Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '14

     
    Kategori
    Müzik
     

    Barış Manço: ''deşarj olmak için kalp krizi geçiriyorum''

    Barış Manço: ''deşarj olmak için kalp krizi geçiriyorum''
     

    Barış Manço Mersin'e geliyor dediler. Geri sayım, konser tarihinden günler önce başladı. 31 Mayıs 1987 geldiğinde dünyanın en mutlu çocuğuydum ben.

    Onu sahnede ilk kez izliyorum. Mersin halkı üst üste bis yaptırıyor ve her döndüğünde birden fazla şarkı söylemek zorunda kalıyor. Dinleyici çılgın gibi. 'Barış' gitsin istenmiyor. Maalesef beklenen son geliyor ve Barış Manço Mersin halkını en yakın zamanda tekrar geleceğine ikna ederek sahneyi terkediyor.
     
    ''Söz verdi. Ama ya gelmezse ?! '' Boğazımın düğümlendiğini hissediyorum. Küçüğüm ama umutlarım boyumu aşıyor. O kadar üzgün ve o kadar hayranım ki bir de karar veriyorum o gecenin sonunda. ''Birgün mutlaka ben de sahneye çıkacağım.''
     
    '' NOTA YOK OKTAV YOK.SESİM KISIK''
     
    Hemen her konseri bahsettiğim konserden çok da farklı geçmez Barış Manço'nun. Özellikle televizyon programcılığına başlamadan önceki tüm performansları... Çünkü sıradan bir konser görüntüsünün ötesinde, bir ambians, masalsı bir hava hakimdir sahneye. Kurtalan Ekspres'in kıyafet seçimleri ve hatta bazen kıyafetlerinin çizimine kadar herşeyiyle ilgilenir. Grubun sahneye diziliş şekli,bunu destekleyen ışık ve ses sistemi,ve nevi şahsına münhasır takı,kıyafet ve mimikleriyle, pitoresk bir gösteri bekler seyirciyi.
     
    Peki seyircinin beklediği Kurtalan Ekspres üyelerini ne bekler sahne arkasında ? Herşeyden önce mükemmelliyetçi bir adamın sıkı disiplini.Ve hatta Barış Manço askeri birliği.Hiçbir konsere tam konser saatinde geldiği görülmez.İki saat öncesinden kulis,sahne,salon kontrol edilir. Herkes tüm zihin açıklığı ve enerjisiyle sahnede olmalıdır. Konser öncesi herhangi birinden alkol kokusu alması, o anda Barış Manço'yla işinin bitmesi demektir. Ne pahasına olursa olsun sahneye eksik çıkar,kişi ayrımı yapmaz,ve kim olursa olsun işine son verilir.İşine ve insanlara saygısı,grup üyelerinin algıları açık tam performanslı bir biçimde sahnede kalabilmesi,olmazsa olmazlarıdır.
     
    Bu titizlik çoğu zaman da yerini gerginliğe ve hatta panik haline bırakır.Sahneye çıktığında bir kaç şarkı süresinde seyirciyi avucunun içine almakta bu denli usta olan bir adam, sahne öncesi yoğun stresler yaşar.Bir saat öncesinde kuliste,sesim kısılıyor diye başlar endişelenmeye.Bazen sesini beğenmediğinden dem vurur '' nota yok oktav yok '' der.Ellerinin buz,yüzünün kireç gibi olduğu çok iyi bilinir yakın çevresince. Seyircisinin sahnede yüksek özgüveni ve en eğlenceli şekliyle Barış Manço'yu izleyebilmesi için müziğin başlaması gerekmektedir. Kurtalan Ekspres start verir ve Barış Manço devleşir.Kaygının ipi kopar. İşte o anda sahneye '' Barış '' hakim olur, adrenalin ve huzur,olmayacak bir zeminde birbirine kavuşur.Şimdi herşey olması gerektiği gibidir, yaşamın ritmi ile müziğin ritmi senkronize olmuş, konser başlamıştır.
     
    BENİM GÖNLÜM SİZDE,SİZİN GÖNLÜNÜZ KİMDE ?
     
