Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Balik bahane sohbet sahane

Balik bahane sohbet sahane
 

Derya Kuzusu


BİZİM DOĞAYLA BULUŞMAMIZ
Havaların gittikçe soğumaya başladığı şu günlerde aklıma daha üç ay önce sevdiğim bir arkadaşımla yapmış olduğum seyahat geldi. Bu, genelde Amerika’nın orta kuzey kısımlarında yaşayan çoğu insanın sıkça yaptığı doğa ile buluşma amaçlı seyahatlerden bizim payımıza düşen türdendi. Yaşadığımız Minnesota eyaleti, irili ufaklı 10.000’den fazla gölüyle ve dünyaca ünlü missisippi nehrinin başlangıç noktası olan güzel bir yer. Bu bölgenin haritasına baktığınızda en yakın okyanusa binlerce kilometre uzaktaki konumuna rağmen su yönünden ne kadar şanslı olduğunu hemen gözlemlersiniz. İşte bu yüzdendir ki, şehir insanı fırsatını bulur bulmaz doğasıyla buluşmayı günlük hayatın bir parçası olarak görür. Yaz aylarında yollarda arabalarının arkasında çektikleri tekneleriyle gidiyor oldukları yerler insanı kıskandırır. Kimisi de Türkiye’de şehirler arası yollarda gördüğümüz türden otobüslere benzeyen ama tek bir aileye ait mobil ev ile adeta her durdukları yerlere 5 yıldızlı evlerini de götürürler. Yaşam doğaya yaklaştıkça daha da güzelleşir. Yeşil, bütün renklerin sultanıymış gibi insanın içinde öyle hisler yaratır ki, şehre dönmeyi düşünmek bile istemez insan. Burası doğanın bir yandan tüm güzelliğini gösterdiği öte yandan da insanı doğduğuna pişman eden tokadını hiç beklemediğiniz yer ve zamanda acımasızca indirdiği bir yerdir. Aşırı yağmurlar sonucunda Minnesota eyalatinin göl sayısı aniden enflasyona uğrar. Mississipi ve diğer nehirler taştıkça hüzün, acı ve çaresizlik insanı hem maddi hem de manevi olarak bitirir. Ama güneş ertesi gün tekrar doğar. Doğa attığı tokadın etkisiyle yerlerde sürünen insanı sunduğu güzelliklerle tekrar kaldırır ayağa. Onun gözüne masmavi gökyüzünü, yemyeşil yeryüzünü ve burnuna onlarca çiçeğin ve ağacın kokularını sunarken, işte Cennet de böyle olacak hissini uyandırır. Buralarda yıllardır yaşıyor olmamıza rağmen, bir amerikalının doğaya verdiği ve doğadan aldığı şeyler biz yabancılara pek ilginç ve çekici gelmiyordu bu zamana kadar. Çalışmak, çalışmak ve boş zamanlarımızda da yine çalışmak en çok yaptığımız aktivitelerdendi. Ara sıra Türkiye’ye gitmek yapılan seyahatler arasında en önemlisiydi. Ama insan yaşlandıkça çevresine daha da çok benziyor. Bizler de artık bir amerikalı gibi yaşamanın hazzını almaya başladık. Çalışmak yine var ama şu sayılı günlerimizi tüketme biçimimizde çok ciddi gözden geçirmeler yapıyoruz. Ucuz da olsa artık bizim de mütevazi bir teknemiz var. Artık biz de arabamızın arkasına koyduğumuz karavanla doğanın elini sıkmaya başladık. Artık biz de gölün ortasında teknede balık tutarken içtiğimiz suyun pet şişesini göle hediye etmekten ve çöplerimizi suya atmaktan ‘balıklar yer canım’ demekten vazgeçtik. Doğayla el sıkışmanın tek yolu o ele hiçbir zaman zarar vermemekten geçiyor.
Bu dört günlük seyahatimizde, Türkçe’ye Bin Göl diye çevirebileceğimiz ve Fransızca Mille Lacs olarak anılan Minnesotanın ikinci büyük gölünü seçtik. Fransızlar bu bölgeye ilk gelen yabancılar olarak önüne gelen yerleri kendi dillerini kullanarak isimlendirmişler. Yoksa yerli halk bu göle bizim dilimizin pek de kolay dönmeyeceği türden bir isim vermiş yüzyıllar önce. Şu anda bölgede bulunan yerliler için tek kazanç kapısı sadece onların elinde bulunan kumar sektörüdür. Her bölgenin büyük ve önemli yerli kabileleri bünyesinde faaliyet gösteren bir kumarhane işletmeciliği vardır. Bunun dışında bir amerikalının kumarhane açması çok zordur. Fakat Amerikalıların en büyük özgürlüğü oralara rahatlıkla gidip zorlukla kazandıkları paraları yerlilere masa başında geri vermeleridir. Tarihte yıllar önce beyazların yerlilere yaptığı haksızlıkların bu yolla eşitlenmesi ne kadar ilginç gözüküyor.


