Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Beyhan BiÇKİN KOZANOGLU

http://blog.milliyet.com.tr/turk35

12 Mart '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Bana ne küstüm işte...

Bana ne küstüm işte...
 

'Bana ne küstüm işte..' Aslında neredeyse hepimiz oynadığımız oyundan yenik çıkınca söylemişizdir bu cümleyi değil mi?

Diyorlar ki, insanın yapısında vardır yenilgiyi kabul edememek. Yenilgiyi kim sever ki zaten. Elbette kolay değil ama, yenilgi sonucu verilen tepkiler insanın, insanlığını ve özgüvenini ortaya koyuyor diye düşünüyorum. Yenilgiyle utanmanın hiç bir şekilde aynı kaba girmeyeceğini de bilmek gerek belki.

Sonra bize bakıyorum. En küçüğümüzden en büyüğümüze kadar, yenilgiye tepkiyi öyle bir veriyoruz ki anlamak için bir kaç kitap daha okuma ihtiyacı duyuyor insan. Aslında yarışmalara bakmayı bilmiyoruz belki de. Çünkü herkesin ağzında olan ama nedense uygulamaya gelince unutulan bir şey var' önemli olan birinci olmak değil , yarışmak'. Madem önemli olan yarışmak, bu yenilgi sonrası yaşanan psikolojik çöküntü neden? İşte benim penceremden örnekler.

İlköğretim okulları arasında halkoyunları yarışması düzenlenmiş. Her yarışmada bir birinci vardır, bu yarışmada da bir birinci seçilmiş. Geri kalanların ağlayışlarını gören dünyanın sonu geldi sanır. Bir facia, bu çocukların ağlamaları, diğer facia onları teselli etmeye çalışan öğretmenlerin çabası. 'ağlama, bak herkes aslında sizi daha çok beğenmiş, aa ayıp ama, bak herkes sana bakıyor' gibi komiklikten öte cümleler sarfederek sözüm ona çocukları teselliye çalışıyorlar.

Birincisi daha yarışmalara başvururken bu çocuklarla konuşma yapılmalıydı, ' kazanmak da var, kaybetmek de, önemli olan oraya çıkıp varlığımızı gösterip elimizden geleni yapmak' denilmeliydi. Bu konuşma bir kere değil, değişik anlatımlarla ama aynı olguyu çocuklar anlayana ve kabul edene kadar yapılmalıydı. Kazanan tarafın düşman olmadığını ancak bu şekilde kabul edebileceklerdi belki. Ve yarışma sonucu açıklanınca, iki gözleri iki çeşme ağlamak yerine kazananı alkışlayıp tebrik edebileceklerdi.

İkincisi, madem böyle bir ön hazırlık yapılmadı, çocuklarımız yenilgiyi kabullenemediler ağlıyorlar, o zaman akla uygun, çocuğun kafasında yeni soru yaratmayan açıklamalarda bulunmalıydı öğretmenler. 'Bak herkes sizi daha çok beğenmiş, derseniz, çocuk: madem öyle neden biz birinci değiliz , diye düşünür. Aaa ayıp ama derseniz; duygularımı, beni anlamıyor, diye düşünür, herkesin ona bakması umurunda değil çünkü o an daha fazla utanmaya değil teselliye ihtiyacı var o minik yüreğin.

'Bak canım, bu bir yarışmaydı ve her yarışmada olduğu gibi sadece bir birincilik vardı. Ve bunu bu sefer biz alamadık, ama bunun hiç önemi yok, önemli olan elemeleri aşarak buraya kadar gelmemiz ve oyunumuzun sonunda o alkışları almamızdı. Demek ki bir daha ki yarışmaya daha iyi hazırlanmalıyız, hadi gidip arkadaşlarını tebrik edelim bize bu yakışır' tarzında, yetişkin bir insan tavrıyla yapılan konuşmalar hemen o an etkili olmasa bile daha sonraki konuşmalara basamak olacaktır.

