Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '06

 
Kategori
İnsan Kaynakları
 

Bakkal Ahmet de kurumsallaşamadı, benim şirketim de..

Büyümekte olan şirketlerde çalıştım hep. Büyümeyi satış adetleri, cirolar ve karlılıklarından anlayan şirketlerle.. Büyümenin verdiği heyecanla, dünyaya hakim olma gururunu yaşayan, etkilediği kesiti dev aynasında gören şirketlerle..

Üstüme vazife olmayan zamanlarda, büyümekle kurumsallaşmanın aynı şey olmadığını, başka badireleri atlatmaları gerektiğini -düşündüğümü- en yandaş tavrımla anlatmaya çalıştım defalarca. Şirketlerimi seviyordum ve daha iyi olmalarını istiyordum. Dışarıdan dev gözüken şirketlerimin, içeriden çözülmesi gereken karmaşık olan büyük yumaklarına dikkat çekiyordum. Biraz fazla sivrildiğimi farketmiyor değildim, önemsenmediğimi hissediyordum çok kez.. Ben bildiğimi söylüyordum, zaman geçtikçe başka bilenler de şirketin gelişimine dahil olarak şirketi aklın yolu bir kurumsallaşmasına katkıda bulundular. Ben her defasında haklı çıkmanın tadına vardım, yaklaşık olarak bir kaç yıl farkla..

Son çalışmış olduğum şirket benim en hadli olduğumu hissettiğim şirketti. Şirketin "İnsan Kaynakları Müdürü" olmakla, şirketin sahibi olmak arasındaki farkı tabii ki biliyordum. Ama neden yollar kolay katedilmesin ki dedim kendime..

Çok çalıştım. Hızla büyüyen şirketimin, bir bakkal gibi, işlerini epi topu bir kara kaplı defterle görmesine mani olmalıydım. Formlar, tanımlar, şemalar, yönetmelikler, taslaklar.. Her ne biliyorsam sisteme katmaya çalıştım, şirketimin özü sözü bir olması için. Ben ekledim onlar çıkardılar, ben uyguladım, onlara uygulatamadım. Mehteran gibi bir ileri iki geri serüvenimiz oldu şirketimle. Ben baktığımda içler acısı, onlar baktığında gelsin çuval dolusu karlılıklar. Yeni şubeler, bölge müdürlükleri, yeni yapılar, yeni yatırımlar.. Yeni yatırımların yeni karlılıklarla ölçülmesi gerektiğini düşünüyordu şirketim, bunca çalışan insanın bu büyüyen şirkete borcunu kazançlarıyla ödemesi gerektiğini.. Oysa şirketim çalışanlarına borçlanıyordu, verdiği üç beş kuruş maaşa bedellenmiş karışıklıklar, anlaşmazlıklar, akıl karı olmayan kararlar ile ne yapacağını bilmez arada kalmış çalışan insanlara..

Bir gün cevabını veremediğimi hissettim personelci bakışımla çalışanlarıma. Sadece sorularını geçiştirmeye çalıştığım, belki onların avunduğu ve ama hiç bir cepheye hizmet etmeyen sözlerimi duymaya başladı kulaklarım. Toprağımı kaybediyordum. Bildiğim doğrulardan taviz veriyor, şirketimin beni yönetmesine izin veriyordum. Yenileşmeden korkan, kısıtlanmayı sevmeyen, sözlerine itaat etmeyen şirketime yeniliyordum.

Şirketim de toprak kaybediyordu. Karlılıklar beklenen düzeyde değil, yatırımlar karşılıksız.. Ve bunun günahı çalışan arkadaşlarımdaydı.. Nedeniyse "canlarının çalışmak istememesi".. İş kanunundaki hiç bir hakkını aramadan canla başla çalışan arkadaşlarım günah keçisi oluvermişti.

Ben yoktum artık. Yokluğumu ilan ettiğimde sarsıldı şirketimin sahibi ama ser verdi sır vermedi. "Belki de haklısın" deyiverdi ama geri dönülemezdi. Arkadaşlarım kendini koruyacaktı artık, ben varken nasıl koruyamadım sa öyle.

Şirket belki bir engelin ortadan kalkmasına içten içe sevinmişti. Anlık kararlar, heyecan veren yeni yatırımlar, personeli ezen büyük rotasyonlar ve insan sirkülasyonunun fazlalığına aldırmadan devam edecekti. Bu güne kadar külfetli işler sınıfına giren formlar, taslaklar ve raporlar tarihe karışacaktı ve bunun hesabını kimse kimseye sormayacaktı.

Bakkal Ahmet'ten tek farkı daha büyük olmasıydı benim şirketimin. Ticaretini büyük sermayeleriyle sürdüren, daha da büyümeyi hedefleyen şirketimin yolu açık ola..

Ama usta "ben yokum" dedim ya.. Hani şu işsizlikler ülkesi Türkiye'de bir kahraman gibi hissettim kendimi.. Kahraman olmak yetmez yaşamam için, bilmez miyim.. Benim de yolum açık ola..

Saygılarımla,

Semra Beyazıt

 
Toplam blog
: 68
: 931
Kayıt tarihi
: 30.12.06
 
 

Yazmadan duramaz. Öğrenmeden duramaz. Sevmediği yerde durmaz.   ..