İki saatlik yolculuktan sonra konaklayacağımız yere ulaştık. Burası Kabin olarak adlandırılan basit görünümlü bir ev. Bu evin içinde her normal evde olması gereken şeyler var, yani bu durumda mutfakta kendi yiyeceklerinizi hazırlamak suretiyle daha hesaplı bir tatil yapabiliyorsunuz. Etrafımızda ancak on ailenin kalabileceği sayıda kabin var. Bu karı ve kocadan oluşan küçük bir aile işletmesi. Başka bir çalışanı yok. Bütün bir sezon kaldıkları evlerinin hemen yanı başında konuklarına hizmet vermek amacıyla kullandıkları hoş görünümlü bir baraka var. Tina ve Tim, kendi hallerinde tipik bir amerikalı çift. Tina, gerekli işlemleri yaptıktan sonra bizlere kalacağımız kabini gösteriyor ama bizler ilk defa geldiğimiz bu doğa harikası yerde göle yakın olma isteğimizi belirtince kabinimizin yeri hemen değişiyor. Eşyalarımızı yerleştirdikten ve biraz dinlendikten sonra hemen dışarı çıkıp teknemizi suya indiriyoruz. Gölün büyüklüğüne ve havanın rüzgarına rağmen dalgalar sakin. Teknemizi iyice bağladıktan sonra arabamızla en yakın markete alışverişe gidiyoruz. Kasabada bulunan bu market, şehirlerde görmeye alıştığımız marketlerin tek bir reyonundan daha küçük ve bu da bize bu kasabanın büyüklüğü konusunda ipuçları veriyor. Yarım saatten az süren alışverişimizde satın aldığımız öteberilerle dört gün değil iki hafta idare edebileceğimiz konusunda arkadaşım Mehmet’le aynı fikirdeyiz. Ama bizler alış verişi eşlerimize bıraktığımız için, bu konularda tecrübeli olduğumuz iddiasında da değiliz zaten. Market çıkışından sonra bu kez de balık yemi satan bir dükkanda alışverişimize devam ediyoruz. Canlı küçük balıklar, solucanlar ve sülüklerden oluşan tercihimizi, dükkan sahibinin yoğun önerilerini dikkate alarak hiç de hazetmediğimiz sülüklerden yana kullandık. Sülükler en iyi yemdir bu gölde sözü üzerine iki kutu sülüğü hemen torbamıza koyduk. Buralarda balık avlamak isteyen bir kişinin oltası, yemi ve Türkiye’den farklı olarak da bir lisansı olması gerekiyor. Yaklaşık 20 dolar harcayarak aldığınız bu lisans size bir yıl boyunca balık tutmanız için izin anlamına geliyor. Bu paralar doğanın korunması amacına dönük olarak harcanıyor. Gölde balık tutmakla meşgul olduğunuz bir sırada yanınıza bir tekneyle yaklaşan eyalet görevlisinin size lisansınızı sorması çok büyük bir olasılık ve bunun sonunda iyi ki 20 dolar harcamışız dedirten türden cezalarla karşılaşılabiliyor. Amerika’nın bir özgürlükler ülkesi olmadığının o kadar çok kanıtı var ki, kendimi her adımda sınırlar içinde kontrol edilmiş bir kişi olarak görmüşümdür yıllarca. Bu özgür ülkede, evinizin bahçesindeki çimenlerinizin boyu 10cm’yi geçince çimenlerinizi iki-üç gün içinde kesmenizi emreden bir tebligat alırsınız. Yahu kardeşim, ev benim, çimen benim, benim olan şeyin boyundan sana ne demek için ülke değiştirmeniz gereklidir. Bu ülkede yapılan her yanlış hareketin karşılığında ödenebilecek maddi bir ceza vardır. Bu cezalar genelde ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ diyen kişilerin kim olduklarına bakılmaksızın uygulanır. Medyanın eline düşen bir üçkağıtçılık olayında, üç kağıtçının kimliği hiçbir zaman suçu hafifletici ya da affedici bir özellikte değildir. Bu ülkede, vergi kaçırdığı kanıtlanmış olan ünlü ve yaşlı milyarder işkadını Leona Helmsley anılarına 70 yaşından sonra düştüğü hapishane tecrubelerini de eklemiştir. Greenkart başvurusu yaptığım sırada evraklar için istenilen vesikalık fotografların kurallara uygun olmadığı gerekçesiyle tam 4 kez geri çevrildiğini görünce bu işin bir de Amerikada olan bölümünün olduğunu daha o zaman anlamıştım. Beni ziyarete gelen annemin yolda yürürken dikkatini çeken ilk şey araçların daha yayalar kaldırıma gelmeden duruyor olmalarını görmesiydi. Bu insanlar yayalara ne kadar da saygılı cümlesini kurarken gözleri parlıyordu. Buralarda yüzde yüz yayanın haksız olduğu bir durumda bile ona çarpan bir sürücüyü doğduğuna pişman edecek türden cezalar vardır. Yıllardır uygulanmakta olan cezalar, caydırıcı yönüyle değişen kültürün lokomotifi oldu. Artık cezaların ortadan kalmış olduğunu varsaysak da yayalara olan saygının ortadan kalması beklenilmez.

