Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Babama söyleyelim, kaçırdığım balıkları o yakalasın...

Çarşamba günleri Muratlı’da pazar kurulur. İnanlı’dan Muratlı’ya Babaannemle pazara giderdik. Köyde geçirdiğim yaz aylarının en renkli günleri, pazarda geçirdiğim o çarşamba günleriydi. İnanlı ile Muratlı’nın arası yalnızca dört kilometre olmasına rağmen, pazara gitmek saatler alırdı.

Sabahleyin erkenden Mehmet Âlinin kahvesinin önünde, kral ağaçlarının gölgesine çekilmiş, üzeri kuş pislikleri ile kaplanmış olan mavi minibüsün içine binilir, dolana kadar beklenirdi. Nedense o dolmak bilmeyen minibüsün ilk yolcuları, genelde Babaannemle ben olurduk.

Gözlerim yollarda yoldan her gelen geçenin Muratlı’ya gitmesini ister, acaba minibüse binecekler mi diye merakla beklerdim. Bizim binişimizden saatler sonra, minibüs dolar, tozlu yollarda olabildiğince ağır Muratlı’ya doğru hareket ederdi. Köyün çıkışındaki mezarlık geçildikten sonra dar köprüye gelinir, karşıdan araba gelmediğinden emin olunur, ondan sonra tekrar hareket edilirdi. Yalnızca trenlerin geçtiği demir köprü yolun sol tarafında, Dedemin çalışıp emekli olduğu “AYGIR DEPOSU” diye bilinen yer, tam demir köprünün karşısında kalırdı. O zamanların Aygır deposu şimdilerde yumurta çiftliği oldu!

Deponun önünden her geçişte, kurulmuş gibi Babaannem “bak Ali derdi rahmetli deden buradan emekli oldu. Deden hastalandığında, emekli olabilsin diye dört yıl baban dedenin yerine çalıştı.”

Şimdi oturup düşünüyorum da, nasıl olmuş o iş?

O nasıl bir anlayışmış. Adam emekli olmasına dört yıl varken hastalanır, “benim yerime oğlum çalışsın” der. Bir devlet kurumu olan Aygır deposu da teklifi kabul eder ve dört yıl boyunca babam, babasının yerine çalışır. Sonuçta dedem emekli olur.

Üç aydan üç aya maaşa bağlanır.

Yolun üzerinde sağlı sollu akasya ağaçları var. Mevsiminde, akasyalar açtığında, buraları inanılmaz olur.

Biraz daha ilerleyince ‘çeşmeye’ varırız.

Öyle bildiğiniz çeşmeler gibi değil, ağaçların arasında devasa büyüklükte bir yapı ve yapının her yerinden akan sular. Mayıs ayının ilk haftası kutlanan hıdrellezin, değişmez mekânıdır burası.

Çeşmenin biraz ilerisinde, bizim aile için oldukça önemli olan bir çınar ağacı var. Yine Babaannemin ağzıyla anlatayım.

“<ı>Rahmetli deden çok içerdi. Sütçülük yapıyoruz o zaman, arabaya iki tane beygir koşulu. Deden erkenden kalkar köyden topladığı sütleri Muratlı’ya götürürdü. Gece yarısı sarhoş gelirdi, kendide gelemezdi ya beygirler getirirdi onu eve. Mandıradan aydan ayağa para alır. Köyde bize <ı>süt verenlere dağıtırdı.

<ı>O gün mandıradan parayı almış, arkasından da rakı masasına oturmuş yine gece yarısına kadar içmiş. Meyhaneciye parayı verirken parkesinin cebinden paralar yere düşmüş, paraları yine cebine koymuş ama meyhanedekiler dedende çok para olduğunu görmüşler.

