Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bakalım bölücülük propagandası yayınları konusunda RTÜK ne gibi tedbirler alacak?

Bakalım bölücülük propagandası yayınları konusunda RTÜK ne gibi tedbirler alacak?
 

Bütün renkler en güzel görüntülerin ortaya çıkabilmesi için yerli yerine getirilir (Sanal ortamdan alınmıştır)


 Rus İmparatorluğu dahil Batılı birleşik güçlerin açmış oldukları savaşlar ve iç isyanlar sonucu Osmanlı Devleti‘miz gibi Türkiye Cumhuriyeti de değişik içerikli saldırılar ile özellikle 1970’lerden bu yana parçalanmak isteniyor. Bu durum geçmişteki kimi eylemler doğrultusunda bakıldığında Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşanılan Hasta Adam benzetmesi içinde bazı kışkırtmalar yanında doğudan batıya, kuzeydan güneye pek çok cephede ölüm kalım savaşlarına da yol açmıştır.

O yıllardan bu yana yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan Kürtçülük eylemleri de yaklaşık yüz yirmi yıl gibi uzunca bir süreci kapsamaktadır. Batı’daki öğrenci hareketlerine bir öykünme olarak 1968’de başlayan üniversiteli gençlerin kimi eylemleri yanında sömürülen işçi kesiminin toplumsal ve ekonomik hakları için örgütlenen işçiler ile yoksullaşan köylü kesiminin başkaldırıları ile dayatılan bazı silahlı saldırılar Türk kamuyonu maddi ve manevi bakımlardan yıpratmış; siyasi, hukuki, askeri ve ekonomik sonuçlar doğurmuştur. İşte bu süreçte yeniden doğmaya başlayan Kürtçü örgütlenmeler Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun geri bırakılmışlığını ve feodal yapısını da öne sürerek sosyalist söylem içinde de yer alan ‘halklara özgürlük’ kapsamında isteklerini gerçekleştirebilmek için yöre halkının ayrılıkçılık sürecine girmesini sağlamak yolunda yoğun propagandalar yanında özellikle güvenlik güçlerine karşı ‘silahlı mücadele’ yolunu da seçmişlerdir.

Yaşana bu süreçte toplum kesimleri ‘istikrar’ arayışına girmiş ve seçimlerle işbaşına gelen Türkiye Cumhriyeti iktidarları özellikle Maksist-Leninist eğilimli silahlı terör örgütlerinin eylemlerini ve açılımlarını gerektiği gibi değerlendirememişlerdir. Bu yüzden çok yönlü tedbirler yerine ya idare-i maslahatçılık ya da kağalı kapılar ardındaki bazı değerlendirmelere göre silahlı mücadeleye ağırlık vermişlerdir. Çünkü onlara göre: Devlet güçlüdür, başını kaldıranı ezer! İnsan Hakları da tanımaz.

Dolayısıyla ülkemiz dün olduğu gibi bugün de arkeoloji, tarih, kültür, hukuk, adalet, insanlık, ahlak, paylaşım, komşuluk, din kardeşliği, dil bilim ve müzik yönlerinden kökü belirsiz ve çok yönlü bir 'etnik milliyetçilik' propagandası ile 'bizler-onlar' ayrımına doğru sürüklenmektedir.

Bilindiği gibi BTÖ ile yandaşlarınca yapılan nice karanlık, kirli, çirkin ve tuzaklama içerikli nice kanlı saldırılar yanında düşünce özgürlüğü ve yasal dokunulmazlıklar içeren siyaset gereğince ortaya dökülen kimi sözler ile sokak eylemleri ve terör saldırıları özellikle AK Parti iktidarları döneminde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu bağlamda ne yazık ki BTÖ eylemleri de yıldan yıla, seçimden seçime ve mevsimden mevsime ivme kazanmıştır.

2001 yılı  ekomomik krizinden sonra yıldan yıla ‘istikararlı bir Türkiye’ beklentisi içine girileceği düşünülürken BTÖ’nün özellikle 12 Haziran Seçimlerinden önce başlattığı kanlı terör saldırılarını günden güne artırmaya başlamıştır. Geçtiğimz yıllarda canlı bombalar, uzaktan kumandalı araçlar ve mayın döşemek biçiminde ‘teröristlerce’ yerine getirilen insanlık dışı terör saldırıları son günlerde yeni bir saldırı biçimine dönüşmeye başlanmıştır. Ne yazık ki geçtiğimiz yıllarda adı belli bazı jandarma karakollarına karşı sinsice girişilen silahlı, bombalı saldırılar son günlerde, doğrudan doğruya güvenlik güçlerimizin bulunduğu yerleri hedef almaya başlamıştır.