Çocuklarımıza her konuda kazanmanın değil, katılmanın önemli olduğunu öğretirsek kaybettiklerinde yaşadıkları psikolojik çöküntünün önüne geçebiliriz belki.

Buz gibi yarışma en sonunda bitti. Buz patenini sevdirme yarışması mıydı, insanları çıldırtma yarışması mı bilemiyorum? Ara vererek seyretmeme rağmen, hakemlerinden, oyuncularına, sunucularından konuk sanatçılarına kadar herkes birbirini nasıl madara ederim telaşındaydı. Ne zaman seyretmeye kalksam hep birileri arasında seviyesiz, anlamsız bir kavgalaşma vardı. Aslında en komiği buz pateniyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan insanların hakemlik yapmasıydı galiba. Yapılan eleştiriler direk yarışmacıya yapılıyordu. 'Sen şöylesin, böylesin' tarzında. Bu kavgalarla çocuklar buz pateninin nesini sevecekler onu da anlamadım ya neyse...

Bu gece son bölüm vardı. Sağır Oda başlayana kadar bakalım dedik ama baktık sinirlerimiz dayanmıyor vazgeçtik. Amaç buz patenini sevdirmekse, finale kalan iki kişi de o para olmazsa aç kalmayacaklarına göre, neydi aralarındaki düşmanlık anlamadım gitti. Birbirlerini kutlamadılar bile. İnsan nasıl bu kadar kaptırır kendini ve kazanmanın esiri olur anlayamıyorum.

Atatürk'ü bile alet ettiler oy savaşına en çok buna içerledim.

Ben kaybedenin tarafındaydım. Çünkü dobraydı başından sonuna kadar, duyguları, tepkileri insancaydı. 'Bıraktım' dedikden sonra oylar fazla gelince 'eh kalayım bari' demedi en azından. Burada da aynı olay vardı. Kaybetmemek için karşı tarafı mümkün olduğu kadar rezil edip kazanmak. Kazanınca ne oldu, belki cebindeki pek çok parasına biraz para daha eklendi, ama buna karşılık bir kalp kırdı, o kalbi acaba bütün paraları onarmaya yeter mi?

Futbol olayına hiç girmesem diyorum ama Ankaralılar'ın yaptığı ayıba dokunmadan edemiyorum. Madem top yuvarlak, madem yenmek de var yenilmek de, o zaman yapılan bu taşkınlıklar neden? Sanki tarihleri boyunca hiç yenilmediler.

Aslında bütün bunların altında yatan özgüven eksikliği. Kendine güven duygusu olmadan yetişen insan kaybetmeyi onur meselesi yapıyor. Bu yenilgiden utanç duyduğu için de saldırganlaşıyor.

Eğer çocuklarınıza bir iyilik yapmak istiyorsanız, 'daha küçük' diye düşünmeden 2 yaşından itibaren onlara bebek gibi değil, insan gibi davranın. Agucuk, bugucuk diye değil, yetişkin biriyle konuşuyor gibi konuşun. Oyun oynarken numaradan yenilmeyin. Bırakın yenilmenin tadına varsınlar. Ama en önemlisi kendilerini sevmeyi öğretin onlara, kendini sevmediği sürece başkasını sevmesini bekleyemeyiz, kendisini, başkasını sevmeyen insandan da saygılı olmasını bekleyemeyiz. İşte o zaman en ufak bir yarışmada ki yenilgi onun canavara dönüşmesi için bahane olur, bize de ' Allah Allah neden acaba' diye düşünmek kalır.

Sevgi ve saygı hep sizinle olsun....

 
Toplam blog
: 124
: 1137
Kayıt tarihi
: 24.08.06
 
 

Danimarkada yaşayan bir İzmir'liyim. Hiç de sanıldığı gibi yurtdışında olduğum için milliyetçi değil..