Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Baharda...

O Perşembe sabahıydı. Bahar yeli hafifçe eserek insanlara bilindik oyununu oynuyordu. Yüreklerin hepsi kıpır kıpırdı. Gönül gözleri açılmış, eşlerini arar olmuştu. Oysa bana ilişmemişti bahar. Uzağımdan geçip gitmiş, beni görmemişti. Görmesin istiyordum zaten. Yıllar önce bana oynadığı oyundan sonra küsmüştüm ona. O da arsızca bir gülümsemeyle bir daha bana oyun oynamayacağını söylemiş, üç ay sonra da çekip gitmişti.

Birçok kez geldi bahar bunun üstüne. Ama tıpkı arsız gülümsemesinin üstüne eklediği gibi oyunlar oynamadı bana. Ben de keyifle, onun oyununa kapılanları izledim. Haksızca, zalimce bir keyif olsa da bu, “keyif”ti. Onca baharın ardından asıl oyunu oynadığı kişinin ben olduğumu bilemezdim elbette.

Yağmur dinmiş, serin hava ılımaya başlamıştı. Kuzey yönünde kocaman bir gök kuşağı kaplamıştı ufku. Yeşil, mavi, siyah ve kehribar gözler bu büyük kuşağa takılıp kalmıştı. Ağızlardan hayranlık sözcükleri dökülüyordu. Islak bir bankın hemen yanına kurulan park bekçileri birbirlerine fıkralar anlatıyordu. Çimleri sulamalarına gerek kalmamıştı ne de olsa. Yapraklardan süzülen su damlaları kol kola girmiş sevgililerin yüzüne damlıyordu. Yerdeki su birikintileri ufuktakinin yanında küçük kaldığı için utanan renk dalgalarıyla doluydu. Mülteciler misali evsiz bir kedi, ortalığı cıvıltılarıyla şenlenirden bir kuşu dikkatle izlemekteydi. Bense hemen yanlarından geçerken bir şarkıdır tutturmuş, etrafı izleyip baharla dalgamı geçiyordum. Severdim baharı sevmesine ama pas vermezdim, şımarırdı yoksa. Yüzüne gülündüğünde gülüp kaçan köy kızları gibiydi o, her hileyi bilirdi ama açıktan masum ve sevimli görünürdü yalnız. O yüzden onu şımartmak istemezdim. Sevimli yüzünü görmek daha bir hoş gelirdi bana.

İşte bu kendimle olan muhabbetim içinde bekledim otobüsü durağında. Durak da duraktı hani. Bir yanımda annesine kocaman gözlerle, kızarcasına bakan sevimli mi sevimli bir çocuk vardı ki ısırıp da yememek elde değildi. Tam da annesine kızacakken durağın tepesinden gelen bir damla su yüzüne düşünce büsbütün tatlılaştı. Başını kaldırıp da suyun geldiği yere bakarken gözüne gelen damlaya da kızdı kızmasına ya, kızılan bu damla aldırmadığı gibi, anneyi kurtardığı için mutlu bile oldu. Gülümsedim bunun üstüne. Masum yüzlü bahar mıydı beni mutlu eden yoksa sadece o çocuk mu?

Her neyse. Gülümsememi tüm yüzüme yaydığımdan emindim artık. Derken durağın diğer yanından, yüzü nur içinde parıldayan bir dede geliverdi. Hani desem ki adam hayatında dert görmemiş, yalan olmazdı. O denli güzel gülüyordu gözleri. Yavaş adımlarla yanıma yaklaştı. Bir soru soracaktı belli. Tam ben böyle düşünürken de “Fakülte geçti mi evladım?” deyiverdi. “Yok bey amca” dedim “ Buyur beraber bekleyelim” diye de ekleyip yanıma oturması için el ettim. Sanki otobüsü geçmiş olsa demeyecekmiş ya da yanıma buyur ettiğim için dermiş gibi bir selamün aleyküm deyiverdi. Selamını aldım ve muhabbet başlamış oldu.

“Nerelisin evladım?” dedi her muhabbetin başlangıcında kullanılan sözleri kullanarak.

“Konyalıyım ben” diye yanıtladım “Gittin mi hiç?”

“Gitmez olur muyum?” sevinçle konuşur gibiydi “ Ben de Konyalıyım. Kazasından mısın yoksa içinden mi?”

Neden bilmem ama her bir muhabbette karşımdakiyle bir yerlerden alakalı olurdum. Âdemoğullarıydık sonuçta. Hepimiz kardeştik, belki de bundandı bu alakalar.

“Ereğli’denim Bey amca. Ama gidip gelemiyorum epeydir. Sen içinden misin?”