    Düriye şarkısını konserlerde böyle söylerdi. Benim gönlüm sizde, sizin gönlünüz kimde ? Erkekler en davudi sesleriyle,kadınlarda tiz oktavdan hep beraber bağırarak cevap verirlerdi; Sende!
     
    Barış manço'nun şarkılarına bir tarif getirmek istesem, reklamcılık ve propaganda amaçlı tercih edilen son dönemin popüler yöntemi '' Subliminal mesaj '' tanımını hiç tereddütsüz kullanırım. Dili beyninin hızına yetişemediğinden olsa gerek, gayet hızlı konuşan bu zeki adam, yazdığı şarkı sözleriyle subliminal mesaja şarkılarında hayat vermiş, en defansif ve kapalı zihinlerde bile, insanların bilinç dışıyla iletişime geçerek şarkılarını ezberletmenin bir yolunu bulmuştur. Nasıl mı ? 
     
    Halil ibrahim sofrası örneğin... Bu olmayan bir sofra, ortada sadece sofra değil aslında böyle bir deyim de yok. Fakat Türk toplumunun belleğinde, dileklerinin yerine gelmesi amaçlı belli ritüellere sadık kalarak hazırlanan bir sofra tabii ki var.Bunun adı Zekeriya sofrası. Bir de sofralardaki sürekliliği ve bolluğu simgeleyen '' Halil İbrahim bereketi'' tabiri var tabii. Biz şarkı da ne zekeriya sofrasını duyarız, ne Halil ibrahim bereketini.Ama şarkının adı Halil ibrahim sofrası. Anlıyorsunuz değil mi ? Artık Barış Manço sayesinde Halil İbrahim Sofrası diye tamamen yeni bir deyimimiz var.
     
    Mesela halk arasında kim olduğu nasıl biri olduğu anlaşılmayan ne idüğü belirsiz kişiler için kullanılan ''Sarı Çizmeli Mehmet Ağanın '' insanların borçlarını ödeyen bir hayırsever olarak karşımıza çıkması da verebileceğimiz bir başka örnek. Ya da deveye hendek atlatma deyimi. Tabire herkesin aşina olduğu aşikar ama Barış Mançonun ' deve ve hendeği' özgün bir mantıkla yeniden kurguladığı ve şarkının hikayesine yerleştirdiği dikkatlerden kaçmamalı. 15 yaşındaki çocukların,kimi 5 dakikadan uzun Manço şarkılarını ezbere söyleyebilmesinin nedeni bu olsa gerek: Kültürel genetiğimizde var olan kodları, geleneği,ortak bilgi ve yaşayış birikimini eğlenceli bir hediye olarak yeniden kurgulayabilmesi.
     
    Batı tandanslı gündelik hayat stratejilerinin, popüler kültür ve en çok da ‘Türkçe sözlü hafif Batı müziği’ eliyle yerleştirildiği bir iklimde,Türk pop–rock müzik alemine ‘fake atmıştır' Barış Manço. Simon and Garfunkel’dan Van Halen ‘den karışık kasetler yaparken neleri unuttuğunun bile farkında olmayan bir nesil için,kendi hamurunu hatırlatan bir Rosetta taşı olmayı başarmıştır herşeyden önce... 
     
    HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ...
     
    Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi diye devam eder şarkı.Ama özellikle birbirinden bağımsız iki konu vardı ki, Barış Manço'nun sağlığını bozma riski taşırdı. Bunlardan birincisi para harcamak,ikincisi ise kirli siyaset ortamı.
     
    Üzerinde para taşımayı sevmezdi.Köprüden geçerken bile köprü parasını genellikle yanındaki kişi öderdi. Çok iyi geçen bir konser sonrası Barış Manço'dan kendilerine dışarıda yemek ısmarlamasını isteyen Kurtalan Ekspres üyelerine,evinde kendi elleriyle domates çorbası yapma girişimi,ancak dostlarının ısrarlı çabalarıyla lokanta da bir yemeğe dönüşebilirdi. Kimilerinin cimrilik,kendisinin tutumluluk dediği hikayelerini tek tek anlatmadan geçelim diğer konuya.
     
