Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '11

 
Kategori
Bilim
 

Bakırın öyküsü

Bakırın öyküsü
 

Azurit (doğal bakır minerali)


Daha önce madencilik tarihindeki ilginç olayları anlattığım yazılarımı* meraklı okuyucularım için bakırın bulunuşu ve madenlerin kısa tarihçesini anlatarak bitiriyorum.
 
Bugün, bir kısmını İran olarak bildiğimiz topraklar çok eskiden, kutsal kitaplarda bahsi geçen “Elam” adlı ülkeydi. Burası aynı zamanda bazı araştırmacılara göre, insanlık tarihinin çok uzun süren taş devrinden maden çağına geçişte ilk insanın da görüldüğü yerdi. Bu yeni çağa geçişten sonra, yani günümüzden 7000 yıl önce Elam ülkesi, sahip olduğu mavi bakır cevherini ele geçirmek isteyen kabilelerin kıyasıya savaştıkları bir yer oldu.

Yalnız günümüz dünyasında değil, tarih boyunca doğal kaynaklara, özellikle maden yataklarına sahip olan bütün ülkelerde savaşlar hiçbir zaman eksik olmadı.
İnsanoğlunun ilk bulduğu ve işlediği maden altındı. Kendine has rengiyle doğal altın, sahip olduğu yumuşaklık ve dövülme yeteneği ile kolayca işlenmiş ve en gözde süs eşyası ve zenginliğin göstergesi olmuştu. İlk işletilen maden ise, çekiçle dövüldüğünde sertleşen ve şekil verilebilen doğal bakırdı.

Basra körfezinin 175-180 km. kuzeyinde bulunan eski Susa ve Sialk bölgesinde yapılan kazılarda, milattan 5000 yıl öncesine tarihlenen, tarım ve hayvancılıkla uğraşan eski bir medeniyete ait bakırdan yapılmış oyuncak ve silahlarla, altından yapılmış süs ve ziynet eşyaları ortaya çıkarıldı. Bakırdan yapılmış eşyalar bize, bunları yapan sanatkârların; bu madenin nasıl kızdırıldığını, sonra yavaş yavaş soğutularak nasıl tavlandığını (yumuşatıldığını) ve bakırın kalıba nasıl döküldüğünü bildiklerini gösteriyor.
 
Milattan 4500 yıl önce yaşayan halklar, beslenmeye olan acil ve büyük gereksinme nedeniyle daha bereketli topraklar ve elverişli su kaynakları bulmak amacıyla başka yerlere göç ettiler ve bu olanakların her ikisini de Dicle-Fırat vadisinde buldular.

Gerçekten bu geniş bölge o kadar sulak, o kadar verimli ve bereketliydi ki, eski kutsal kitaplarda burası “Cennetin bahçesi” olarak kabul edildi. İnsanlar böylece Dicle havzasının zengin bitki örtüsüyle kaplı düzlüklerine yerleştiler. Bu kavimlerin (daha sonraları Kutsal Kitaba göre Sümerlerin yerleştiği bölgede yaşayan) UBAİD’ler, UR’lar, URUK’lar ve ERECH’ler olduğu bilinmektedir. Birkaç asır sonra bu bölge, üzerinde kurulmuş köyleriyle birlikte (tarihçilerin ve din adamlarının inanışına göre) büyük bir tufan sonrası yerle bir oldu.

1927 yılında, dünyaca ünlü arkeolog Sir Leonard Woolley;** tufanın yarattığına inanılan enkazlarla dolu bu toprakları kazarak çeşitli eşyalarla kaplı köy evlerini, süs ve ziynet takılarını, çekiçle dövülerek şekil verilmiş bakır eşyaları ve maden devrine ait ilk insanın ayak izlerini gün ışığına çıkardı.
 
Sami kavminden olmayan Sümerlerin nereden göç ettiği hâlâ bilinmemektedir. Arkeolojik bulgulara dayanan bir görüşe göre; onlar daha kuzeyde, Fırat nehrinin madenlerce zengin olan bölgelerinden güneye indiler. Sümerler yetenekli, hünerli ve uzak görüşlü insanlardı. Kendilerinden önce oralara gelip yerleşmiş olan kavimlerin kalın bir kum tabakası ile örtülü harabeleri üzerine yerleşen Sümerler, zamanla en büyük şehirleri olan UR, URUK ve diğer şehirleri kurdular.

Sümerlerin kendi geçmişlerine ilişkin görüşü 'Bilgenin Şiiri'nde açıklanıyor. Bilgenin Şiirinde; büyük tufanla birlikte söylenceler zamanının bittiği ve tarihin başladığı vurgulanır. İlk günlerde, çok ilginçtir, balık derisine bürünmüş olan insan görünümlü (!) yedi bilgenin denizden çıktığı anlatılır. Gılgamış destanında, bu yedi bilgenin URUK şehrinin duvarlarını ördüğü ve Sümerlere uygarlık sanatlarını, sulama tekniklerini, tarımı ve sonra bakır, altın ve gümüşü işlemeyi öğrettiği anlatılır. Ancak eldeki bu belgelere rağmen Sümerlerin nereden geldikleri bugün bile yanıtsızdır. 

