Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bak bir varmış bir yokmuş

Bak bir varmış bir yokmuş
 

Bugün pazar ve benden yine bir pazar yazısı . Ben Pazar günleri çalışıyorum. Bu durumdan çok şikayetçi olduğumdan bahsetmiyeceğim. Hatta sekiz senedir böyle çalışmaktan memnumun bile diyebilirim. Birçok insanın çalıştığı hafta içinde bir gün izin yapıyorum. Ve gittiğim her yer daha sakin, daha keyifli, daha güzel servis, az trafik, hayatın ve izin gününüzün tadını çıkartıyorsunuz. Resmi işlerimin hepsini rahatlıkla yapabiliyorum. Bunlar avantajlar. Bazen arkadaşlarımı özlüyorum. Pazarları hep beraberlerse bazen kıskanıyorum da yalan yok. Fakat sanmayın ki benim Pazar günlerim sizden çok farklı. Her şeyden önce Pazar günü işe giderken tatil gününe uygun rahat giyinirim. Çalıştığım mağazaya gelip her sabah yaptığım günlük işlerimi tamamladıktan sonra, bilgisayarımı açarım ve beş senedir hiçbir Pazar sabahı kaçırmamaya özen gösterdiğim Reha’yla Pazar kahvaltısını radyoda ayarlarım. Çok candan ve samimi bir ses Reha . 60 lı yıllar, en sevdiğim müzikler ve sizi alıp götüren, insanı yormayan, duyguları sivrilten, elleriyle kalbinize dokunan müzisyenler. Charles Aznavur, Tom Jones, Edith Piaf, Enrico Macias, Nikola Di Bari, Va Ya Con Dios, Demis Rousos, Jose Feliciano, Joan Baez ilk etapta aklıma gelen isimlerden bazıları. Öğlen saatine kadar çok yoğun olmayacağını bildiğim için rahatım. Gazetelerimi, dergilerimi alırım, Reha’yla Pazar kahvaltısı için domates, salatalık, yeşilbiber, belki bir iki dal maydanoz ve bunların üzerine benim için soframda bir vazgeçilmez olan inceden bu domateslerin üzerine gezdirilmiş rahiyası iştahınızı açan yemyeşil zeytinyağı. Biri yağlı beyaz peynir olmak üzere en az iki çeşit peynir ve kırma yeşil zeytin olmazsa olmazları Pazar kahvaltımın.


Fakat bu sabah şuna dikkat ettim. Yediğim domateslerde bir lastiklik mevzu bahis. İyice seçip özen göstermeme rağmen enlemesine kestiğinizde ilk önce burnunuza kokusu gelen, içi kıpkırmızı, az sarı çekirdekleri, kabuğu ince olması gereken domates nerde sormak istiyorum. Daha gerilere uzanmak bile istemiyorum.

Çocukluğum boğazda, Arnavutköy de bahçeli bir evde geçti. Babam bahçesini bölümlere ayırmış, bizim çekirdek ailemize yetecek kadar ve bazen komşularımızla paylaşacak kadar domates, salatalık, biber, patlıcan, çilek, taze fasulye yetiştirirdi. Bir kaçta meyve ağacımız vardı. Şeftali, armut, erik, kayısı, elma .

Sıcak yaz gününde annemin elimize tutuşturduğu avucumuzdan biraz büyükçe domatesi ısırarak ve sularını elimizden aşağı akıtarak yerdik. Bir elimizde tuz, bir elimizde domates ısırırdık sonra üzerine biraz tuz serperdik. Kıpkırmızı olan bu domateslerin hatırlarsanız öyle bir kokusu vardı ki yanınızda başka biri yese kokudan canınız çekerdi. Bu son bahsettiğim domatesi uzun bir süredir yemiyorum ama bari diğeri de biraz daha iyi olsa da domates yediğimizi anlasak. Salatalıkta aynı. Sulu küçücük salatalıklar. Çiçeği burnunda olmalı. Hani Çengelköy salatalığı dediğimiz. Hatta Eminönü’nde, Beyazıt’ta el arabası ile satılan. Bu günlerde tadına varamıyorum hiç birinin. Tıpkı çilekte olduğu gibi . Çilekler küçük ve şekilli idi. Şimdiki gibi ya yas yamuk veya resim çekmek için üretilmiş fazla suni görünümlü gereğinden kırmızı değildiler. Çileğin resmini çekmek istemiyorum ki. Yemek istiyorum. Neden böyle garip görünüşlü kokusunu kaybetmiş mutanta dönüşmüş çilek yiyim ki? Ben çocukluğumun çileğini de geri istiyorum. Mis gibi kokan, kırmızı ile pembe arası, küçük ama lezzeti Arnavutköy çileğini geri istiyorum. Benim çocukluğum da dut ağaçtan toplanırdı. Hatta yetmezdi çarşaf açılırdı bütün mahalle dut silkelenirdi. Manavdan gidip kilosuna 7- 8 milyon para vermekte garip geliyor şu an. Suyunu salmış rengi dönmüş dut yemek. Her yer dut ağacı ile doluydu. İster kırmızı ister beyaz. Parmak gibi dut.

Ya incir’e ne demeli? Ağustos’ta Kavak inciri hafif uzun, sapı yeşil aşağı doğru indikçe koyulaşan, Eylül sonu Sultan Selim, iri, içi güzel ballanmış, altı hafif yarılmış, Aydın, Nazili, Patlıcan incirleri. Biz bunları da ağaçtan toplardık. Babamız uyarırdı ağacın sütüne dikkat, yapraklar dalmasın diye.


Yazdıkça aklıma üşüşüyor bunun gibi daha niceleri. Bizler tüm bunların tadına varmaya çalışırken geçti zaman ve tüm bunlar neredeyse tükendiler. Arkamızdan gelen kuşak bunlardan pek haberdar olmadığı için özlemeyecek bizler gibi tüm bunları. Veya dinlemeyecek 60 lı yılları.


BU NESİL İÇİN BUNLAR BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ…..

 
Toplam blog
: 6
: 465
Kayıt tarihi
: 29.04.07
 
 

1976 İstanbul doğumluyum.  1998'den beri parakende sektöründe çalışmaktayım. İthal bir markanın..