Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '19

 
Kategori
İnançlar
 

Banka Paylaşım Aracı(mı)dır

 
Bankalar Riba Değil Paylaşım Aracı(mı)dır
 
“Riba yiyen kimseler şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar, bu işte onların «beyi' tıpkı riba gibidir» demeleri yüzünden, halbuki Allah bey'i halâl kıldı ribayı haram, bundan böyle her kim Rabbı tarafından kendine bir öğüt gelir de ribadan vaz geçerse artık geçmişi ona ve hakkında hüküm Allaha aiddir, her kim de döner yeniden alırsa işte onlar eshabı nardırlar, hep orada kalacaklardır” Bakara 275/Elmalılı Meali
 
Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Faiz” başlıklı maddesinde : “Fıkıh literatüründe ise ribâ, borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla, yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe’de kullanılan “faiz” kelimesi de Arapça kökenli olup genelde ribâ ile eş anlamlı kabul edilir.” şeklinde tarifi vardır.
 
Bizim gibi ülkelerin günümüz bankacılık ve para sisteminde başına buyruk ve bağımsız olmadığı herkesçe malumdur. Bu alanla ilgili olarak ülke değil dünya yönetiminde ki gücünüz oranında bağımsız ve hürsünüz Bu yüzden Müslüman için gücünü aşan alanlarda zaruret hali vardır dolayısıyla  “ruhsat hükümleri” uygulanabilir. Bu konuda ki “zaruret halini” kişilerin ihtiyaçlarına göre değil İslam toplumunun genel iktisadi kalkınması veya batmasıyla ilgili olduğunu belirtmek isterim. Bu açıdan baktığımızda rahatlıkla günümüz dünyasında banka ve para düzeni de bu alanlardan birisidir diyebiliriz.
 
Alışveriş ve faizle ilgili olarak Ayete konu olan husus yapılan muamele de ki kazanç (artı değer) kısmıdır. Neticesi aynı muamelesi farklı olan söz konusu “kazanç”tan hareketle Kur’an “Alım satım da tıpkı faiz gibidir”  ifadesini benimseyip uygulayanlardan bahsetmektedir. Bu konuda kafa yoran söz söyleyen alimlerin ribaya konu muamele ile alım satım işini birbirinden ayıran özelliklerden birisinin de; alışverişte kaybetme riskinin varlığı faizde ise kaybetme riskinin olmayışını ileri sürmeleridir. Halbuki ayet her iki yöntemle de elde edilen kazançtan bahsetmektedir. Yöntemlerdeki riskli veya garantili kazançtan bahsetmemektedir. Kaldı ki kaybetme riski olan zarar her iki kazanç yönteminde de bulunmaktadır. O halde bu ayetin hassasiyet gösterilmesini istediği ribanın ne olduğunu, alışverişi ribadan farklı kılan unsurları tespit etmenin ne kadar önem arz ettiği ortadadır. Ayetin indiği cahiliye döneminde ki faiz uygulamasının  vadesinde ödenmeyen borcun ek vadesinde ki artı değer olduğu net ortada iken aradan geçen zaman içerisinde İslam Alimlerinde ki görüş farklılıkları ve izahatlar diğer bir çok konuda olduğu gibi faiz konusunu da teferruata boğmuştur.
 
Bu dünyada insanoğlunun birinci sırada ki önceliği canlılığını sürdürebilmesi için rızkını temin etme telaşı ve çabasıdır. Bu telaş ve çaba insan topluluklarında ki iktisadi hayatı ortaya çıkarmıştır. Tarihi süreçte toplumların iktisadi düzenlerinde her ne kadar amaç aynı olsa da muamelelerde farklılıklar olmuştur. Çağımızda ki ekonomik sistemle, iki bin yıl önce ki toplumun ekonomik sisteminin işleyişi yöntem ve uygulamalarında farklılıklar vardır. Öyle uygulamalar olabilir ki geçmiş toplumların iktisadi hayatında fertlere ve toplumun geneline zarar veren bir uygulama bugünkü çağın insanlarına ve fertlerine fayda verebilir. Bu durum da değişmeyen kural şudur ki: Bir uygulama, ferde ve topluma zarar veriyorsa umutsuz ve mutsuz kapalı geçim sıkıntıları ile uğraşan topluluklar haline dönüştürüyorsa kötüdür (şeytanidir). Aksi her uygulama güzeldir (rahmanidir).O halde bir muamelede riba mı alışveriş mi söz konusu olduğunu tespit etmek için Kuran ayetleri üzerinde kafa yorup İnsanların geçim sıkıntılarını giderecek mutlu ve umutlu hale neden olacak muamelelerin islam toplumuna ve taraf olan müslüman kişilere sağladığı fayda ve zarar çerçevesinde tespit etmek gerekir.
 