Taş ve tunca yazılmış Gılgamış devrini tasvir eden kitabelerden öğrendiklerimize göre Sümerler, malahit, azurit gibi doğal bakır cevherlerinden nasıl bakır elde edildiğinin sırlarını biliyorlardı. Maden çağının insanlık tarihine ışık tutan bu en önemli buluşunun sahibi olan Sümerler, çanak- çömlek ocaklarında elde edilen yüksek ısı altında; mangal kömürü ve kirecin değişimi ile çeşitli bakır minerallerinden bakır elde etmeyi başardılar. Daha sonra, kireç ve mangal kömürü eklenen açık ocaklarda, keçi derisinden yapılmış körükler vasıtası ile verilen yüksek hava akımı sayesinde eritilen bakır kalıplara dökülüyordu.

Tarihin akışını önemli ölçüde değiştiren Sümerlerin yerleştiği bölge, Aşağı Dicle-Fırat vadisiydi. Ancak bu vadiler madenlerden tümüyle yoksun olan bir bölgeydi. Ancak Sümerler maden cevherlerinin nereden elde edildiğini biliyorlardı. Dr. Kramer’in şifrelerini çözdüğü tabletlere göre burası kuzeydeki o zamanlar Elam olarak bilinen bölgeydi.

Çözülen tabletlere göre, Sümerlerin ilk hanedanı ve URUK şehrinin kurucusu olan kral Enmerker, ARATTA lordundan Eremite dağlarında bir şehir kurmasını ve ERİDU’daki Sümer mabedi için altın, bakır, gümüş ve kıymetli taşlar göndermesini istemişti. ARATTA lordu ise Enmerker’in bu isteğine karşı Sümerlerin elinde bol bulunan eşya ve tahılları istemişti. İşte kayıtlara geçen bu değiş-tokuş, milletler arasındaki ilk ticareti simgeleyen olay oldu. Böylece Sümerler, çok daha uzak bölgelere uzanan bir ticari krallık kurdular.

Sir Woolley, yaptığı kazılarda, UR’ların kral mezarlığı ile 5000 yıldan daha eski olan Sümerlerin paha biçilmez en ünlü hazinesini ortaya çıkardı. Hazinede bulunan bakırdan yapılmış silahlar, altın saplı kama ve bıçaklar, gümüş ve altından yapılmış tas ve kâseler, takılar, altından yapılmış miğfer ve serpuşlar, lapis lazuliden (bakırın çok değerli bir minerali) yapılmış öküz başlar ve pek çok eşya çağımızdaki modern sanatkârların eserlerinden çok daha ustalıklı yapılmıştı.
 
URUDU, Sümer dilinde hem bakır, hem de Fırat nehrine verilen isimdi. Sümerler bu bakır nehrinin kollarını izleyerek daha kuzeye ve kuzey batıya gittiler ve burada yeni bakır yatakları buldular. Bunlardan ilk bulunan, günümüz Sakçagöz’dü. Sümerler, Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında; günümüzdeki Diyarbakır, Ergani,  Siirt, Elazığ, Bakırmadeni ve Erzincan yakınlarına kadar uzanan kesimlerinde daha büyük maden yatakları buldular. Milattan önce 3500 yıllarında, Tinma ve Wadi Maghara’nın bakır yataklarını ilk işletenler de yine Sümerlerdi.
 
Bununla da kalmadı, Sümerler buldukları 150 kadar mineralin fiziksel özelliklerini bulup, alfabetik sıraya göre listelemeyi de becerdiler. Mineralleri; renk, sertlik, parlaklık, dilinim ve ağırlıklarına göre sınıfladılar. Böylece günümüz metalürji ve Mineraloji bilimin de temelini attılar. Bütün bu madencilik ve ticari girişimler yazının da gelişimini sağladığı gibi Sümerler 60’lık sayı sistemini de buldular. Bu sisteme dayanan zaman birimleri (saat, dakika ve saniye), açılar ve daire bugün bile kullanılmakta.

Asırlar boyunca tacirler, doğudaki bu uygarlık ve zenginlikleri batıya da taşıdılar. Kendi fikir ve inançlarını orada yaşayanlara aşıladılar. Sonuçta Fırat nehrinden Truva şehrinin surlarına kadar uzanan ve “Kral yolu” denilen yerlere kadar ulaştılar. Kral yolu boyunca; daha sonraları Fenike, Yunan ve Romalıların egemen olacağı bu bölgelerde, Mezopotamya halklarından olan Sümerlerin, Asurların, Babillerin, Medlerin, Armenlerin ve Perslerin kültürleri yerleşti. Onlar böylece tarihte, doğudan batıya Anadolu’nun yerli halklarının yaşadığı İonya, Hitit, Likya ve Lidya ülkelerine medeniyetin ilk dalgalarını gönderdiler. Öte yandan bu doğal zenginlikler yüzünden aynı topraklar çağlar boyunca güçlü devletlerin iştahını çekti ve yeryüzünde en çok savaşa yine bu topraklar sahne oldu.

*) 
http://blog.milliyet.com.tr/dunyanin-kaderini-degistiren-kurt--a-gulaman-/Blog/?BlogNo=322518


http://blog.milliyet.com.tr/tuhaf-bir-kesif-hikâyesi/Blog/?BlogNo=323420


http://blog.milliyet.com.tr/an-na--anakum--un-oykusu/Blog/?BlogNo=324019


**) S.L.Woolley için bkz: ‘Hola Meleke Tavus, hola-1’ başlıklı yazımın giriş bölümü:
       http://blog.milliyet.com.tr/hola-melek--tavus--hola---1-/Blog/?BlogNo=260267

 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..