Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '14

 
Kategori
Bayramlar
 

Balkon, bahar, çay keyfi ve buruk anılar

Balkon, bahar, çay keyfi ve buruk anılar
 

Tarih 13 Mayıs 2014 Salı. Saat 11 sıraları. Balkondayım. Aylardan bahar. Ruhumda baharla tezat ağdalı bir hüzün. Anılar boğazımda tavşankanı düğüm. 
 
Evin yol gören balkonunda tüm bu duygularla cebelleşir, kahvaltı  üstü çayımı yudumlarken ince belli bardakta; bir yandan etrafı izliyor, bir yandan düşünüyordum. Ne inanılmaz bir değişimdi etrafımda yaşanan. Ne ölümcül, ne betoncul. 
 
Ne zaman böylesi bir iç sıkıntısına maruz kalsam, kötü bir şeyler olacağını hisseder ama bu kadar ağdalısını, bu denli sancılısını tasavvur dahi edemezdim. Dolayısı ile o gün yaşadığım bu sıkıntıyı Soma'ya yordum. 
 
Küresel emperyalizmin vahşi dayatmaları sonrasında hızla tüketilen yeraltı-yerüstü kaynakları, yağmalanan tarih ve kültür varlıkları. Ve yerli işbirlikçileri eliyle daha çok para hırsı, daha çok rant, sömürüye dayalı  adeta yüceltilen, taşeronlaştırılan sistem.  Karşısında ise gittikçe küçülen, minyatürleşen insan!  
 
Son sürat kendi cinayetine koşan cellatlar gibiyiz. Hiçbir şey durduramıyor bizi. Ne ölümler, ne cinayetler, ne göz göre göre  üzerimize gelen felaket treni. Bu duygularla SOMA’ da ranta kurban giden madencilerimizi bir kez rahmetle anıyor, arkalarında bıraktıkları binlerce yetim için adrese teslim bir beddua daha gönderiyor ve soruyorum. 
 
Hala koşacak mıyız celladımıza? 
 
Hala katili olacak mıyız çocuklarımızdan emaneten aldığımız geleceğin dedikten sonra sizi hüznü bol, pratiği elzem yazımla baş başa bırakıyorum. Üstünde düşünüp, kafa yormaya değer sanırım.  Neler oluyor, nereye sürükleniyoruz? 
 
Ne çok şey değişti aslında şu üç beş yılda hayatımızda. Şu an balkonunda çay içtiğim apartman mesela... 
 
Çok değil bundan üçdört yıl önce içinde sebzeler, meyveler yetiştirilen güzelliklerle bezeli bir bahçeydi. Şimdi ise yedi ailenin  altalta üstüste sıkıştırıldığı, tıkıştırıldığı bir apartman.  
Ya karşımdaki, ya onun karşısındaki , diğerinin yanındaki, öbürünün solundaki, arkamdaki, önümdeki? 
 
Tanrım! Kapana kısılmış fare gibiydim. Boğuluyorum! 
Dedim ya çok değil, bundan iki üç yıl öncesine kadar hepsi kendi çapında bahçesi olan, bahçesinde erikleri, domatesleri, biberleri, vs. olan, en fazla iki bilemedin üç ailenin yaşadığı evlerdi.  Oysa şimdi… 
 
Ya şimdi… ?
 
Hüzün bir dikenli tel gibi gelip çörekleniyor boğazıma. İçinden çıkamadığım bir tünel, boyumdan aşkın yıkamadığım duvar gibi… 
 
Sebebi sadece bu sıraladıklarım değildi tabii... 
 
Tıpkı çevremiz, tıpkı çehremiz, tpkı alışkanlıklarımız gibi ne çok şey değişmişti şu üç beş hayatımızda. 
Baharın gelişi mesela…
 
Baharın gelişini sadece çiçeklerden, böceklerden, kuşlardan değil, Mart sonu itibari ile odalarımızın, salonlarımızın içine kadar süzülüp gelen trampet, bando seslerinden, büyük bir zevk ve heyecanla 23 Nisan’a hazırlanan çocuklarımızdan, gençlerimizden anlardık. 
 
23 Nisanlar geldiğinde en güzel kıyafetlerimizi giyer, büyük bir heyecan ve zevkle çocuklarımızı izlemeye giderdik. Bir çiçek tarlasını andırırdı rengarenk giysileri ile meydanları dolduran çocuklarımız. 
 
O alanlarda çocuklarımızın kimi şiir okur, kimi günün anlam ve önemine dair konuşmalar yapar, kimi zeybek oynar, halay çeker, dans ederlerdi. Tıpkı bir zamanlar bizlerin yaptığı gibi… 
 
Onur duyar, gururla izler, işaret parmağımızı onlara doğru uzatarak birbirimize; işte bu benim oğlum, diğeri yeğenim, öbürü komşumun oğlu-kızı-yeğeni diye gururla gösterirdik. Bahar dolardı içimize çocuklarımızla beraber. 
 
19 Mayıslarda gençlerimizi gıptayla izler, hayran olurduk, yapabildikleri birbirinden zorlu hareketlere. 
 
Hele o kortej! Kortej yürüyüşleri yok mu? 
 
Bayraklar, Flamalar. Yer gök kırmızı beyaz. Bandolu, saksafonlu, uygun adım geçişler.
 
Dedim ya… 
 
Bahar gelirdi aklımıza bayramlarla beraber.  Üstünde yaşadığımız ve yurt bellediğimiz vatanımızın sağlığı selamaeti. O vatan için canlarını hiçe sayan atalarımız, "Ya istiklal ya ölüm" diyen kahramalarımız, anlı-şanlı zaferlerimiz, onurla, gurur duyarak, gıptayla izlediğimiz, başı dik, omzu Ağrı dağı askerlerimiz, pilotlarımız, okyanusun incisi denizcilerimiz. 
 
Kabotaj bayramımız vardı, hatırlıyor musunuz? 
 
Sırtımızı yasladığımız dağ gibiydi onlar. Bugünümüzün-yarınımızın yegane temeli. 
Şimdi bir şeyler değişti sanki hayatımızda. Bir şeyler eksildi, soldu, yok oldu . Kar  yağdı Temmuz’da başımıza. 
 
Bayramlarımız; okullarımızın çim olmayan, toprak kokmayan bahçelerine hapsedildi. Anılarımız sakıncalı piyade. 
 
Bayrağımız iteklendi, köteklendi, tutuklandı hatta bazen taşıyanı ile beraber. 
 
Sizi bilmiyorum ama ben o günleri çok özlüyorum. 
 
Kimsenin kimseyi itelemediği, ötelemediği, tepelemediği yılları. 
 
Kim ne istedi ya da istiyor bayrağımızdan, bayramımızdan, gözümüzün nuru Cumhuriyetimizden, hürriyetimizden? 
 
Nedir bu bitmeyen öfke, kin neden? 
 
Kim yazıyor bu yalancı tarihi işkembesinden?
 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..