Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '15

 
Kategori
Öykü
 

Bakış acısı

Bakış acısı
 

Gönül sohbet ister, çay bahane


Bir kitapta okumuştum; “insan kaybetmeye görsün, diye başlıyordu paragraf. Bir yerden başladı mı kayıplar, arkası çorap söküğü gibi gelir. Kimi zaman hızına yetişemez olursun. Ardı arkası kesilmeden devam eder. Her kayıp, insanda üzerine vurulan balyoz etkisi yapar. Silkinip kalkmaya çalışsan üzerine bir diğeri iner. Gücün kuvvetin kesilir. Çaresiz kalırsın. Beden yorgun düşer. Düşünceler karma karışık, ruh kafesine sığmaz olur. Bedenden çıkıp özgür olmak ister lakin ona da izin verilmez. Sonunda teslimiyet...

  Kim bilir, belki de hayatın bir oyunu, kaderin insana çizdiği bir rota yol haritası idi. "Öldürmeyen acı güçlendirir" misali seni güçlü kılmaktı, mücadele gücünü arttırmaktı, gelecekte sunacağı acılara karşı dayanma gücünü test etmekti belki… Belki de umut, sabır, mücadele üçgeninde hayata tutunacak bir dal uzatmaktı güçsüz yüreklere... diyordu yazar.

   Bu yazı tam da bizi anlatıyordu sanki. Babamın ardından pek çok şeyimizi kaybetmiştik. Huzurumuzu, en yakınımız dediğimiz bile böyle yaparsa diyerek insanlara olan güvenimizi ve neden biz? Diye de yaşama sevincimizi kaybetmiştik. Ve daha pek çok şeyi…

  Sonra acaba dedim kendi kendime, " başımıza gelenler bizi güçlendirmek, sabrımızı, mücadele gücümüzü test ederek hayata bağlanmamızı mı sağlayacaktı?”

Evet öyle olmalıydı. Çünkü her şeyimizi yuvamızın direğini babamı kaybeden biz, onun acısını hissedemez ve  yaşayamaz olmuştuk. O acıyı unutturacak farklı acılarla mücadele etmekten...

  Kardeşlerim uyumuştu. Biz annemle demlediğim çay eşliğinde uzun uzun sohbet etmiştik. İçerik hüzün verse de inanılmaz keyif aldığım bir sohbetti. Bu sohbet bana, kendimi en az 5-10 yaş büyümüş gibi hissettirmişti…

   O bal rengi gözleri hüzne bürünmüştü annemin. Uzun ve derin bakıyordu. Orada endişeyi, korkuyu, karamsarlığı  görebiliyordum. Çayını yudumlarken;

  -İşimiz zor kızım, hem de çok zor, dedi.

Ardından hemen ekledi. Ama biz el ele verirsek bu zorluğu aşarız diyerek ümitsiz olmadığını ifade etmişti...

Ona bakarken gözlerinin altındaki torbacıklar, yüzünde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan çizgiler ve saçına  çok erken yaşta düşen aklar içimi acıtıyordu. O daha çok gençti. Şairin

Yaş otuz beş!yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

….

  Yaş otuz beş şiirinin  ifade ettiği gibi, daha otuz beşinde başlamıştı kayıplar hayatından birer birer. O, hayatın yükünü birlikte omuzladığı arkadaşını, eşini, can yoldaşını kaybetmişti. Bu genç yaşında, toplumun "dul" yaftasını yapıştırdığı, içeriğine binlerce anlam yüklediği ve eşinden ayrılan her kadının  özgürlüğüne ipotek koyan bir kelimeyle farklılaştırdığı; Adanalı teyze, Satı nine, Ayşe bacı, Fatma gelin, Müge hanım, Zeynep… gibi, yüzlercesinden biri olmuştu annem.

 Sonra çayını tekrar yudumladığında, derin bir iç geçirdi.

-"Ah keşke, keşke okusaydım! keşke bir meslek sahibi olsaydım." O zaman bunlara muhtaç olur muyduk hiç? Zira ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın, tüm özgürlüklerine de sahip olmuş demektir. Özgür kadın, özgür çocuklar yetiştirir. Özgürce sever, koklar, sahiplenir yavrularını, diyordu.

 Onu okutmadıkları için anne ve babasına sitemini kızgınlığını dile getirmede yetersiz kalıyordu kullandığı kelimeler...  konuşmaya devam etti.

- Kızlarını okuttular, beni böyle cahil bıraktılar. Ne olurdu beni de okutsalardı! Şimdi ben de hayatımı kimseye muhtaç olmadan sürdürürdüm. Yol bilmem iz bilmem nasıl baş ederim? yalanın dolanın, riyanın, kök saldığı bu çirkefe bulanmış hayatla, dedi.  

Ardından sitemini kadere çevirdi:

-Kadersiz doğmuşum anamdan. Başta yüzüm güldü mü sanki, sonra gülsün.Tam her şeyi yoluna koymuşken, huzuru yakalamışken, babanı aldı elimden. Bizi böyle sorun yumağının ortasına bıraktı, dedi.

   Ben sadece ses çıkarmadan annemi dinliyordum. Mimik hareketlerimle belli ediyordum  duygu ve düşüncelerimi.  Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ona nasıl yardım edebileceğimi de. Bunu zaman gösterecekti...

Annem kelimeleri toparladı. İçinde bulunduğu hüzünlü ve karamsar ortamdan çıkmış gerçeğe dönmüştü.

-Bak kızım, babandan bağlanacak maaş gecikebilir...



Muhabbetle,

Hanife Mert


Not:  Sevgili dostlarım yeni kitap çalışmam "Bakış Acı'sı"ndan bir bölümü sizlerle paylaştım. Kitaım sizlerin değerli  yorumları ile şekillenecek. Önceki kitabımdan biliyorum. Yorumlarınızı bekliyorum...

 
Toplam blog
: 149
: 4363
Kayıt tarihi
: 08.06.12
 
 

Anadolu Üniversitesi İktisat  mezunuyum. Emekli muhasebeciyim. Felsefe, İlahiyat, Sosyoloji ve Ps..