Başta Türkiye olmak üzere bazı gelişmekte olan İslam Ülkelerinin inanç ve sosyal yapılarına uygun olarak genel kabul görmüş bankacılık sistemine kendi iç işlerinde kısmen müdahale ederek; Günümüz dünya ekonomik hayatının işleyişinde ki iktisadi kalkınmayı, gelir dağılımını, kamusal harcamaları, tasarrufların ekonomiye kazandırılması ve ülkenin maddi kazanımlarının hakça paylaşımını sağlayarak fertlerin geçim sıkıntılarını giderecek, mutlu ve umutlu bireyler haline dönüştürecek devletin finansal işlevlerinin yürütülmesini pekala gerçekleştirmesi mümkün olabilir. Başta Ülkemiz olmak üzere kendi yapısına uygun kısmi müdahalelerle toplumsal refahı yaygınlaştırma vazifesini bankalar aracılığıyla yapabilir.
 
İslam toplumlarının faiz (riba) müessesesi diye mevcut dünya nizamında ki bankacılık sistemine direnmesi dünyanın iktisadi kalkınmasına ayak uyduramamasına sebep olmuştur. Dolayısıyla ekonomisi geri kalmış, toplum olarak dünya da ki iktisadi kalkınmaya ayak uyduramadığından halkları sefalete mahkum bırakılmış mutsuz ve umutsuz bireyler haline dönüşmüştür. Adeta İslam Toplumunu mevcut küresel sistemde ölüme terk etmiştir. Bu nedenle kuralları kapitalist zihniyette ki küresel güçler tarafından konulan mevcut iktisadi dünya düzeninde yaşamak mecburiyetinde olan İslam Toplumunun iktisadi hayatı için günümüzde “zaruret hali” şartları geçerlidir demek mümkündür. Çünkü Müslümanların yaşamakta olduğu Devletler mevcut dünya ekonomik sistem içerisinde iktisadi gücü son derece sınırlı acziyet içerisinde varlığını sürdürmek mecburiyetindedir.
 
Halkı müslüman devletlerde insanların değer verdiği dini kanaat önderleri ve kurumları mevcut dünya ekonomik sistemi göz önünde bulundurarak çözüm üretme yerine müslümanları “kaderi ilahi” diyerek, “bu dünya müslümanın cehennemi kafirin cenneti; ahiret ise kafirin cehennemi, müslümanın cenneti” şeklinde teselli ve teskin etme yoluna gitmişlerdir. 
 
Peygamberimizin son zamanlarında inen ve kesin hükümle haram olan “Riba”, Kur’an'da ki “domuz eti” benzeri Müslümanlarca net tanınan dini bir kural olmadığından bugüne kadar ki islam alimlerinin görüşlerinin çeşitliliği bilinen bir gerçektir. Kaldı ki Kur’an domuz etinde ki haramlığını zaruret hallerinde helale dönüştüğü bir Dinde: “bilhassa bankalar aracılığıyla yapılan rastgele her muamele için ribadır ve haramdır” demenin zorluğu ortadadır. 
 
Riba ayeti İslamın bütünlüğü içerisinde derinlemesine incelendiği zaman ülkemizin de içerisinde mecburen yer aldığı günümüz dünyasında ki ekonomik sistemin işleyişinde Kuranda bahse konu olan “riba” (artı değer) kelimesinin tam karşılığı genel bankacılık sisteminin bünyesinde tartışmasız vardır. Dünyada ki devletlerin ve insanların bu küresel finansal yapı içerisinde kafasına göre hareket etme kabiliyeti şu an için bulunmamaktadır. Hangi sistem ve rejimle yönetilirse yönetilsin ülkelerin istisnasız tamamı mevcut finansal yapı içerisinde mecburen yer almaktadır. Hiç bir ülke istesede bu yapıdan bağımsız hareket edememektedir. Ülkelerin farklı bir finansal yapı içerisine girmeleri mevcut dünya düzeninde mümkün gözükmemektedir. 
 
Amacı halkının ekonomik refahını artırmak olan Devletin, piyasa ekonomisini kontrol ve düzenlemek için hazine ve maliye politikaları ile  paraya hakim sermayedarların aracı olarak kullandığı bankacılık sisteminde ki parasal işlemlerin ülke iktisadi faaliyetlerine zarar vermemesi için çok çabalamaktadır. Ancak bu mücadelede sürekli bir başarı elde edilmediği herkesçe malumdur. Bunun sonucudur ki toplumun genelini ilgilendiren enflasyonist bir ortam süreklilik arz etmektedir. Bu yüzdende İslam alimlerinin genelinin ittifak ettiği bankalar aracılığıyla alınan ve verilen paralar üzerinden piyasa da oluşan enflasyon oranında ki artı değerlerin faiz olmadığı yönünde ki görüşleri vardır. 
 