Bu konuda kimi gazete yazarlarımız ile bazı gazetelerin sanal eklerinde yer alan blog yazarları ile bağımsız olarak kendi blog alanlarında yazan pek çok yazar ve araştırmacı, bu konuları bana göre artık dün olduğundan daha çok yazmaya başladılar. Çünkü gerçekten de içine sürüklenilen tartışma ortamı bir kitle iletişimci olarak beni de huzursuz etmeye başlamıştır. Bu konuda çoğu duyarlı araştırmacı gibi bağımsız blog yazarı araştırmacı ve siyasi yorumcu Uğur Görgülü de ‘Kürdofil Bombardımanından Bıktım Artık’ diyerek tepki koymak istemiş: Medyamızın baş aktörleri “demokrasinin vazgeçilmezi; tartışma kültürü” yaftası altında ellerindeki tüm kanallar vasıtasıyla halkımızı KÜRDOFİL bir bombardımana tabi tutuyorlar. Hem de gittikçe artan bir ivmelenmeyle…, diyor değerlendirmesinin bir yerinde.

Onun bu çıkışını kendi adıma yürekten kutluyorum. Az bile yazmış. Uğur Görgülü bu açmazların kitle iletişim araçlarından bize yansıyan bazı yönlerini irdelemek amacı ile yayınlamış olduğu bu yazısının başında şu açıklamalara yer veriyor:

‘‘Hangi tv kanalını açsanız sözde bir tartışma programı ve karşınızda bilgiç tavırlı, insanların lafını kesmeyi adet edinmiş ve bunu iyi bir moderatör olmanın tek koşulu sanan bir ankormanın yönetiminde ya Mehmet Metiner’i buluyorsunuz ya da Orhan Miroğlu’nu… Bölücü partinin eşbaşkanları ise şu aralar en çok reyting getiren, en revaçtaki “tartışma programı” konukları. Karşısına da koydunuz mu emekli asker, eski solcu bozuntusu bir entel, ya da muhalif rolü yapan liboş bir gazeteci, o-ohhh değmeyin sayın ankormanın keyfine; ortalığı kızıştıran soruları sorup geçti mi bir karşılarına seyreyleyin gümbürtüyü artık ondan sonra… Kavga edeni mi ararsınız, programı terk edeni mi… Vatan bölünüyormuş, ülke elden gidiyormuş, kimin umurunda, varsa yoksa hangi ankormanın programında daha çok bağırışıldı, kiminkinde kavga çıktı…Maksat reytingler artsın…’

(Alıntı yeri: http://www.ugurgorgulu.net/kurdofil-bombardimandan-biktim-artik)

Bildiğimiz gibi konu oldukça değişik boyutlar içerdiği için giderek yaygınlaşan bu 'ayrıştırıcı' ve 'bölücü' dalgalanmayı her yönü ile irdeleyebilmek bir makalenin çapını aşar. Ekranlardaki yansımalara göre ne yazık ki son yıllarda, daha önceki yılların da birikimleri ile ivme kazanan Kürt Sorunu bağlanımda ‘Türkiye bir bölünmeye doğru sürüklenmektedir, haberiniz olsun’ mesajı verilmek istenmektedir.

Kaldı ki 2005 yılında Sayın Başbakan Diyarbakır’da yaptığı konuşmasında: “Kürt sorunu  bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunu.. Bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz…Sorunların parça parça adresi olmaz. Bütün sorunlar Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abaza olsun, Laz olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur’’ açıklamasından bu yana terörün önlenebilmesi bakımından nelerin yapılmış olduğunun ya da yapılamamış olduğunun iyi tartışılması gerekmektedir. Öncelikle biliniyor ki ‘uluslararası’ nitelikleri ile varlığını sürdüren BTÖ her türlü yayıncılık ve propaganda ile dün olduğu gibi bugün de artan bir biçimde Türkiye kamuoyunu etkilemeye çalışmaktadır.