“He ya ben içindenim” diye yanıtladı beni “ Tam Mevlana’nın karşısında doğdum. Allah rahmet eylesin, Osmanlı kadındı, anam da adımı Mevlana koymuş benim. Çoluğun çocuğun var mı senin?” Bunu söyleyince hafiften güldüm. Bilemezdi ki daha ne kadar genç olduğumu, malum sakalları koyuvermiştim, ayrıca gözlerim doğuştan biraz içe çöküktü. Haliyle yaşımdan fazlasını gösteriyordum. Buna bir de saçımdaki akları ekleyince siz deyin otuz ben diyeyim otuz beş yaşında görünüyordum ama işin aslı daha yirmi altımdaydım. Her ne ise… Bey amcaya parmağımda yüzük olmadığını göstermek için elime baktım. O da bunu anlayıp gülüverdi ve ekledi “ Sana kısmet mi yok da evlenmedin evladım?”

“Hacı amca” dedim ellerini tutup gözlerinin içine bakarak “ Kaç yaşındayımdır sence ben?”

“Olduğunu mu soruyon gösterdiğini mi?” deyiverdi. Maşallahı vardı Mevlana dedenin. Bu yaşına rağmen hem kurnaz hem de neşeliydi. Gösterdiğimi desem de olduğumu desem de ikisinin bir olmadığını anlayacaktı.

“Olduğumu” dedim ben de. Çaresiz kalmıştım. Şöyle bir gözlerimin içine baktı ardından pırıl pırıl dişlerini göstererek gülümsedi.

“Yirmi altında varsın” deyip ekledi “Bildim değil mi?” Başımla onayladım. “ Yok mu bari sevdiğin?” Ne desem ki, yoktu, gerçi gözüm de yoktu ama dede yavaşça kanıma giriyordu. Ah bahar! Bu bir oyundu işte. Önce dedenin kanına girmiş, onu beni ikna etmesi için kandırmıştı. Yoktu öyle kolayca ikna olmak bende, restimi çekecektim.

“Yok dede” dedim “Zaten erken daha, niyetim de yok”

“Olsun olsun” demesin mi? Hani, tamam olsun desem alıp beni biriyle evlendirmeye götüreceğinden korkuyordum. Neyse ki imdadıma otobüsüm yetişti. Ben de selamımı verip desturumu alarak dedenin yanından ayrıldım. Ucuz kurtarmıştım. Ama artık anlamıştım… Bahar bu sene kafasını bana takmıştı. Annem babam bile bana evlen demezken sokaktan birinin demesi bunu açıkça gösteriyordu. Eh ne yapalım baharla kapışacaktık, ama bu kez ben kazanacaktım, o değil.

Derdim mazur görülsün, otobüse binince oturacak yer aramaya koyuldum. Malum romatizmam vardı ve bacaklarım sızlamaya başlamıştı. Neyse ki otobüsün tam ortasında – kapıya yakın olması da bir ayrı iyiydi- bir hanımefendinin yanı boştu. Gerçi bilirdim ki bu şehrin halkı beni ayıplardı ama dert edecek değildim bunu. Yavaş yavaş, demirlerden tutuna tutuna ilerleyip sonunda oturabildim. Dizlerimi ovuşturup sızısını azaltmaya çalıştıysam da pek etkili olamadım. Hani olamayacağımı da biliyordum ama ne yapalım sızıya da öylece teslim olmak istemiyordum. Derken yanımdaki kız konuşmaya başladı. Kendi kendine konuştuğunu düşünemediğimden “Bir şey mi dediniz?” diye sordum. O sırada bana döndü. Oturmadan önce görmemiştim ama şimdi… Öyle güzel bir gülüşle bakmıştı ki bana, ilk anda sadece afallamıştım. Heyhat hemen ardından da bülbüllerin sesini çalarak konuşmaya başlamasın mı?

“ Ben kendi kendime konuşuyordum da” dedi “ Gökkuşağı ne güzel diyordum.” Sonra gözlerime baktı. Bir de bu vardı işte… Badem gözleri birden ta içime işleyip baharın oyunlarıyla vuramadığı kalbime vurdu. Herhalde bu vuruşun etkisinden olacak kalbimin atışı hızlanmaya başladı. Tam o anda fark ettim ki konuşmuyor, sadece hayran hayran bakıyordum.

“Evet” dedim en sonunda konuşabildiğime şaşırarak “Çok güzel” Sonra yeniden gök kuşağına doğru döndü. Oysa bana bakması için neler vermezdim. Tek sorun; ben gökkuşağı olamazdım ve o şu an sadece gökkuşağıyla ilgileniyordu. Ne yapalım ben de yeniden dizimi ovuşturmaya koyuldum.

Neden sonra “ Siz şu… gazetesinde yazan … değil misiniz?” deyiverdi. Beni tanıyordu üstelik. En azından adımı biliyordu. Başımla onayladım, sesim çıkmıyordu ki! “ Okuyorum yazılarınızı” dedi bunun üzerine “Çok güzel yazıyorsunuz” İşte burada yanılmıştı pek ala. Güzel yazmıyordum, sadece içimden geleni yazıyordum ve hiç düzeltmiyordum yazdıklarımı. “İçinizden yazıyorsunuz bir kere, özenmiyorsunuz, bu yüzden çok güzel her biri” Eh hani içimi okuyor diyesim gelmişti ama diyemedim. Sadece dinledim. O sırada başını tekrar gökkuşağına çevirdi.