Bir toplumda kazanç elde etmeye konu bir muamelenin sonucu, kötü neticeler doğuracaksa, taraflar birbirine zarar verecekse, birbirleriyle kavgalı hale gelecekse, hürriyetinden mahrum bırakacaksa (geçmiş çağlarda ki ifadesiyle köleleştirecekse) , canından olma riski varsa işte bu muameleden dolayı alınacak fazlalık Allah’ın yasakladığı  ribadır demek mümkündür. Bu durumun tam aksine kazanca konu muamele taraflar arasında yıkıcı zararlara sebebiyet vermiyorsa, kişinin ve toplumun iktisadi hayatına katkı sağlayan fazlalığa (artı değer) Allah’ın c helal kıldığı alışveriş demek mümkündür. Ortaya konan bu genel kurala göre Allah’ın cc tavsiye ettiği insanların birbirlerine asalak yöntemlerle yük olmaksızın iş hayatının bir ucundan tutmak suretiyle mutlu ve umutlu insan topluluklarına dönüştürecek ekonomik muamelelerden hasıl olacak artı kazanımlara riba değil alışveriş demek mümkün olacaktır. O halde değer ifade eden bir teminat karşılığında devletin yetkilendirdiği bankalardan alınan  kredileri ribanın değil ticaretin konusu olarak değerlendirmenin mümkün olup olmayacağı üzerinde durulmalıdır. Alınan kredinin karşılığında verilen teminatın gerektiğinde kredi veren banka tarafından satıp başka bir değere dönüştürme kabiliyeti bulunduğu için bu kredi ilişkisinde ki fazlalığın ribanın değil alışverişin konusuna girebileceği; bu konu üzerinde Kur’ani çerçevede kafa yoran tefekkür eden insanlar tarafından incelenmelidir.
 
Bir toplumda ekonomik açıdan değer ifade eden cins veya miktar bakımından aynı kıymetin iki kişi arasında yapılan alım-satımda ki fazlalığın riba, farklı cins veya miktardaki kıymetlerin alım satımlar da ki fazlalıkların ise ticaret olduğu Peygamberimizden gelen rivayetlere dayandırılmaktadır. Bazı alimlerin Peygamberimizden gelen bu rivayetlere dayandırarak yaptıkları tespite göre yapılan ticari muamelelerin taraflarından birisi para diğer mal ise kaç liradan işlem görürse görsün faizin konusuna girmez demişlerdir. İktisadi hayatta bu kural çerçevesinde yapılan ticari muamelelerin riba mı? Ticaret mi? olduğunu tespit etmek zor olmasa gerektir. Burada ki zorluk banka aracılığı ile toplumun iktisadi sistemi içerisinde kullanılan paranın da aynı şekilde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği dir. Düz bir mantıkla bakıldığında insanların bankalardan alıp verdikleri paraların aynı cins, miktar ve değer olarak kabul edilip edilemeyeceği hususudur.  
 
Banka ve para; Gücünü devlet otoritesinden alan değiştirme aracı olarak vatandaşa verdiği para ile yapılan alışverişte taraf olmadığına göre ondan alınan parayla yapılan ticari muamele helal kılınan alışveriş olarak değerlendirilemez mi? Banka aracılığı ile borçlanılan para ile yapılan alışveriş ülkenin iş hacmine katkı sağlayacak bir muamele olacağından toplumda istihdama katkı sağlayacaktır. Yalnız alınan kredinin geri ödemesinin kullanılırken anlaşıldığı gibi tek işlemde ödenmesi ikinci bir artı değerle kredinin ötelenmemesi şartıyla. 
 
Çağımızın iktisadi hayatında vatandaşın mal ve hizmet olarak ürettiği her hangi bir kıymetin piyasa da arz-talep çerçevesinde gerçekleşen işlemlerde ki devlet gücüne “Para” denir. Diğer bir ifadeyle toplumun iktisadi hayatında insanlar arasında arz ve talebe konu az çok değer ifade eden her ne ise; sahip olduğu değeri devlet gücü (otorite) sayesinde elde ettiği için  ona “para” demek mümkündür. Bu durumda aktif piyasa da “para” etrafımızda ki ederi ve talebi bulunan her türlü mal ve hizmettir. Alışverişlerde alım satıma aracılık yapan “para” nın cins miktar ve değeri hiç bir zaman aynı olması mümkün bulunmadığından bankalar (devlet) aracılığı ile kullanılan paranın toplumda hakça paylaşımın sağlanması için gerekli bir argüman olduğu görülecektir. İnsanlar, devletin yasak etmesine rağmen kendi aralarında parayı bir hizmet ve mal gibi katlamalı artı değerle alıp satmaları  Kuranda da yasaklanan “riba” olduğu aşikar ortadadır. Hem devletçe hem de Kuranda yasak olmasına rağmen insanlar kendi aralarında yaptıkları katlamalı artı değer karşılığı “para” alım-satımlarından mantıkla bankalar aracılığı ile kullanılan “para” ile kıyas yapmak doğru olmasa gerektir.
 