Bana göre de özellikle belirli bir kamuoyu yönlendirmesi yapılmak üzere kitle iletişim araçlarında BTÖ eylemleri de bahane edilerek ülkemizdeki Kürt kökenli yurttaşlarımız üzerinden yapılmak istenen bir propaganda süreci içinde yaşamakta olduğumuz açık. Bu konuda elbette Kürt yurttaşlarımızın arzuları hilâfına BTÖ’nün de dayatmaları çerçevesinde kimileri; kendilerine komşuluk ilişkilerinde ve kanunlar önünde hiç bir ayrım yapılmayan Kürt yurttaşlarımızın ‘birer temsilcisi imiş gibi’ arz-ı endam etmektedirler. Böyle bir yetkilendirilme kör topal da olsa demokrasi ile yönetildiği söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nde olduğu gibi pek çok etnik topluluk ile iç içe yaşayan ne AB ülkelerinde ne de çok kimilerince hayran olunan ABD’de mümkündür.

Gelişen terör saldırıları konusunda bakalım RTÜK çok geç de olsa ne gibi yeni uygulamalara geçecek, sanırım benim gibi kamuoyundan pek çok kişi bu konuda da artık bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor. Başlangıcından bu yana terör saldırıları konusundaki gelişmeleri çok yönlü bir biçimde irdeleyemeyen devlet ancak 10 Eylül 2011 günü öğrendiğimize göre harekete geçmiş bulunuyor. Çok geç kalınmış olan bu hayati konuda RTÜK yalnızca ‘terör haberlerinin ekranlara yansıtılması’ içerikli bir model aramaya başlamış. RTÜK üyelerinden Esat Çıplak’ın açıklamalarına göre ‘sempati değil korku ve kargaşa’ yaratmayı hedefleyen BTÖ’nün ‘ekmeğine yağ sürmemek’ için aranılan haberlerin yansıtılması modelinde: Şehit haberleri istatistiki olarak, ayrıntısına girilmeden verilmeli. Yayınlar, toplumsal yaraları kaşımak yerine, toplumsal uzlaşı ve kardeşlik duygusuna yönelik, olacakmış.

Bu konularda bugüne kadar yayın kuruluşlarının Batı ülkelerinde ve özellikle de BBC yayın ilkeleri çerçevesinde belirlibir ‘meslek etiği’ geliştirememiş olması, üzerinde düşünülmesi gereken konuların başında gelmektedir. RTÜK’nun geç kalınmış bu çalışmaları bakalım önümüzdeki aylarda nasıl bir sonuç verecek göreceğiz. İşte bu aşamada ne yazık ki RTÜK üyelerinin kaç tanesinin ‘kitle iletişim yayıncılığı’ alanından gelmiş olduğunu da sorgulamamız gerekecektir. Ne yazık ki geçmiş yıllarda da çekilen bu sıkıntılar; ‘ayrılıkçılık, bölücülük, şehit, ölü, etkisiz hale getirmek, saldırı, pusu, gösteri, yardım ve yataklık, fotoğraf, hareketli görüntü, gazetelerin video sunumları ile eklentileri, açık oturumlar, yuvarlak masa toplantıları, telefon bağlantıları, terörist, gerilla, ayrılıkçı, özgürlük savaşçısı, savaş, barış, silahlı saldırı, istihbarat, insan hakları, düşünce özgürlüğü, Kürt varlığı, Kürt kültürü, taziye çadırı, özerklik’ gibi kavramlar çerçevesinde yenice bir çözüme kavuşturulabilecektir.