    Kadıköy belediye başkan adaylığı teklif edildiğinde ilk önce heyecanlandı. Ama siyasete ancak 20 gün dayanabildi ve ilk tepkiyi kalbi verdi. "Allah politikacı olmamı istemedi.Kalp kriziyle beni uyardı" dedi yaşananlardan sonra.Bu,kalbinin onu ikinci yoklayışıydı.1982'de ki ilk rahatsızlığında ''kalp krizi geçirerek deşarj oluyorum'' diyecek kadar sorununu evcilleştirip dalga geçen birinin,aynı rahatsızlıktan yaşamını kaybetmesi, ''hayatın'' kimi zaman espriden anlamadığının kanıtıydı sanki. 
     
    Aslında siyasi anlamda Türkiye'nin en karışık dönemlerinde bile ideolojik fanatiklikler peşinde olmadı ve hiçbir siyasi cenahın bayraktarlığını yapmadı. Çağdaşı Cem Karaca'nın,siyasi görüşü ve bu doğrultuda yaptığı müziğinden ötürü sol görüş sempatizanlarının kahramanı olması, karşıt görüş sahiplerinde de Barış Manço'ya sahip çıkma! refleksi uyandırdı. Fakat o kimi grup ve çevrelerin ''adamı'' olmaktan hep imtina etti.
    Eylemlerin şiddet içermesi de tahammül edemediği durumların başında geliyordu. Yine bu tarz eylemlerden birinde bir arabanın yakıldığına şahit oluyor ve daha sonraları o zamanki grup arkadaşı Cahit Berkay olayı şöyle anlatıyordu; “Arabanın yanış anında hepimiz şoka girdik. Kim, neden yapıyordu bunları? Barış’ı ilk defa orada sinirli ve tepkili gördüm.” Ve hemen ardından ekliyor: “Ben Barış’ın sağ ya da sol bir söylemde bulunduğunu hiç görmedim.Yine aynı Barış Manço, bir başka zaman bir başka konser esnasında kendisine bozkurt işareti yapanlara ; “Biz yalnızca sizin için gelmedik, herkes için geldik!” diyecek, agresif bir tempoyla Hey Koca Topçu’yu isteyenleri sol yumruğunu kaldırarak protesto edecekti...
     
    '' Beni komünist diye öldürmek istediler...Bıyıklarım yüzünden Maocu sandılar. Sonra da Türkeşçi diye anıldım '' şeklinde şikayet ederek anlatıyordu buhranlı yılları. Bu tarz etiketlemelere hep direndi, bir insanın siyasi görüşü ve hayat karşısındaki duruşunu '' sağ ve sol '' kelimelerinin tanımlamayacağını bilecek derinlikteydi. O yüzden kariyeri boyunca kendisini tarif etmek için bu tarz zavallı tanımlara hiç yüz vermedi. Asla sağcıyım ya da solcuyum demedi.
     
    Yalnız bir ara ısrarla cumhurbaşkanı olmak istediğini dile getirdi. Tabii sonraki yılları işaret ederek...''Şimdilik oturan zat köşkün badanasına falan dikkat etsin” derken hiç şüphe yok ki espri yapıyordu. Ama öyle bir olasılıkta o meşhur tutumluluğunun işe yarayacağından kuşkusu yoktu. ''Cumhurbaşkanını halk seçerse, bir de hazineyi bana verirlerse,zaten benim ne kadar tutumlu olduğumu da biliyorlar.Kimseye hiçbir şey koklatmazdım.Çalışmayana para yok.Hazine de elimin altında Türkiye böyle kalkınır.'' 
     
    Cumhurbaşkanı olmayı gerçekten istiyor muydu bilinmez. Bizim bildiğimiz,şüphesiz her bakımdan renkli bir kişiliği olduğuydu... 
     
    MÜSAADENİZLE ÇOCUKLAR... SIRA BANA GELDİ ÇOCUKLAR.
     