“Affedersiniz ama” dedim “Burada bir haksızlık var, siz biliyorsunuz benim adımı ama ben sizinkini bilmiyorum” Aslında konuşamıyordum, ama başını çevirip de içimde bu konuşmanın bittiği korkusunu uyandırınca konuşmuştum.

“Bahar benim adım” demesin mi? Şok olmuştum. Bahar bu kez ayaklanıp insan kılığına –ama gördüğüm en güzel insan kılığına- girerek çıkmıştı karşıma. Oyunun bu kadarı da fazlaydı. Yine de bu güzelliğe – özellikle gözlerdeki bu ışıltıya- bakıp da oyuna gelmemek elde değildi.

“Umarım adınız gibi değilsinizdir” dedim farkında olmadan. Duymuştu. Ama iyi de etmiştim bunu diyerek. En azından öyle hissediyordum.

“Nesi varmış adımın?” dedi pek gocunmuş bir hanım tavrıyla.

“Bahar dediniz adınıza” diye yanıtladım onu “Bahar dıştan güzeldir ama içinden sinsidir, oyunlar oynar. Bu yüzden dedim öyle, umarım onun gibi değilsinizdir.”

“Elbette değilim” dedi. Sanki inanacaktım. Ama inandım, katıksız bir sevginin getirdiği güvenle inandım ona ve birden bire tüm sevgimi adadım. “ Ama beni güzel bulduğunuza sevindim” diye ekledi. Doğru ya! Bahardan bahsederken onun güzel olduğunu söylemiş oluyordum.

“Gerçekten söylüyorum” dedim. Sanki konuşan ben değildim “Gördüğüm en güzel kızsınız siz” Gülümsedi. Sırf yine gülümsesin diye aynı şeyi binlerce kez söyleyebilirdim. Hatta sonsuza dek söyleyebilirdim. “Çok güzel gülüyorsunuz ayrıca. İçten ve insanın içini ısıtan” Ardından sustum. Daha fazla bir şey söyleyemezdim artık. O da söyleyemedi. Başını çevirip gökkuşağını izlemeye koyuldu. Yedi renginin dışında hiçbir şey yoktu hâlbuki. Kımıldamıyordu bile. Oysa ben tıpkı diğer insanlar gibi binlerce renge bürünmüş kişiliğimle kıpır kıpırdım… Güldüm. O da güldü.. Ben yine düşüncelerimi okuyormuş hissine kapıldım. Sonra dönüp ona baktım. Dalmıştı. Derin düşüncelere gark olmuştu. Kim bilir belki de benle ilgili düşünüyordu. Neden sonra fark ettim ki saçmalıyordum. Daha tanışalı beş dakika olmamıştı. Ne demeye beni düşünecekti ki…

“Aslında” dedi ve bekledi. Gözlerine bakmamı bekliyordu. İstediğini yaptığımda “Hep sizle tanışmak isterdim. Yazılarınız yalan değilse -ki hiç sanmıyorum- sizin kadar iyi bir insan tanımadım ben”

“Abartıyorsunuz” dedim bunun üzerine.

“İçimden geleni söylüyorum” deyiverdi. “ Eğer vaktiniz olursa sizle uzun uzun konuşmak isterim. Hayat hakkında” Gülümsedim. Her şey ne çabuk oluyordu baharın oyunlarında.

“ Ne zaman isterseniz” dedim ve böylece anlaşmış olduk.

Ondan sonraki bir ay boyunca hep aynı otobüse bindim. Hem de hep aynı saatte ve hep yakaladım onu. Hayat hakkında konuştuk en çok. Bazen dostluk, bazen sevgi ve bazen ayrılık üzerine konuştuk. Bir ay sona ererken iyiden iyiye seviyordum onu. Konuşmalarımızda belli etmemeye çalışıyordum ama gözlerime engel olamıyor, onları susturamıyordum. Sonunda bir gün dayanamadım ve sordum ona “ Zevcem olur musun?” dedim. Sevinçle sarıldı boynuma “ Evet” dedi “Elbette olurum”

İşte o sırada ineceğim durak geldi. Otobüse bindiğimden beri tek kelime konuşmadığım ama konuştuğumuzu hayal ettiğim yol arkadaşıma baktım. Ardından önümüzdeki bir ay hakkında düşündüklerimin de otobüse bindiğimden beri konuştuklarımızın da tekmilinden habersiz Bahar’a şöyle dedim.

“Çok bakmayın gök kuşağına. İnsanlar daha mutlu eder sizi.”

Ve otobüsten inerken baharın bu kez kaybedişine güldüm

 
Toplam blog
: 2
: 836
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

1988 Konya doğumlu. Memleketi hakkındaki rivayetler Selanik, Kayseri ve Aydın/Söke'yi barındırmakla ..