Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Balıkçısını bulan olta

Tuncay: Hazır mısın sayın yönetmenim, hazır olunca haber ver.

Okan: Hazırım da abi bu alet biraz karışıkmış sanki. Hangi düğmeye basıyorduk, yeşil olana mı?

Tuncay: Şekilcan hiç mi kent merkezini gezen turistlerin ‘Bi fotoğrafımızı çeker misiniz?’ ricasıyla karşılaşmadın allasen. Bu alet de o fotoğraf makineleri gibi bir şey yani. Şuraya basacak, şuradan da izleyeceksin. Yalnız gözünü seveyim kamerayı düşüreyim falan deme patrondan rica minnet aldım papaz olmayalım adamla.

Okan: Tamam babacan düşürmeyiz. Aynı fotoğraf makinesi gibi diyorsun yani. Bak bizim Serhat olsaydı iyi anlardı o bu mevzulardan.

Tuncay: Evet abi, başlıyor muyuz! Dondum anasını satayım burada.

Okan: Oğlum öyle sızlanacaksan hiç girişmeyelim bu işe. Tabutta Röveşata da ayazda çekildi bilmiyon mu... Tamam babacan hadi at oltayı suya, şu göbeğini de içine çek, başlıyoruz. Dikkatli ol, dünyanın en iyi hikaye yazarı Sait Faik’in öyküsünde oynuyorsun, ona göre. Üç iki bir!

Tuncay: ... ‘Şehri akşamüstü sis basmıştı. Sis Haliç yoluyla gelmiş, önce mavnalar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler, mağazalar kaybolmuştu. Liman düdük sesleri içindeydi. Vapurlar acı acı bağırmışlardı. Sonra bir sessizlik... Işıklar yayılı yayılıverdiler...’

Çocuk: Abi bi okul harçlığı be! Hadi güzel abim, bi okul harçlığı...

Okan: Yavrum ne giriyorsun kadraja, çekilsene genco, hüop!

Tuncay: ‘eee... Bütün şekiller büyüdü yayvanlaştı, eeee...’

Okan: Oğlum iş üstünde basılmış falcı gibi ne eeüü diyip duruyorsun. Devam etsene konuşmaya.

Tuncay: Oltaya balık vurdu galiba, asılışına bakılırsa büyük de bir şeye benziyor hacı.

Okan: Hikayedeki adam balık tutamıyordu gerçi. Neyse abi al balığı da şu mendil satan çocuğa falan veririz.

Tuncay: Hey yavrum be, kabadayı balıkmış kendisi. Genç gel bak okul harçlığı isteyip duruyordun al bu balığı götür eve.

Çocuk: Çok sağ olun abey.

Tuncay: Yalnız bunu sana karşılıksız veremeyiz sonuçta sen burada satıcı sıfatıyla bulunuyorsun. Haksız mıyım?

Çocuk: O balığa bir mendil vereyim abi.

Tuncay: Anlaştık o zaman. Ehe eh...

Okan: Ve bir ömür boyu mutlu olurlar... Hadi abi alışverişiniz bittiyse hava kararmadan tamamlayalım şu filmi, öhüm! bir yönetmen olarak güneş ışığından mümkün olduğu kadar faydalanmak istiyorum ben.

Çocuk: Abi ben de seyredebilir miyim? Mendilleri bitirdim zaten.

Okan: Seyret ama boş durmak olmaz bu bir ekip çalışması. Hadi sen de al şu parayı çay ocağından çay kap bize, kendine de bi şeyler al.

Çocuk: Tamam abi.

Okan: Evet Tuncay devam et babacan, at oltayı suya.

Tuncay: Oltaya yem takayım mı?

Okan: Tak be abi, baksana bizim film kısmetli çıktı, balık falan vurursa ara veririz olur biter. Hadi üç iki bir...

Tuncay: ‘... bütün şekiller büyüdü, yayvanlaştı. İçime bir sevinç doldu. Bana öyle geldi ki şehri sis batmadan edemeyeceğim, artık. Başını kumlara sokmuş deve kuşu rahatı ile durdum. Limana baktım sular uçuyordu...’

Çocuk: Abi çayları getirdim.

Okan: Şşş sussana yavrum...

Tuncay: ‘Adama bir ışığın dibinde rastladım... Sırtını elektrik direğine... eee, bir ayağını rıhtımın parmaklıklarının betonuna...’ Öhüm! şekilcan şu oynama vapuru geçsin istersen, çok gürültü oldu.

Okan: Haklısın abi kestik. Yahu bu insanlar şu teknelere binip oyun havaları ile oynamaktan ne anlıyorlar anasını satayım. Şunların hallerine bak, sanki Dünya yansa umurlarında değil.

Tuncay: Hatunlar da güzelmiş ama...

Okan: Günün bu saatinde teknenin üstünde İbrahim Tatlıses dinleyip göbek atan hiç bir kadın güzel değildir babacan. Şunların haline bak denizin dibindeki cümle mahlukatı da korkuttular... Evlat ver bari çayları.

Çocuk: Buyurun abi. Abi siz yönetmen misiniz?

Tuncay: Tabi tabi. Ehe eh... Türk sinemasına çok emeği geçmiştir bu abinin. Hatta Özcan Deniz’in Tekeli konaklarında çekilen ‘aşkın dağlarda seker’ dizisinde figüranlık bile yapmıştı.

