Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '06

 
Kategori
Aile
 

Babamın terzi dükkanı

Babamın terzi dükkanı
 

Solmuş bir fotoğrafa bakıyorum, 13 Ekim 1958 tarihli. Fotoğrafta genç bir adam dikiş makinasının başında objektife doğru bakmış. O benim babam ve fotoğrafın arkasında yazılı olan o tarihte ben henüz doğmamışım. (1)

Terzi dükkanını bırakıp Almanya’ ya çalışmaya gittiğinde 6 yaşındaydım, 1965 yazıydı. Dükkan eski İnebolu evlerinden birinin zemin katındaydı, Altıkulaç Caddesinde 1 kapı numaralı ev... Yerler tahtaydı, dükkanın ortasında bir odun sobası durur, kış günlerinde üşüyenler dışarıdan girince ellerini sobanın üzerinde ovuşturarak ısıtırlardı. (2)

Annem veya babaannem beni dükkana getirip bıraktığı zamanlarda bir tahta sandalyede oturur, kendimi bir hayal alemindeymiş gibi hisseder ve olanları izlerdim. Erkek terzisi olduğu için raflarda genellikle siyah, kahverengi, koyu lacivert renklerde top top kumaşlar dizili olurdu. Onları pek bir özenle dizdikleri için, raftan alıp geri koyduklarında düzeni bozuldu içimden kızardım.

Müşteriler gelir, kumaş seçerlerdi, babam da mezurayla ölçülerini alırdı. Bir deftere bu ölçüler yazılırdı. Ölçüm yaparken mezurayı boş boş tuttuğu için yanlış ölçtüğünü sanırdım, elbise yanlış dikilecek diye endişelenirdim. O zamanlar bilmediğim birşey vardı: Usta işini nasıl yapacağını bilirdi.

Çok büyük bir masa dükkanın ortasında dururdu. Kumaşları bunun üzerinde keserlerdi. Daha sonraki yıllarda bu masa eve getirildiğinde o kadar büyük olmadığını görüp hayal kırıklığına uğramıştım, demek çocuk gözlerim büyük görmüş onu.

Kumaşların üzerine ince sert sabunlarla çizgiler çizilirdi. Sabunları fırınlayıp yaptıklarını duymuştum o zamanlar. Bu çizgilerin üzerinden kumaşlar kesilir ve her kesilen kumaş katlanarak üst üste konulurdu. Babamın kumaşları cesaretle ve hızla kesmesini hayranlıkla seyrederdim.

Kömürlü ütünün içine özenle odun kömürleri dizilirdi. O kömürler evde mangalda kullandıklarımızdan farklıydı. Evde kırıklı, tozlu kömürler olurdu ama ütünün içine konulanlar ince, düzgün kömürlerdi. Her gittiğimde onlardan birini alıp siyah bir tebeşir gibi dışarıda duvarlara birşeyler çizmeyi isterdim. Çekingen bir çocuktum, düşündüklerimi yapamazdım. Ütüdeki kömürlerin üzerine küçük bir boru ile baca yapılıp kömürler yakılırdı, iyice kızarınca ütü ahşap sapından tutularak ütü masasında pantolonların, ceketlerin üzerine bastırılırdı. Kumaş zarar görmesin diye ütüyle kumaş arasına ince beyaz ama sararmış ütü bezleri konulurdu.

Bir yanda dikiş makinası tıkır tıkır çalışır diğer yanda ellerde dikiş iğneleri. Evde halamın kullandığı bir dikiş makinası vardı ama dükkandaki sanki onun büyük abisi gibi dururdu, pek büyük görünürdü gözüme. Makinenin üzerinde makaralar, masuralar döner. Değişik renk iplikler tellerin arasında geçerek makinaya gelirdi. Makaralardan iplikler başka yerlere sarılır, makinanın içine takılırdı. Orada olmanın gerçek anlamı olan, iplikleri biten tahta makaraların boşa çıkmasıydı. İşte onlar benimdi, hiç çekinmeden alabileceğim bu oyuncaklarımı alıp sıkı sıkı elimde tutardım. O gün bitmiş olan makara sayısı o günün ganimetinin ne kadar iyi olduğunun göstergesiydi.

Provalar yapılırdı, üzerleri teyellenmiş beyaz ipliklerle kaplı ceketleri giyerler aynanın karşısında kendilerine bakarlardı. Babam da omuzlarını, kol ve etek boylarını dikkatle inceler, sağa sola çekiştirerek birşeyler yapardı. Dudaklarıyla tuttuğu iğneleri ağzından alıp ceketin biryerlerine takardı.

Havanın kararmasını beklerdim. Akşam olsun, ışıklar açılsın diye. Her köşesinde şaşkınlıkla izlediğim birşeyler olan dükkanda elektrik de vardı. Köydeki evimizde gaz lambasıyla aydınlandığımız için o olağanüstü ışığı görmek çok önemliydi.

Gece yarılarına kadar çalıştığı için, babam eve geç gelirdi. Bayram arifelerinde sabahlara kadar çalışıp hiç gelmezdi. Şimdi son dakikaya kalan işler için sabahladığımda babamın bayram geceleri sabahladığı zamanlar geliyor aklıma.

Dükkanın hemen yanındaki yüksek duvarın ardında görünmeyen bir bahçe vardı. Duvarın üzerinden bir ağaç görünürdü. Babam dükkanı kapatıp Almanya’ya gittikten bir yıl sonra büyükbabam o duvarın arkasındaki bahçeli evi aldı. Babamın eski terzi dükkanı komşu oldu. O görünen ağacın da bir armut ağacı olduğunu gördüm. Babamdan sonra dükkanda yine bir tanıdık terzilik yaptı. (3)

Şimdi babam İnebolu’daki evinde bir odayı terzi dükkanının küçük bir modeli haline getirdi, orada zaman zaman dikiş diker. Ben de orada gördüğümde fotoğraflarını çekiyorum. Tek yapabildiğim o, usta bir terzinin eli iğne bile tutamayan oğlu olarak...

Babamın terzilik öyküsü küçük yaşta başlar. İlkokulda öğrenciyken pantolonunu diken bir terziye çok içerlemiş, pantolonuna saat cebi dikmedi diye, o terziye öfkesinin sonucu terzi olmaya karar verdiğini anlatır. Sonra çıraklık, kalfalık derken usta olmuş, iyi bir usta olmuş. Eli iğne tutamayan oğlu biraz kalem tutar olmuş ve o terzi dükkanını anlatmış.

(1) Sacit Tiryaki. 1939 İnebolu Ibras köyü doğumlu, terzilik yaptı, Almanya'da çalıştı. Şimdi emekli, İnebolu'da yaşıyor.

(2) Alt katında dükkanın olduğu o ev daha sonra defalarca el değiştirdi. Son yıllarda restore ediliyor. Terzi dükkanının yerinde şimdi bir yorgancı dükkanı bulunuyor.

(3) Babamdan sonra Nuri Abi terzilik yaptığı zamanlar daha büyüktüm. Ortaokula başlarken ilk takım elbisemi çizgili kahverengi kumaştan Nuri Abi dikmişti. Biz de sık sık dükkana gider teyelleri sökerdik. O yaşlarımın hoş bir eğlencesiydi terzi dükkanının önünde tahta sandalyeye oturup teyel sökmek. Sonra o da Almanya’ya gitti ve genç yaşta bir iş kazasına kurban oldu, dönemedi. Telgrafla gelen haberine ne kadar çok üzülmüştüm.

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..