    Dinleyici '' aşık '' gibidir. Hayranlık duyduğu şarkıcıya her yönüyle yakın olmak ister. Aynı şarkısını her gün defalarca dinleyebilir mesela...Kişiyi her mecrada takip eder, onun sözleri davranışları altın değerindedir,önemlidir.Ta ki ilişki kurduğu kişinin popülaritesi bitene ya da ona yüklediği anlam tükenene kadar.İşte o zaman yeni aşklara,yeni heyecanlara yelken açar.Hafızasındaki renkler solar,hatta bazen de ''Zamanında çok sever dinlerdim ama şimdi hiç bana göre değil” der, reddeder. Dedim ya ''aşık'' gibi...
     
    Bu ilişkiyi bir aşkla başlatıp 40 sene yaşatmak, bu aşktan bir değer üretebilmek, tutkuyu gönül bağına, sevgiye evirip, ''muhabbetle'' perçinlemek bir hayli zordur. Öyle bir insan düşünün ki müziğini sevin ya da sevmeyin,kimsede belirgin bir nefret uyandırmasın. Elbette hayata körlemesine ideolojik açıdan bakanlar, popüler olanla bitmemiş ve bitmeyecek hesabı olanlar her zaman vardı. Olacak. Nitekim '' Bir ürün geniş kitlelere ulaşmışsa mutlaka kalitesizdir'' sığlığına yuvarlananlar, karşılarında mutlu ve umutlu birini gördüklerinde kendi karanlık tarafını farkedenler ve yakınlık kuramayanlar da oldu Barış Manço'yla. Ama o, insanoğlunun aydınlık yüzüne doğru çoktan kurmuştu bir kere '' Barış '' köprüsünü... Kırk yamalı hırkalara sarıp koruduğu hayat felsefesiyle, bir nesli dört kapının eşiğine kadar getirmiş, Gülpembesi’nin yanına göçmüştür şimdi. Cenaze töreni ise her yönüyle incelenmesi gereken sosyolojik bir olgudur. Hatta kimi akademisyenler bu konuyu araştırmaya değer bulmuş ve tezler hazırlamıştır. Birbirinden farklı renklere gönül verdiği için kavgaların en büyüğünü yapan takım tarftarları,ezelden beri siyasal kamplaşmaların tavan yaptığı Türkiye sokakları, nasıl oluyordu da bu ülkenin kültüründe çok da hoş karşılanmayan '' uzun saçlı '' bir adamı uğurlamak için bir araya gelebiliyordu? Tabutun başında ağlayanlardan biri başörtülüyken,diğeri nasıl küpeli metalci çocuk olabiliyordu? Bütün bunları '' müzik evrenseldir '' ya da '' o hepimizi çok seviyordu '' gibi klişe cümlelerle açıklamak imkansız. Beğeni ve kültür düzeyi birbirinden bu kadar farklı insanın, yüreklerinin aynı yerlerine dokunabilmenin sihri üzerine, özellikle bugünlerde kafa yormanın tam zamanı gibi...
    Kurtalan Ekspres'te bir süre hem vurmalı çalgılar çalan,hem de grubun elektirik ve teknik işlerinden sorumlu olan Celal Güven anlatıyor '' Bir konserde Barış şarkı söylerken devamlı sigorta atıyor, gidiyor bir şekilde hallediyorum tekrar sorun çıkıyor. Bu arada şarkı kesiliyor,konser bölünüyor.Aynı sorun tekrar yaşanınca Barış '' Ne oluyor bu kadar Celal ?'' dedi. ''Sigorta atıyor yapıyorum'' dedim.'' Celal orada kal, gerekirse parmağını sok ama o sigorta atmasın, şarkılar devam etsin'' dedi. 
     
    Şimdi düşününce, gittiğin günden bu yana hem parmağımız, hem kalbimiz sigortada.Ve şarkıların çalmaya hala devam ediyor...
     
    Turgay Kalyon 
     
    Toplam blog
    : 1
    : 1354
    Kayıt tarihi
    : 01.02.14
     
     

    Konservatuvar klasik batı müziği eğitimli ama klasikçi değil. ..