Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

Balıkçının Metresi

Balıkçının Metresi
 

Milliyet Foto Galeri


Kullandığım sakinleştiriciler etkisini yitirmişti. Uyuyamıyordum. Duvarlarında sarkaçlı antika saatler olan,  bakımsız, ahşap evin neresine baksam, gelip geçtiğini sandığım şeylerle tekrar tekrar yüzleşmekten bıkmıştım artık. Tavandaki yağlı boyalar pul pul olmuştu. Bebekken içinde uyuduğum salıncağı taşıyan halkalar hala oradaydılar.

O gece yine uykum kaçmıştı. Yattığım yerden asma yapraklarının sokak lambasıyla oynaşmasını izliyordum.

Karanlığın, tüm ağırlığıyla şehrin üzerine çöktüğü bir sırada, sokaktan gelen bir haykırışla irkildim. Biraz sonra ikinci haykırış tırmaladı kulağımı, ardından üçüncüsü. Aklıma ilk gelen şey yangın oldu her nedense.

Canan uyuyordu.  Usulca yataktan çıkıp salona doğru yürüdüm. Mekanizması bozuk olduğu için kanatlarını kurşun kalemle sıkıştırdığım pencereye sokulup etrafa şöyle bir bakındım.   

Sokağın ortasında bir kadın, bir de adam vardı. Kadın, çığlık çığlığa kendini yerden yere atıyor; korkudan yanına sokulamayan insanlardan umutsuzca yardım dileniyordu.

Yarı çıplaktı. Sırtında sadece, askıları düşük, beyaz bir kombinezon vardı. Çaresizliği, cinselliğini gizliyor, hemen başucunda dikilen iri yarı, ürkünç adam, çıt çıkarmadan onu izliyordu. Çevre sakinleri, karaltılar halinde pencerelerin arkasına sinmişlerdi.

Bu korkunç olaya dehşet içinde tanıklık ederken, kimsenin aklına, polisi arayıp, ambulans çağırmak gelmiyordu.  

Canan da uyanmıştı. Daha fazla sabredemedim. Canan’ın karşı çıkmasına rağmen çelimsiz yapıma aldırmadan, çıplak ayaklarıma geçirdiğim plastik kadın terlikleriyle telaş içinde sokağa fırladım.

Dışarıda kuru bir soğuk vardı. Yakından bakıldığında, bulaştığım şeyin vahameti daha iyi anlaşılıyordu. Ürkek adımlarla, terliklerden taşan topuklarımı asfaltta sürüyerek, sokağın ortasında duran adama yaklaştım.

Kadını kurtuluşa götürecek yolun, davranışları önceden kestirilemeyen bu karanlık şahsın gözlerinden geçtiği belliydi.

İçtenliğime, babacan tavrıma rağmen adam kolay teslim olmadı. Ama, sonunda insanın içine işleyen bakışlarından, gerekli izin çıktı. Kadın, titreme krizine tutulmuştu. Kasıklarında kan lekeleri vardı.

Olup biteni pencerenin ardında korku içinde seyreden Canan’a seslendim. “Hemen ambulans çağır!” “Çağırdım bile,” diye karşılık verdi.

Sırtımdan çıkardığım mavi çubuklu, alaturka pijamamı yerde acı içinde kıvranan kadının üzerine örterken, o ana kadar bir put gibi suskun kalan adam; iri, uzun parmaklarıyla omzuma yavaşça dokunarak, boğuk bir sesle, “balık yüzünden,” dedi.  

Şaşırıp kalmış, hiçbir şey anlamamıştım. Arkama döndüm. Olanca heybetiyle karşımda duran adamla bir kez daha göz göze geldim. Önce biraz durakladı; ardından, sadece benim duyabileceğim bir sesle olan biteni anlattı. Vücudumu daha fazla taşıyamadım. Kadınla adamın arasında; yere bağdaş kurup oturdum.  

Cinayet olsa belki anlayabilirdim. Ama bu başka bir şeydi. Kendimi çaresiz, değersiz hissediyordum. Kutsal olanı nasıl hiç ettiğimizi; Tanrı’yı hayatımızdan nasıl dışladığımızı daha iyi anlamıştım sanki.

Bir an için bile olsa, başkasına asla ifade edemeyeceğim bir şeyi, içimde açılan bir boşluğun varlığını hissettim. Bu, aklın çekirdeği, içinde hiçbir şey olmayan sıfır noktası olmalıydı.

İçim içime sığmıyordu. Şahit olduğum şeyin dehşetine kendimi öyle bir kaptırmıştım ki,  hiçbir şey düşünemiyordum.

Canımın çektiği bir tek şey vardı; onu da adam uzattı. Çevredekilerin şaşkın bakışları altında, iliklerime kadar işleyen bu geceye doğru sigarasımı tüttürdüm.

Söz bitmişti, konuşmuyorduk artık. Kaçmadığına göre adam da kaderine razı olmalıydı. Ama her şeyden önemlisi, kadının sakinleşmesiydi.

Yanı başımda beliren polis arabasını görünce kendime geldim. Bu sırada komşular, birer ikişer sokulmaya başladılar. Ayaklarının tozuyla, geciken ambulans için beylik laflar ettiler. Canan, getirdiği battaniyeyi kadının üstüne örttü.

Biraz sonra; adamı polis arabasına, kadını ambulansa koyup götürdüler. Geride kalanlar, arkalarından bakakalmıştı.

Her şeyin olup bittiğini, meselenin kapandığını düşünüyordum. Meğer işin aslı öyle değilmiş. Bir haftaya varmadan polisler kapıya dayandı. Israr etmeme rağmen sorularımı “biz açıklama yapmaya yetkili değiliz, “diyerek geçiştirdiler.

Merakım karakola kadar sürdü. Komiser, hal hatır sormadan hemen konuya girdi, “işin rengi değişti Ali Nail Bey; olay cinayet davasına dönüştü; bu yüzden sizin de kapsamlı bir ifadenizi almak zorundayız,” dedi.

Cerrahın, başarılı bir ameliyatla sorunu çözdüğünü, ancak kadının beklenmedik bir enfeksiyon yüzünden zehirlenerek öldüğünü anlattı.

“Eyvah!”  diyebildim sadece. Bir kez daha yıkılmıştım. Dışarı çıkarken boy aynasında kendimle göz göze gelince bu kez kendim için sarsıldım. Suratım kireç gibiydi. Omuzlarım çökmüş, sanki ufalmıştım. Bir hayaleti andırıyordum.

O günden sonra pencereden her bakışımda adamın kulağıma fısıldadıklarını düşünerek ürperirim. “Beni aldattığını öğrenince deliye dönmüştüm; hiç açık vermeden bir sevişme tezgâhladım; sonra, sevişmenin en ateşli yerinde, yatağın altında ıslak bir havlunun arasında sakladığım pulları çok sert olan bir balığı, orasından içeri boca ettim. Allah’ın oğlu gelse, o balığı oradan çıkaramaz artık! ”

Dip Not: Bu hikaye 19 Kasım 2006 tarihinde Milliyet blogda yayınladığım Nefretin Doğasına Yolculuk başlıklı hikayenin yeniden düzenlenmiş halidir.
 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..