Konuyu daha fazla dağıtmadan hemen şu balık tutma maceramıza geri dönelim. Efendim, balık tutma işinde de özgürlüğümüz oldukça kısıtlı. Herkese bir olta saçmalığı, her oltada yalnızca tek bir kanca zorunluluğu, en yakın tekneyle belli bir uzaklıkta durma şartı vb. Daha bitmedi, yakaladığınız balığın ağzındaki kancayı çıkardıktan sonra yapmanız gereken ilk şey, balığın cinsini belirleyip boyunu kuyruğundan kafasına kadar şöyle güzel bir şekilde ölçmek ve büyük bir olasılıkla da göle geri göndermek. Onca uğraştan sonra yakaladığınız balığın boyunun kısa ya da uzun olması nedeniyle suya geri dönme olasılığı çok yüksek olduğu için akşam eve dönüşte marketin balık reyonuna uğramak balık yemek için tek çare gibi görünüyor. Boyu standartların dışında olsa da tuttuğunuz balığı kovanıza koyup bir görevlinin sizi yakalamaması için dua etmek ikinci bir seçenek. Eğer şansınız yaver gitmez ve suçüstü enselenirseniz hem tuttuğunuz balıklardan olursunuz hem de cebinizdeki dolarlardan. Bence marketteki en pahalı balıktan bir tane almak daha hesaplı. Bu uyarılardan sonra, balık yemini torbamıza ve lisansı da cebimize koyduktan sonra hemen kabinin yolunu tutuyoruz. Daha saat öğleden sonra 1:00. Buraya gelirken yolda kahvaltımızı yaptığımız için karnımız henüz aç değil. Mehmet ve ben göle açılmak için sabırsızlanıyoruz. Tekne suyun içinde daha da güzel duruyor. Tekne Mehmet’in ama onun tekne ve balıkçılık tecrübesi pek yeni. Neyse ki, Marmaris günlerinden gelen ve rahmetli babamla balık tutarken ondan edindiğim tecrübelerin burada işe yarayacağından eminim. Motor bir kaç denemeden sonra hemen çalışıyor. Mehmet bu durum karşısında biraz şaşırıyor. Hiç böyle yapmazdı abi der gibi yüzüme bakıyor. Balık tutmakla ilgili her türlü takım taklavat mevcut teknede. Teknenin bulunduğu yerde gölün derinliğini ve balık yoğunluğunu gösteren bir aletimiz bile var. Ama herşeyden önce konuşulmayı bekleyen konularımız var. Mehmet, yaşı benden biraz küçük olmasına rağmen fikirlerimizin uyuştuğu bir kişi. Benim bir erkek kardeşim olmadığı için onu kendi kardeşim gibi görüyorum. O da beni bir ağabeyi gibi. Zaten böyle tatillere birbiriyle anlaşamayan iki kişinin çıkması ateşle barutun yanyana olması kadar tehlikeli bir durum. Gölün tam ortasında bozuk motorlu bir teknede ağız dalaşı yapan iki kişinin tekrar sahili görme şansı çok yüksek değildir gibime geliyor. Oltalarımızı hazırlıyoruz. Sıra kancaların ucuna sülük takmaya geliyor. Sülüğe dokunacak yiğit aranırken ben hemen bir tanesini alıp kendi kancama takıyorum. Beni görünce Mehmet de cesaretlenip o da gözünü kapatıp sülüklerin içine daldırıyor elini. Bir tanesi sonunda onun kancasının ucunda dansına devam ediyor. Nihayet, oltalarımız suyun içinde.
Bekle Allahım bekle.
Sabırsızsan balık tutmak neyine
Amacımız muhabbet
Balık tutmak bahane.


