Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bakar körler, cam insanlar

Bakar körler, cam insanlar
 

Milliyet’ te günlerdir yayımlanan “ Acaristanbul ” haberlerini herhalde okuyorsunuzdur. Bundan on yıl kadar önce Acaristanbul türü zengin gettolarından birinin inşaatında çalışıyordum. Etrafı tel örgülerle, kalın duvarlarla çevrili, sıkı güvenlik önlemleriyle korunan şehrin geri kalanından tamamen soyutlanmış bir siteydi. İçindeki villaların bir kısmı bitmiş ve yerleşime açılmış, bir kısmında ise inşaat işleri hâlâ devam ediyordu. Ben de o inşaatı süren evlerden birinde çalışıyordum. Çalışırken ya da siteye girip çıkarken zaman zaman oranın sakinleriyle karşılaşırdık.

Sitenin sakinleriyle karşılaşmamda tuhaf bir şey gözlemlemiştim. Karşılaştığım kişiler beni/bizi görmüyordu. Bana bakıyor, gerekirse yol veriyor ama gerçekte varlığımı hissetmiyorlardı. Yani algılarını bizi yok saymak üzere programlamışlar gibiydi. Üstümüzdeki iş elbiseleri çimento, kireç, boya, seramik yapıştırıcısı gibi maddelerin bulaşmasından dolayı hep tozlu, kirli olurdu. O elbiseleri hergün yıkayıp değişsek bile sabah işe başladıktan bir-iki saat sonra hemen kirlenirdi. Onların bizi görmemeleri bu kirli manzaradan kaynaklanıyor olabilir. Ancak sadece iş elbiselerimizle değil, normal günlük giysilerimizle karşılaşsak bile bizi hemen tanır ve o bildik bakışlarını kuşanırlardı.

Aslında bunu gerekli durumlarda hepimiz yaparız. Mesela bir çöp konteynırının yanından geçerken ya da asfaltta ezilmiş bir hayvan ölüsüne rastladığımızda midemizin kalkmaması, o görüntünün zihnimize kazınıp bizi uzun süre rahatsız etmemesi için bilinç dışı olarak algılarımızı o anlığına kilitleriz. O hoş olmayan görüntüyü bir an önce unutmak ya da hiç görmemiş gibi davranmak akıl sağlığımızı korumak açısından gereklidir de...

Ama biz de onlar gibi nefes alıp veren canlılardık. Benim gibiler o siteye boş bir arazi halindeyken gelip o villaların temellerini atmış, duvarlarını tuğla tuğla yükseltmiş, mermerlerini, seramiklerini döşemiş, boyalarını çekmiş, yüzme havuzlarına kadar tamamlamış ve içinde oturulabilir hale getirip sahiplerine teslim etmişti. Bunları elbette bir ücret karşılığında yapmıştık. Bize minnet duymalarını, teşekkür etmelerini zaten beklemiyorduk ama normalde iki insan yolda karşılaştığı zaman ister istemez birbirine bakar, bazen de selamlaşır değil mi? Hayır, eğer yanımızdan arabasıyla geçiyorsa bize çarpmamak için dikkat ediyorlar, kaldırımda yaya olarak karşılaşmışsak bize yol da veriyorlar ama gerçekte bizi algılamıyorlardı. Hepsinin altında çok lüks, ithal malı, su gibi yakıt tüketen dört-çeker arabalar olurdu.

Bizden korkuyorlar mıydı; halimize bakıp üzülmemek için mi öyle davranıyorlardı; o servetlere sonradan kavuşanlar bize baktıklarında kendi geçmişlerini gördükleri için ondan mı kaçıyorlardı bilmiyorum. Ama bizi görmek istemedikleri apaçık belliydi. Belki de bizler bir yanından bakılınca öte yanları görünen “cam insanlar”dık onların gözünde.

Sanıyorum dünyadaki sosyal adaletsizliğin böyle sürüp gitmesinin esas nedeni de bu. Başkasının acısını görmemek üzerine kurulu bir bakışın egemen olduğu bir hayat. Bakıyorsun ama görmüyorsun; görüyorsun ama algılamıyorsun. O yüzden dünyanın bir tarafında insanlar obeziteden, öte tarafında açlıktan ölüyor. Bazıları bir cep telefonuna yirmi bin, bir çantaya on beş bin, bir şişe şaraba on bin dolar verirken geri kalanların büyük bir bölümü en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.

Yoksulluk edebiyatı yapmayı sevmem. Servet düşmanı hiç değilim. Şunlar ne kadar zengin bunlar ne kadar yoksul basitliğine düşmek istemem. Yoksulluğun övünülecek ve kalıcı bir statü olmadığını da bilirim. Ama bunların yanı sıra bu korkunç çelişkilerin görmezlikten gelinmesini, fırsat eşitsizliğinin Allahın emriymiş gibi kabul edilmesini de içime sindiremiyorum. Bu böyle gidemez; gitmemeli... Sınıflar ve ülkeler arası gelir dağılımı uçurumu aynı zamanda dünyadaki yaşamı toptan bir yokoluşa sürüklüyor. Biliminsanları dünyadaki herkesin ortalama bir Amerikalı kadar gıda, petrol, kâğıt vs tüketmesi halinde yeryüzünün kaynaklarının bir anda tükeneceğini söylüyor!

Bu bakar kör tavrıyla daha nereye kadar gidebileceğiz bilmiyorum. Yıkıcı bencilliğimizle dünyaya vahşi bir av sahası olarak baktık bugüne kadar. Algılarımızdaki kilitleri hiç değilse bir süreliğine açmayı denesek, onun sadece bir av sahası değil, herkese yetecek nimetleriyle kocaman bir şölen sofrası olabileceğini de görebileceğiz.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..