Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '18

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

Balkan Turu

Balkan Turu
 

27 Temmuz – 4 Agustos 2018 Tarihleri arasında, bir turizm şirketinin tertiplemiş olduğu, 8 günlük otobüsle Balkan Turuna katıldım. Bazı izlenimlerimi hem kayda geçirmek hem de paylaşmak istedim. Gezdiğimiz ülkeler ve şehirler kısaca ve esas itibariyle eski Osmanlı topraklarını kapsıyor.

Coğrafya olarak Balkan ülkeleri genellikle dağlık ve yeşil. Hele Karadağ, Arnavutluk, Hırvatistan’ın büyük bölümü ile Mekadonya, Bosna Hersek, Bulgaristan’ın önemli bir bölümü hep dağ, dağ, dağ. Dağlar da ormanlarla kaplı. Coğrafya çok güzel. Düz ve ekili alanlarda en çok gördüğüm, ayçiçeği, mısır, bazı yerlerde tütün, üzüm bağları ve bir de elma bahçeleri.

Tarihsel olarak gördükleriniz arasında, bir Osmanlı’nın yaptıkları var bir de Avrupalıların. Osmanlı, genelinde, cami ve külliyeler yapmış. Tabi köprü, imarethane, han, hamam gibi şeyler de var. Osmanlı’nın yaptığı binaların özelliği münferit binalar veya tesisler olması. Ama mesela bir Dubrovnik’e baktığınızda, bütün yarımada sanki aynı 10-20 yıl içinde yapılmış gibi, bütün binalar güzel, gösterişli, bir estetik ve zarafet içinde, muntazam. Binalar, sokaklar, caddeler, meydanlar birbirini tamamlayan mahiyette. Meydanlar, geniş meydanlar, büyük meydanlar, temiz, heykellerle süslü görkemli meydanlar. Bir de yerler var. Örneğin Dubrovnik’in bulunduğu bütün yarımadada yerler yaklaşık 40x60 cm büyüklüğünde (belki daha büyük) muntazam taşlarla döşenmiş. Taşlar düzgün, parlak, sanki iki saat önce cilalanmış gibi parlak ve tertemiz, yağ dök yala. Tek bir tane bakımsız, eski, uyumsuz veya çirkin bina yok. Bizim şehirlerimiz neden böyle değil, biz de neden böyle meydanlar yok. Bazı şehirlerde onlarca bazı şehirlerde yüzlerce (mesela Üsküp’ün yeni kısmında) heykeller var ama her biri değişik tarihi kişiliklere, sanatçılara, edebiyatçılara, partizanlara, din adamlarına vb ait; her birinin hikayesi farklı, anlatılanları ilgiyle dinliyorsunuz.

Otobüsle günlerce gidiyorsunuz, gidiyorsunuz, gittiğiniz yerlerin birçoğunda camiler görüyorsunuz. Gittiğiniz yerler hem çok çok uzak hem de çok çok yakın gibi. Sanki daha dün oralar, daha evvel gördüğümüz, yaşadığımız, bizim olan, hala bizim olan yerler gibi. Oraları fethedip yüzyıllarca yönetmiş olmak nasıl gurur verici ise, kısa bir zaman dilimi içinde hepsini birer birer kaybetmiş olmak da bir o kadar hazin, üzücü.

Manastır, Resne, Mostar, Saray Bosna, Üsküp’ün eski kısmı, vb tipik Osmanlı şehirleri veya kasabalarının görünümü, Dubrovnik gibi, Ohrid gibi daha ziyade Avrupalılar tarafından yapılmış ve yaşanmış şehirler arasında göze çarpan büyük bir fark var. Bizimkiler maalesef daha eski ve bakımsız, gayrimuntazam, Anadolu kasabalarına benziyor, içinde viran binalara rastlıyorsunuz. Avrupalıların inşa ettiği şehirlere baktığınızda ise daha “şehir planlama” prensiplerine uygun, en azından daha planlı, daha görkemli, daha güzel, daha şirin, daha temiz, daha muntazam, daha uyumlu olduklarını, daha estetik, daha sanatsal olduklarını, geniş meydanlar, büyük parklar, heykeller olduğunu görüyorsunuz. Belki iyi ifade edemiyorum, belki iyi anlatamadığım ama temel ve büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz.

Bu arada TİKA’nın birçok yerde birçok tarihi Osmanlı eserini yıkılıp yok olmaktan koruyacak restorasyon faaliyetlerinde bulunduğunu gördük. Çok önemli ve kadirşinas bir görev gören TİKA’yı minnet, şükran ve takdirle anıyorum.

Son söz; ben çok gecikmişim; eğer siz henüz gitmediyseniz lütfen en kısa zamanda bir Balkan Turu yapmak üzere  planlarınızı yapınız. İyi ki gelmişim, görmüşüm diyeceksiniz. İnsanın sadece bilgisi, görgüsü değil, bakış ve görüş açısı da değişiyor.

 

 
Toplam blog
: 326
: 941
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

Okullar: TED Ankara Koleji, ODTÜ, Bogaziçi Üniversitesi (Master) İş Hayatı: Philips, Anadolu Endü..