Bizler bu dörtlükteki gibi sohbetimize başlıyoruz. Mehmet beni dinlerken gözleri geçmişe dalıyor. Beni bir öğretmen hassasiyetiyle dinliyor. Daha önce sayısız kez anlattığım tarihi olaylar ya da bizzat yaşadığım hatıralarımı sanki ilk kez duyuyormuş gibi içtenlikle ve zevkle dinliyor. Yıllardır okuduğum kitaplardan edindiğim bir çok bilgi bir başkasına aktarılınca daha da değerli hale geliyor. Mehmet’in sayısız Türkiye seyahatlerinin dönüşünde getirmiş olduğu sipariş vermiş olduğum kitaplardan bazılarını o da okuduğu için konuştuğumuz konularda onun da bilgisi var. Bu da sohbetimizi baldan tatlı yapıyor. Bu arada Mehmet’in oltası aniden esneyerek bir ay gibi kıvrılarak suyun içine doğru yöneliyor. Acele ve telaşla hemen oltanın mekanizmasını geri sararak balığı yukarı çekmeye başlıyor ama birden oltanın ucu bir yay gibi boşalıyor ne yazık ki ne balık var oltanın ucunda ne de dokunmaya korktuğu sülük. Sohbete bir an önce geri dönebilmek için sülüğü kutunun içinden alışıyla kancanın ucuna takışında bir ustalık seziliyor. Sonra tekrar bekleyişe devam. Bu arada ben durumu 1-0 yapacak balığı tutuyorum. Balık pek büyük sayılmaz ama küçük de değil. Bize lisans aldığımız sırada verilen kılavuz kitapçıkta resimleri bulunan balıklara bakarak tuttuğumuz balığın cinsini öğreniyoruz. Balığın boyunu ölçtükten sonra kurallara uygun olduğu için kovaya atıyoruz. Balık, daha beş dakika önce kaybettiği özgürlüğünün şokuyla kovada çırpınırken etrafa sular serpiştiriyor. Bizler balık tutmaya devam ederken muhabbetimiz de koyulaşıyor. Etrafımızdan geçen balıkçılar bizlere el işaretleriyle bol şanslar diliyorlar. Burada balık tutmak tatlı bir rakabeti de beraberinde getiriyor. Bizler kendimizi bu rekabette pek hırslı ve şanslı hissetmiyoruz. Balıklar da bizim gibi balıkçılardan çok memnun olsa gerek. Günboyu yakalayıp kovaya koyduğumuz ya da göle geri bıraktığımız balıkların sayısı elimizdeki parmaklarımızın sayısını geçmeden karnımızın acıktığını hissediyor ve teknemizle rıhtıma yöneliyoruz. Tuttuğumuz balıkların çoğu kututa yaşamlarını sürdürürken rıhtımda diğer iddialı balıkçılarla sohbete dalıyoruz. Wisconsin eyaletinden gelen iki yaşlı adamın bir tanesi bizleri karşısına alıp başlıyor anlatmaya. Teknelerindeki donanıma baktığımızda bu iş konusunda ne kadar ciddi olduklarını anlıyoruz. Bizlere yakalayıp da göle bırakmak zorunda kaldıkları balıkları ve onların büyüklükleri konusunda söylediklerini duyunca Türkiye’deyken dinleyip de gülmemek için kendimizi zor tuttuğumuz avcı hikayeleri aklımıza geliyor. Ama elindeki digital fotograf makinasının ekranını göstererek tüm söylediklerinin doğruluğunu kanıtlıyor bizlere. Şaşkınlığımız