<ı>Dedenin çok samimi arkadaşlarından bir tanesi, gece bu çınarın arkasına saklanmış ve beklemeye başlamış. Deden kendinde değil, beygirler kendi kendilerine geliyor. Beygirleri durdurmuş adam, dedenden paraları istemiş. Deden sarhoş ama vermemiş paraları, kavga etmeye başlamışlar, dedene gücü yetmemiş adamın. Şuncacık adam zaten, dedeni defalarca bıçaklamış. Cebinden paraları almış, öldü diye bırakmış. Sabaha kadar yolun ortasında yatmış benim adam, Muratlıya işe gidenler bulmuşlar hastaneye götürmüşler. Beygirler sabaha kadar dedenin başında beklemiş!”

Hayvan ama insan gibi işte, ne bilmişler…

“Aylarca hastanede kaldı Sabri, köyden kan falan bulduk. Adamı yakaladılar sonra senelerce mapus yattı”

Yıllar sonra istasyonda, bir çay ocağının önünde tavla oynarken dedemi bıçaklayan adamı babam gösterdi bana. Ufak tefek bir adamcağız, o zamanlar ne derdi vardı kim bilir…(!)

Çınardan sonrası düzlük

Hapishaneyi geçtikten sonra, köy minibüslerinin durduğu yerde iner, kendimizi pazara atardık. Babaannem üç aylığını yeni aldıysa, ya da o gün alacaksa bana alınan oyuncak o derece güzel olurdu. Boş gelmezdim hiç. Rahmeti Babaannem hiç ‘hayır’ demezdi.

İlk, tek ve son dolma tekerlekli bisikletimi de böyle pazara geldiğimiz bir Çarşamba günü almıştık.

Su tabancaları, telli arabalar, misketler daha neler neler…

Pazar alışverişi yapıldıktan sonra köye dönebilmek için yine aynı çile çekilir. Hava kararmak üzereyken eve dönülürdü.
O zamanlar babaannemin evinde televizyon yoktu. Radyomuz pikabımız ve onlarca plak.

Babaannemin en iyi arkadaşı Halise yengeydi. Bir dönem beraber sigaraya başlamışlardı. "Gelincik", "Birinci", "Bafra" Raif’in bakkalda hangisi varsa... Çay demlenmezdi, ıhlamur kaynatılırdı. Mutfaktaki ekmekli sobanın üzerine sabahtan ıhlamur konulur, akşama kadar kaynatılır, suyu bittikçe ilave edilirdi. Bu yüzden; kahveye gitme yaşım gelene kadar ıhlamurun rengini hep çayın rengi gibi zannettim.

Ördekler, tavuklar, atları olmayan bir ahır.

Babam ve dedemin demircilik yaptıkları dönemden kalma alet edevat. Nallar... Bir çocuğun oyun oynamak adına isteyebileceği her şey.

Ergene nehri, şimdiki gibi fabrikalar tarafından katledilmemişti!

Bana göre temizdi ama babam “eskiden susayınca biz bu dereden su içerdik” derdi. Sanırım birkaç defa bende içtim.

Gündöndü sopalarından kendimize kamış beğenir, siyah makara ipliğini misina yerine kullanır, ayağımızdaki tokyaların bir bölümünü keser mantar yerine kullanır, toplu iğneden olta yapardık.

Balıkçılık oradan kalma yani…

Yem olarak da ben lastikle sinek öldürür, öldürdüğüm sinekleri bir kibrit kutusunun içine koyar sonrada babaannem kızmasın diye pantolonumun cebine saklardım. Sinekler bitince, dere kenarındaki otların arasında yeşilçekirge avına çıkardık. Derede balık tutmanın incelikleri vardı. Bir kere hiç konuşmamak gerekiyordu, güneş arkaya alınmayacaktı ki gölgen suyun üzerine düşmesin. Aynı yerden olta atmanın bir mantığı yoktu, sürekli yer değiştirmek gerekiyordu.

Şimdi düşündüm de o zaman tüm bunları kim öğretmişti bana?

Büyük balık geldiğinde, ya gündöndü sopası kırılır, ya siyah makara ipliği kopardı. Böyle durumlarda ben balığı bırakır ağlaya ağlaya eve gelir. Kendimi babaannemin şefkatli kollarına atardım.

Babaannem balıklara kızardı.

“Babana söyleyelim de kaçırdığın balıkları o yakalasın…”

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..