Bir kaç ay önce İçişleri Bakanlığının BTÖ kavramını tavsiye etmesi yanında, yöreyi de bilen bir toplum bilimci ve kitle iletişim emeklisi olarak bana göre ne hukuk ne yayıncılık ne karşı propaganda ne eğitim kültür ne de zecri tedbirler bakımından yapılması gerekenler yapılmıyor. Gerçi aylarca değil yıllarca ‘terör’ ve ‘teröristler’ konusunda hiç bir görüş beyan etmeyen kimi yazarlar; son terör saldırıları karşısında, bir anlamda şaşkına dönerek çok sert eleştiriler yapmaya başlamışlardır. Ayrıca yaklaşık bir yıldan beri Kürt Sorunu’nun çözümü için şiddet yanlısı tutumlar sergileyen kimi yazarlar da, görebildiğim kadarı ile az da olsa vicdanlarının sesini dinleyerek  ‘açılım oyalamaları ile çözülemeyen sorunlarımız için savaş bitmeli ve barış için uzlaşmaya gidilmelidir’ türünden bazı yaklaşımlarını yazmaya başladılar. Ne ki yine de ‘gerilla’, ‘dağa çıkmak’, ‘taziye çadırı’, ‘şehitlerimiz’, ‘çok zengin Kürt kültürü’, ‘özerklik’, ‘vergi verip vermemek’ gibi konulardaki yayınlarını da sürdürmekten geri durmamaktadırlar.

Bu süreçte BTÖ’nün siyasi kanadı olarak rol alan BDP Doğulu seçmenler üzerinde öngörülebilecek bazı baskılar da kurarak 12 Haziran Seçimlerinden büyük bir başarı ile çıkmış ve bir de özerklik ilan ederek, bir anlamda ‘buyurun masaya’ demeye başlamıştır Hükümet’e. Bu çerçevede Sayın Başbakan Erdoğan’ın: Bıçak kemiğe dayanmıştır, açıklamasından sonra ortaya çıkan kanlı terör saldırıları, BTÖ’deki kimilerince bir şeylerin yanlış gitmekte olduğunu değil ‘kan dökmeye devam’ emrini veren bir yapılanmanın etkinliğini göstermektedir. Bu aşamada terörle mücadele konusunda Hükümet’in eli güçlenmeye başlamıştır, diyebiliriz.

Bu kapsamda ortaya çıkan gelişmeler doğrultusunda BTÖ kampları bir kaç ‘sorti’ ile dağıtılmış olsa bile BTÖ ile Türk Güvenlik Güçleri arasında yeni bir hesaplaşma dönemine girildiğini de göstermesi bakımından Yine de kamuoyunun Hükümet’in uygulamaya koyduğu ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ bağlamında tek yürek olabilmesi için, öncelikle etnik milliyetçilik, silahlı direnişi özendiren propaganda, ayrımcılık, terörist, özgürlük savaşçısı, gerilla kavramları yanında eğitim, kültür ve sanat alanlarında yapılması gereken pek çok görevi vardır Hükümet’in.

1968’den bu yana yaşanılan kavram kargaşasının da önü alınmadan ‘milli birlik ve kardeşlik’ gibi yüksek değerlere ulaşılmasının ne kadar mümkün olabileceğini, sanırım yetkililer de en az benim kadar bilirler. Ayrıca ülkemizdeki halkların binlerce yıldan gelen kardeşliği için sık sık söylenegelen ‘biz bir mozaik gibiyiz’ benzetmesi ne toplum bilim ne antropoloji ne de siyaset ilmi bakımından uygun bir benzetme değildir. Çünkü kişiler ya da topluluklar arasındaki çağlar boyunca gelişen ilişkileri anlatmaktan uzaktır. Bu konuda sık sık belirtilen ‘et ile tırnak gibiyiz’ benzetmesi yerine, içerdiği renklerden dolayı olsa gerek söylenen ‘mozaik’ nitelemesi, kolaycılığa kaçmak olsa gerek.

Bana göre bu konuda Osmaniye Valisi Sayın Celalettin Cerrah’ın Düziçi’nde Halk Eğitim Merkezi Sergisi’ni gezerken yapmış olduğu benzetme, binlerce yıldan beri içinde bulunduğumuz durumu çok daha çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır. Nisan ayı başındaki bu konuşmasında Sayın Cerrah’ın:"Ebru sanatında bütün renkler bir bütün oluşturuyor. Bizim milletimiz de ebru sanatına benzer. Birbirini tamamlayıcı özelliklere sahiptir. Milletimiz mozaik değildir. Ebrudur. Mozaikleri alıp tek tek sökebilirsiniz. Ama ebruda olay öyle değil. Buradaki bir renk tek başına bir şey ifade etmez, açıklaması sanırım Türkiye’de yaşamakta olan halkların kardeşliğini en güzel bir biçimde anlatmaktadır.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..