Yalnız şu durumu açıklığa kavuşturmakta fayda var; Bankaların devletle olan doğrudan yaptıkları parasal işlemlerin bu yazımızın konusu olmadığını belirtmek isterim. Bu yazımın bahse konu hususu bankaların vatandaşa yönelik parasal işlemleriyle ilgili görüş ve düşüncelerimdir.
 
Diğer bir husus da bankacılık sisteminin ribaya konu olmaması için; dünya bankacılık sisteminde uygulanmakta olan “kaydi para” üretim yetkisi yalnızca devlet bankalarına ait olması şarttır. 
Günümüz dünyasında bankaları, Devletin kendisi ve izin verdiği parasal güce sahip iş adamları kurabilmektedir. İş adamları iktisadi faaliyetleri sebebiyle ihtiyaç duydukları paraları veya elde ki fazlalıkları toplumun diğer fertleri ve iş alemiyle paylaşmak için kendi bankası veya devlet bankaları aracılığıyla yürütür.
 
Vatandaş sahip olduğu ihtiyaç fazlası atıl vaziyette ki paralarını bankalar aracılığı ile diğer insanlarla paylaşır. Kur’anın emri de bu yöndedir. Kendi alın teri helal kazancı sayesinde elde ettiği paraları ihtiyacım yok diye rastgele dağıtması insan fıtratına aykırıdır. Dinde böyle bir zorunluluk olmuş olsa kimse ihtiyacından fazla kazanma yoluna gitmez. Dolayısıyla toplumun refahını ve mutluluğunu sağlamak için iş hacmi artmaz, toplumsal fakirlik söz konusu olur.
 
Toplumda herhangi bir hizmet, ticaret veya üretiminin karşılığı olarak paraya ihtiyaç duyan vatandaş da bankalardan bu ihtiyacını giderir. Kullanılan ve adına kredi denilen bu para sayesinde artı kazanç elde eder. Bu kazancı elde etmesine vesile olan kullandığı para için bir miktar geri ödeme yapar. Dolayısıyla bankalar aracılığı ile kullanılan para ile yapılan toplumda ki iktisadi faaliyette hiçbir zaman alım satıma konu olan muamelenin cinsi, miktarı değeri aynı olmaz. 
 
Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuud Efendinin bu konu ile ilgili fetvalarını ve zamanımızın alimlerinden Süleyman Ateş Hocamızın konu ile ilgili görüşlerini, kısmen de olsa değinen Hayrettin karaman Hocamızın fetvalarını bu minvalde değerlendirmek ve dikkate almanın gerekliliğini düşünüyorum.
Hizmet, ürün, hammadde alanlarında insanlar arasında ki arz-talep işlerinde üçret belirlemede müdahalesiz serbest piyasa oluşturmak insanlık yararına şarttır. Ancak adı kıymeti değeri ne olursa olsun ticarete konu olmayan para satışı ise insanlık zararına olup devlet tarafından müdahale edilmesi ribayı önleme açısından gereklidir.
 
Yüce Allah cc yeryüzü nimetlerini insanoğluna rızık olarak karşılıksız verirken, yeryüzü nimetlerinden fazlasıyla istifade eden zenginlerin kazandıklarını diğer insanlara karşılıksız dağıtmalarının mümkün olmadığı fakat Allah’ın tavsiyesi olarak insanların bir birbirleriyle paylaşmaları yardımlaşmaları tavsiye edilirken bu durumun sosyal hayatta fiiliyata geçmesi için günün ve çağın şartlarına göre mutlaka bir formülünün bulunması gerekmektedir. Aksi halde insanların yaşam standardında yüksek derecede farklılaşma olur ve netice itibariyle toplumsal felakete sürüklenirler. Yüce Allah cc insanoğlunun kendi aralarında ki hakça paylaşım ve kardeşçe yardımlaşmanın sistemini sorumluluk çerçevesinde bulmalarını kendilerine bırakmıştır.

 
 
Toplam blog
: 53
: 1175
Kayıt tarihi
: 08.10.10
 
 

Mali Müşavir&Bağımsız Denetçi 1964 Doğumluyum. Çorum İli İskilip İlçesinde yaşamaktayım. Evliyim ..