yüzümüzden okunurken boş karnımızın gurultusunu duyuyoruz. Ama ikimizin de içinde küçük balıkların olduğu kovayı onların önünden geçirerek kabine gitmeye cesaretimiz yok. Mehmet, yüzüme bakıp, ‘abi biz şimdi ne yiyeceğiz’ sorusunu sormadan ben ona hemen, ‘sana şöyle Türk usülü bir menemen yapayım’ sözüm onun içini rahatlatıyor. Ben mutfakta, biberlere, domateslere, soğanlara, kıyma ve yumurtalara birlik ve beraberlik duygusunu aşılamakla meşgulken mehmet birden elinde en azından yarım metrelik bir balıkla içeri giriyor. İsmail abi menemene başlamadıysan şu balığı yiyelim akşam yemeğinde diyor. Balığı nasıl ve nerden bulduğunu sorduğumda bana rıhtımda balık tutmakla meşgul iki delikanlıyı gösteriyor. Mutfaktaki işimi bir an için bırakıp kapıdan onlara gözatıyorum. Bana ince bir tebessümle kafalarını sallayarak selam veriyorlar ve içlerinden birisi ‘daha isterseniz söyleyin’ diyor. Ben teşekkür edip mutfağa geri dönüyorum. Mutfak tezgahının üstünde Mehmet balığı zapdetmeye uğraşırken ben balığın daha fazla acı çekmemesi için hemen işlemlere başlıyorum. Balığı kesip temizlemenin onu tutmaktan her zaman daha zor olduğunu bir kez daha anladıktan sonra pişirme işlemine başlıyorum. Kılçıksız etlerinden oluşan kısmıyla her birimize ikişer adet balık sandviçi hazırlıyorum. Yiyeceklerimizi ve içeceklerimizi alıp tekrak teknemizle göle açılıyoruz. Gölün ortasında, ekmek arası balıklarımızı yerken ikimizin de aklına Istanbul ’da eminonunde yediğimiz balık ekmekler geliyor. Biliyor musun ? diyor Mehmet, o balıkçılar artık yok oralarda. Evet diyorum içim burkularak. Şu kısacık ömrümde bir zamanlar var olup da şimdi mazide kalan o kadar çok şey var ki, ne yazık ki, bugün var olup da yarın olmayacak şeylerin ne olabileceğini düşünüyorum. Bu da bana bugünü sevmem gerektiğini öğretiyor. Bugünü yaşamak, ve bugünden zevk almak yapılabilecek en akıllı şey. Aksi halde keşkeler yarınlarınızı kabusa çeviriyor. Bizlerin bu seyahati de yarın keşke dememek için yapıldı belki de ve bir başlangıçtı. Bu tatilin sonunda yine işe gitmek için sabahın kör karanlığında kalkılacak. Gündüz bir park alanına dönen otobanlardaki ilk arabalardan birinde olacağım günün ilk ışıkları asfalta vurmadan. Bazı tembellerin yataktan kalkmak için seçtikleri saatte ben, yorgunluğumu hissediyor olacağım. Bir sonraki günümün, bugünüme benzeyeceğini bilerek eve döneceğim. Ama tek bir farkla. Yarınların, beni bir sonraki seyahatime yaklaştıracak günü getireceğini bildiğim için bugünümden zevk alıyor olacağım.

 
Toplam blog
: 28
: 1999
Kayıt tarihi
: 07.06.08
 
 

1958 Bursa doğumlu olup, çok uzun yıllardır ABD'de yaşıyorum. Öğretmen olan bir oğlum var,Tarih araş..