Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '12

 
Kategori
Anılar
 

Babanne

Babanne
 

Babannem’in Balıkesir’deki anıları bende zayıf, onu daha çok Malatya’dan hatırlıyorum. Neden? Belki de , Saray Mahallesindeki evimizde , aynı odayı onunla paylaştığımızdandır. Orada bana derin dini kültürünü tattırdı; Ahmediye’den; Muhammediye’den bol bol kısas’lar anlattı. Hz.Ali Cenklerinden, Uhut Muharebesinden.. ve nice nice dini, tarihi konulardan onun sayesinde bilgi sahibi oldum. Ve bugün üç beş namaz duası biliyorsam onun sayesindedir.

Babannenimin bana bir faydası da halis muhlis Bitlis tütünüyle tanıştırmasıydı. Karşımızdaki Doğu’lu vatandaşlardan elde ettiği tütünü bir hazine gibi saklar. Çok iyi sarar, sonra tabakasında biriktirirdi. Şimdiki , “Camel” sigarası içen Amerikan hayranları bilmezler; Bitlis tütününün tadı hiçbir sigarada yoktur. Onu bir kez tadanlar ve içenler, müptela olurlar da, ömür boyu onu ararlar… Rengi kehlibar gibi sarıdır. Tertemizdir… Kokusu bir tuhaftır… Hiçbir sigaraya benzemez… İşte sigaraya ben , ortaokul sıralarında, babannemden çaldığım , sarma Bitlis sigaralarıyla başladım… tek..tek ..tekk… derken ; Lise çağlarında duvar diplerinde içtiğimiz Gelincik, Bafra, Birinci sigaralarına dönüştü… Cigerlerimiz uzunca yıllar kötü sigaralara talim etti… Hep babanne sayesinde… Ah.. Babanne ah… Sen neymişsin..!

Aynı odada kaldığımızdan, hep babannemin öykülerini dinlerdim. Kedinin hikayesi ne olacak, dört hikayenin üçü fare üzerinedir… Babannenin öyküleri de şimdiki gelinlerin paçozluğu üzerineydi (tabii bu arada anneme derin göndermeler var…) Arada bir açık kapışmalar da olurdu. Çok derin tartışma günlerinde artık ben odada kulaklarımı tıkayacak hale gelirdim… Bazen de ne güzel anlaşırlar.. Gelin kaynana, çok güzel Maraş işi içli köfteler yaparlardı… Onun sayesinde Hakiki “Tirit”’i tanıdım… Ayrıca, birbirleriyle ortaklaşa yaptıkları “mumbar” dolmasının gerçeğini ve çeşitlerini onlardan yemiştim de hala ağzımın şapurtusu geçmemiştir.. Şimdi bile , bazen bazen, canım “Mumbar” isteyince, atlarım gemiye İstanbul’a giderim, Oradan Kadıköy’e geçerim, Çiya’yı bulur … iki porsiyon mumbarı gövdeye indirir (ve böylece İstanbul’daki işimi bitirir…) döner gelirim memleketime…

Babanne, durmadan babamın eski çapkınlıklarını ballandıra ballandıra anlatır (bunları kapı arkasından dinleyen mavi gözlü annem, çıldırır, mahvolurdu…) sonra sıra kızı (benim halam) Asya’ya gelirdi. Çok genç yaşta ölmüş bu dünyalar güzeline gözyaşları içinde ağıtlar yakılır, dualar edilir… Sonra, gece eski “Kara Davud” dan bir hikayeyle son bulurdu… ben de küçük yatağımda … babannemin hikayeleriyle, Hz.Ali’nin çift ağızlı Zülifar adlı kılıcıyla Bedir Savaşın’da cengaverlik ederdim; kılıç sallardım…

Babannem’in gözleri pek iyi görmezdi. Ayakları da pek iyi tutmazdı. O bakımdan üç ayda bir kocasından (Kolağası Ali Bey) kalan maaşını almak için devletin kapısını çalmak üzere benim yardımıma ihtiyaç duyardı. Maaş alınır.. Sonra , onun çok değer verdiği “Kelleci” ye gidilir; iki tane nar gibi kızartılmış kelle parçalatılır ve yanında salatasıyla birlikte afiyetle gövdeye indirilirdi. Bunlar hep aramızda gizli sırlardı. Bazı aybaşlarında da , Malatya’nın o meşhur “Kağıt kebap”larından yenilirdi ki tam bir Cennet Taamıdır… Onu, o lezzette , başka hiçbir yerde, “Hacı Usta”nın yeri hariç, başka hiç bir yerde imkanı yok yiyemezsiniz.

Daha sonra o kelleyi bulabilmek için Balıkesir’deki Büyük Hal’in kapısındaki “kelleci”nin peşinden çok dolaştım ama, adamcağızın eskiden nar gibi kızarmış kellelerle taşıdığı seyyar Camekanı artık boştu, ve sorduğumda : “Eee Beyim artık kelle bulmak kolay mı, bulsam bile çok pahalı, onu yiyebilecek babayiğit nerede…” demesin mi? Gördünüz mü? Memlekette, kelle yiyecek bir babayiğit bile kalmamış, haberimiz yok…Her şey boşuna. Evde alsan yapsan. İmkanı yok; o tadı lezzeti veremezsin. Ama benden nasihat, iyi kelle yemek istiyorsanız, Ankara’ya gidin, Ulus’a çıkın, orada kelleci Hacı İbrahim’in dükkanını bulun… Malatya’daki kelleye benzemez ama, belki “ihsas-ı nefs” edebilir; yani açıkça avunabilirsiniz.

Amma açıkça çok güzel bir “kelle” yemek istiyorsanız, hemen atlayıp bir otobüse Yunanistan’a geçin , Kavala’ya gidin; ve sakın sahildeki meyhanelere uğramayın. Bilin ki kazık yiyeceksiniz. En iyisi sahilin arka sokağındaki küçük esnaf lokantalarını, meyhaneleri seyrederken zaten kelleciyi göreceksiniz. Kelleci, zaten yanında bol soğanlı salatayı da getirir. Merak etmeyin size kazık da atmaz, beş yura filan civarındadır. Ama değer.

Babanne’yi Malatya’da İnönü’nün akrabalarının mezarının yanına gömdük. Onlar ona iyi bakarlar, eminim. Sevimli bir kadındı. (Ama bir de anneme sorun..) Her halde öteki tarafta da tartışıyorlardır. Keşke bilseydim Allah gelin-kaynanayı niye böyle yaratmış…?

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..