene dönüşmeden aklımız başımıza gelmez. İşte o zaman iş işten geçmiş olur ki, bunun geri dönüşü olmadığı gibi, pişmanlığı da yarar sağlamaz.
Ankara’da yaşayan bir amcam var. Kendimi bildim bileli, renkli çay ve sigaranın dışında, doğru dürüst bir şey yediğini görmedim. Sabahları uyanıp gözünün çapağını yıkamadan sigaraya sarılırdı. Dokuz yıl önce kalbe kan pompalayan damarlardan iki tanesi değiştirildi. Üstelik rahmetli babamın ölümünden bir hafta sonra sağ tarafına felç gelmişti. O günden sonra ne konuşabildi, ne de koltuk değneği olmadan ve yardım alamadan yürüyebildi. İyileştikten bir hafta sonra yine sigaraya devam etti. Ta ki, sağlam olan ve ihtiyacını karşılayacak kadar onu yürüten bacağındaki damarlar tıkanıp, kangren olanak kadar. Bacağın kesilmesi için önce, ikisi %100, biri ise %80 tıkalı olan kalp damarlarının değişmesi gerekiyordu.
Ameliyattan sağ çıkma şansının az olduğunu bildiğim için, içimden. “Güle güle amca, Allah yardımcın olsun. Bir daha görüşemezsek de hakkın helal et. Belki bugün acıların son bulacak. Eğer öyle olur da odana dönmezsen, babama da selam söyle. O yaşamı boyunca bana, ben de ona “seni seviyorum” demesini beceremedik. Ama onu çok sevdiğimi ve özlediğimi lütfen söyle, ” demek istediysem de beceremedim. İki gün yoğun bakımda kaldı. Hastanenin önündeki ceviz ağacının altında sabahladım. Yıldızlara ve aya bakarak, acı çekmemesi için bildiğim tüm duaları sıraladım.
Ama o yine kurtuldu ve odasına döndü. Üç gün sonra doktorlar yanına gelip, sol bacağını dizden yukarı otuz santimden kesmeleri gerektiğini söylediklerinde rengi simsiyah oldu. Yaptığı işaretle asla kestirmeyeceğini söyleyerek bağırıp çağırdı. Herkesi odadan kovdu. Bir süre sonra, beni yanına çağırdı ve gömleğimin cebindeki sigaraya uzandı. Kendimi hızla geri çektim. Gözlerinden süzülen yaşlar yüzünü yalıyordu. Yanında ağlamamak için hırsla odadan çıktım ve cebimdeki sigara paketini yırtıp çöpe attım.
03 Haziran Pazar günü bacağını kestiler. İki gün sonra tekrar odasına dönüp, dayanılmaz acılarla baş başa kaldı. O yetmedi, Perşembe günü bağırsak düğümlenmesinden tekrar ameliyat ettiler. Adamı parça parça kestiler hala, direniyor, hala yaşıyor. Akciğer su toplamış, böbrekler görevini yapamaz duruma gelmiş...
Yaşadıklarıma daha fazla dayanamayacağımı anladığımdan, dün İzmir’e döndüm. Ona canı veren Tanrı acılarını dindirsin, demekten başka bir şey gelmiyor elimden...
11.06.07 / saat 23.30