Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Bakıyorum da görüyor muyum?

Bakıyorum da görüyor muyum?
 

Çoğu zaman bakıyorum ama görmüyorum. Neyi istiyorsam, neye odaklandıysam, neye ilgiliysem, benim için o anda ne gerekliyse onu görüyorum. Ya da görmem için o objenin veya konunun benim dikkatimi çekecek bir özelliğinin olması gerekiyor. Bu bahsettiğim kötü özelliğim (ya da yeteneksizliğim diyeyim) sadece görsel anlamda. Baktığım her şeyi görmem gerektiği gibi bir düşünce de taşımıyorum aslında. Ama bazen kendime “aptal mıyım acaba nasıl hatırlamam” dediğim de oluyor. Örneğin 10 dakika önce konuştuğum arkadaşımın üzerindeki bluzun rengini hatırlayamayabiliyorum. Ya da önünden defalarca geçtiğim bir binanın rengi ya da pencerelerinin şekli, kapısı gibi. Çok komik ama uzun süre birlikte çalıştığım bir erkek arkadaşımın bıyıklı mı bıyıksız mı olduğunu uzun süre düşünmüş ve karar verememiştim.

Bu konuda kendimi nasıl geliştirebilirim, daha dikkatli nasıl olabilirim diye çaba da göstermedim değil. Ama olmuyor. Beynime söz geçiremiyorum. Ve sonunda bunun bir yetenek olduğuna karar verdim. Neyse ki duygusal gözlerim iyi çalışıyor. Bu dikkatsizliğim yüzünden örneğin ben güzel film anlatamam ya da gidip gördüğüm gezdiğim yerleri ayrıntısıyla ve güzel akıcı anlatamıyorum.

Nerden aklıma geldi bu konu?

Yıllar önce ilk tayin olduğum yer bir köydü. Elektriği ve suyu olmayan bir köy. Biz orada yaş ortalaması 19 olan 3 genç kız birlikte kalıyorduk. Yaşam koşulları ağırdı. Sıkılıyorduk. Televizyonumuz yoktu ve hiçbir sosyal yaşantımızda. Çok kitap okuyorduk. Bir de radyo dinliyorduk. Uzun kış gecelerinde gaz lambası ışığında tek eğlencemiz sinema seyretmek ve konser dinlemekti. Elektriği olmayan yerde ne sineması ne konseri diyeceksiniz. Bizim sinemamız arkadaşım İlknur’du. Ayrıca hangi ses sanatçısını dinlemek istiyorsak söylerdik, o bize ona göre konser de verirdi.

İlknur bize seyrettiği Belgin Doruk’lu, Türkan Şoray’lı, Fatma Girik’li, Ayhan Işık’lı… ve daha ismini saymadığım ne kadar ünlü oyuncu varsa onların siyah beyaz filmlerini seyrettirirdi. Biz diğer arkadaşımla uzanır gözlerimizi kapardık. Film başlardı.

Giriş müziği, ve içindeki diğer müzikler dahil olmak üzere, filmdeki her kare, ses, hareketler, konuşmalar, giyilen kıyafetler, en ince ayrıntısına kadar İlknur tarafından bize seyrettirilirdi. Hatta sürdükleri parfümün kokusunu bile anlatırdı. Seyrettirilirdi diyorum çünkü gerçekten seyretmiş kadar oluyorduk. Ara sıra soru sormamıza da izin verirdi. “Saçına ne takmıştı?” “Ayakkabısı ne renkti?” gibi. Öyle güzel ve uzun anlatırdı ki bitsin istemezdik. Aynı sinemalardaki gibi tuvalet ve dinlenme molası bile verirdi bize.

Canımız konser dinlemek istediğinde hangi sanatçıyı dinlemek istediğimizi söylememiz yeterliydi. O gün konser günü olurdu. Güne özel giyinir süslenir ( birazda abartılı) bize harika şarkılar, türküler dinletirdi. Mikrofon uzattığında, biz de ona eşlik ederdik. Özellikle Emel Sayın, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Müzeyyen Senar konserlerine bayılırdık. Bazen dinleyici istekleri ardı ardına gelir, günün ilk ışıklarına kadar konser uzar giderdi.

Çevresinde gördüğü her ayrıntıya dikkat etmenin bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Bu yetenek, özellikle sanatçılarda üst düzeyde. Ses, koku, görme, dokunma, tad gibi duyu organlarını en üst limitte kullanma, ayrıntıları yakalama ve bunu beyin süzgecinden, yeteneklerinden geçirip yeni bir şey yaratarak, estetik ve farklı bir şekilde başkalarına sunma eylemini biz sanat olarak yorumlayabiliriz. Şimdi düşünüyorum da İlknur arkadaşım gerçek bir yetenekti. Kulakları çınlasın.

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..