Okan: Ne ilgisi var oğlum. Karıştırma mevzuları. Neyse diğer plana geçiyoruz. Sen de maytabı bırak adam gibi rolüne ver kendini. Bu arada biraz daha aktif konuş hafız, uyuyacakmış gibi mır mır edip durma. Hadi üç iki bir...

Tuncay: ... ‘Kendimi köprü üstünde buldum. İndim köprü altına oturdum bir kenara. Önümde kibrit... kaprittt... (Okan: Karpit oğlum ‘karpit’) önümde karpit lambası yanan pırıl pırıl bir sandal, kenarda ispirto içen bir ihtiyar...’

Okan: Kes!

Tuncay: Ne oldu abi ne güzel akıyordu hadise.

Okan: Babacan ispirto içen ihtiyarı nerede bulacağız şimdi, onu hiç düşünmemişiz bak.

Tuncay: Ya onu hallederiz de asıl küçük bir çocuk lazım burada. Hikayeye göre adam oltayı çocuğa teslim edip simit almaya gidecekti.

Okan: Orası kolay be abi, aslan gibi genç var burada. Evlat bizim filmde oynamak ister misin?

Çocuk: Hangi kanal abi?

Okan: Kanal falan yok, öylesine çekiyoruz işte. Bir kopyasını da sana veririz ileride hatıra olur saklarsın işte.

Çocuk: Yemişim abi hatırasını.

Okan: Helalinden bir de yirmilik çalışır.

Çocuk: O zaman olur.

Okan: Hadi bakalım çakalcan. Sen şimdi yavaşça iskeledeki abinin yanına git, o sana elindeki oltayı verecek sen de suya atacaksın tamam mı?

Çocuk: Konuşacak mıyım?

Okan: Yok yok. Sadece bu kadar, gidip oltayı alacaksın.

Tuncay: Aha! Şekilcan oltaya bir balık daha vurdu, alayım mı sudan?

Okan: Al abi al, ne soruyorsun. Denizin de bereketli olası tuttu bugün. Ne o minanır mı?

Tuncay: Hey yavrum be, tekerlek gibi mübarek. Çocuk şanslı günündesin bugün. Tavayı kurtardın yine.

Çocuk: Sağ olun abi, eksik olmayın.

Okan: Evet başlıyoruz, tut abim oltayı. Tamam bana değil önüne bak. Evet Tuncay söz sende babacan.

Tuncay: ... ‘Bu işi evvelce yaptığı belli; oltayı sallayışı, tartışı... Bir balık tuttu: balığı çekişi, hiç heyecanlanmayışı bana bu işe yabancı olmadığını anlatıyordu’

Okan: Evet hafız bu iş bu kadar. Son bir sahne kaldı ondan sonra filmi tamamlamış olacağız.

Tuncay: Aha bi balık daha vurdu. Çocuk getir torbayı.

Çocuk: Abi benim yirmilik?

Okan: Al bakalım uyanık spor. Evet Tuncay son sahne. Üç iki bir...

Tuncay: ... ’Ben hikayemi yazmak üzere rıhtım kahvelerinin önünde nasır ilacı bulunanına dalmış, çayımı ısmarlamış, kalem kağıdımı çıkarmıştım...’

Okan: Oğlum başka kağıt bulamadın mı? 1950’li yılların Türkiye’sinde Lipton ajandasının ne işi var?

Tuncay: Haklısın abi. Neyse şöyle tutarız görünmez. Hadi geçmiş olsun. Uyumlu çalışmandan ve doğru tespitlerinden ötürü seni tebrik ederim babacan.

Okan: Eyvallah abi, ben de sana teşekkür ederim.

Tuncay: Her zaman seninle sanatsal faaliyetlerde bulunmaktan keyif almışımdır.

Okan: Eksik olma kardeşim, ben de seninle aynı duyguları paylaşıyorum.

(akabinde)

Tuncay: ... Sen gerçek bir dinozorsun oğlum, gerçekten bu çağın adamı değilsin sen. Bir daha seninle değil film çekmek, kütüphaneye bile gitmem babacan.

Okan: Valla özür dilerim be abi, nasıl yapmışım böyle bir şabanlığı hala aklım almıyor.

Tuncay: İneklik bende ki cep telefonu kullanmasını bilmeyen bir adama kamera teslim edip sonra da rol kesiyorum.

Okan: Tamam be oğlum, silinmiş işte. Ne yapalım bilerek mi sildik sanki? Hem senin kadar biz de emek verdik hadiseye.

Tuncay: Ağlamak istiyorum ben yahu. Ne güzel de rol yapmıştım.

Çocuk: Abi film işi yattı mı şimdi?

Tuncay: Yattı canım yattı. Bu yönetmen olacak şaban yanlış bir düğmeye basıp sabahtan beri ne çektiysek hepsini sildi.

Çocuk: O zaman ben paranızı geri vereyim, madem film silindi.

Okan: ..?

Tuncay: Yok be evlat o senin emeğinin karşılığı.

Çocuk: Ne bileyim abi, ‘para yok falan’ diyordunuz ya o bakımdan şey ettim ben. O zaman para bende kalacaksa bari balıkları size vereyim, akşam yersiniz.

Okan: Bak o olabilir.


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..